İslami söylemin değişim geçirmesi ve güne dair bir dil üretmesinin zorunluluğu, İslami kimliğe etki etmeden çözüme kavuşturulmayı gerekli kılmaktadır.
İnsanın var olan şartlara göre değişmesi, yenilenmesi normal bir durum; değişimin şartlarına uymayan kişi, grup veya topluluklarının dağılması, yok olması ise kaçınılmaz bir sondur. Burada sorun, değişimin ne’liği, nasıl değişileceği ve değişimin İslami kimlik üzerideki etkisidir. Tartışmadan, anlamadan ve düşünmeden bu değişime ayak uydurmak, rüzgâr önündeki yaprak misali savrulmak ve yönsüz kalmak anlamına gelmektedir. Ancak değişimi sorgulayalım derken kendini yenilememek, güne dair okumalar yapamamak, hayata dair bir şeyler söyleyememek de madalyonun diğer yüzüdür.
Yaşadıkları dönemsel tecrübelere rağmen, Müslümanlar “değişim” ve “yenilenme” kavramlarının, İslami kimlik üzerindeki etkilerini çok fazla tartışmıyorlar. Yıllar önce oluşturulmuş ve şartlara göre belirlenmiş kalıpları yıkmıyor, sanki bu kalıplardan vazgeçmek itikadî bir yok oluşmuş gibi davranıyorlar. Muhkem ve sabit olan ile değişen arasında bir ayrıştırma yapıp ayakları yere basan sağlam bir anlayış üretmiyorlar. Vahyi temeller dışında yenilenmek ve güne ait olabilmek, hayata dair bir şeyler söylemek bu kalıpçı anlayışla zorlaşıyor. Dolayısıyla insan ilişkileri kabalaşıyor, çevreyle olan irtibat kopuyor, yalnızlaşma başlıyor; fakat en acı olan ise bu olumsuzluklar, kalıpçı zihniyete değil muhatap kişi ve kitlenin yanlışlarına bağlanıyor. Yenilenme yerini yinelemelere bırakıyor.
Bununla beraber değişmek ve yenilenmek konusunda mahir kesimler ise, bu durumu kaçınılmaz görürken esasa dair bir ilke ortaya koymuyor, bu değişimin ne’liğini ve nasıllığını konjonktürel şartlara bağlayarak vahyi olandan, fıtri olandan uzaklaşıyor. Konuyu esastan ele alıp dar ve kısıtlı ortamlarda benzer düşüncede olanlarla tartışıp kendilerine buldukları yol için çevresel sebepler üretiyorlar. Güne dair bir şey söylemek, mazlumu anlamak, yaşanan siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel zulümleri tanımlamak adı altında temel değerlerden uzaklaşıp zulmün köklerinden yıkılması yerine küçük dalları kırmayı yeğliyorlar. Bu dalların kırılması elbette zulüm altında inleyenler için azımsanamayacak derecede önemlidir. Bunların yapılmasını engellemek de anlamlı değildir, ancak bunlar taktik konulardır ve asıl olana etki etmezler. Önemli olan zulüm algısının zihinlerdeki yerinin belirlenmesi, bu konuyla ilgili ilkelerin yerli yerince oturtulması ve zulmün tüm karanlık dehlizlerinin kapatılmasıdır. Aksi taktirde post modern bir şekle giren İslami söylem farkında olmadan, sabitsiz, ilkesiz ve hayatı umursamaz bir hal alacaktır.
İslami söylemin değişim geçirmesi ve güne dair bir dil üretmesinin zorunluluğu, İslami kimliğe etki etmeden çözüme kavuşturulmayı gerekli kılmaktadır. Kim ne derse desin acilen yaşanılan toplumu, ülkeyi, coğrafyayı ve dünyayı iyi okuyan, takip eden yeni ve eski algılarla ilgili birikimi olan kişilerin bu dilin üretilmesiyle ilgili bir şeyler yapması gerekmektedir. Bu bir yapısal birliktelik gerektiriyorsa değişime açık ancak vahyi temelleri benimsemiş, gerçekçi, geçici şartlara göre davranışları organize edebilen, gelişecek olayları hesaba katarak hızlı karar alabilen, gündeme dair ve gelecekle ilgili vahye tabi bir zihin dünyası ve algı üretebilen yani kısacası temel değerler üzerinde değişip yenilenebilen, yinelemelerden uzak duran bir yapı olmalıdır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *