Rabbim günleri aramızda döndürüp duruyor! Bu dönüş, gerek bir imtihan olgusu ile farklı sınanmaları içeriyor; kâh hayırla, kâh şerle karşı karşıya geliyoruz ve gerekse fiili olarak günler deveran edip duruyor; ömür takviminin yaprağından kâh farkında olarak, kâh gaflet içinde eksiltip duruyoruz! Ramazana ‘hoş geldin’ derken de bu ikircikli tavrı gözlemlemek mümkün… Ramazanı bir festival havasında,
Rabbim günleri aramızda döndürüp duruyor! Bu dönüş, gerek bir imtihan olgusu ile farklı sınanmaları içeriyor; kâh hayırla, kâh şerle karşı karşıya geliyoruz ve gerekse fiili olarak günler deveran edip duruyor; ömür takviminin yaprağından kâh farkında olarak, kâh gaflet içinde eksiltip duruyoruz!
Ramazana ‘hoş geldin’ derken de bu ikircikli tavrı gözlemlemek mümkün… Ramazanı bir festival havasında, ticarî bir canlılık olarak bekleyenler, adet/gelenek/görenek olarak bekleyenler, belki bir ‘diyet’ fırsatı olarak düşünenler, yıllık umarsızlığını ‘özel gün ve geceler’ avuntuları ile bir toptan temizlik(!) söylemine, beklentisine dönüştürenler… Sokaklar kadar, camiler de bu hızdan nasibini alıyor, süreç içinde azalan bir hareketlilik olsa da!
Pekiyi, Ramazan hoş buldu mu, ya da nasıl buldu? Dahası nasıl bıraktıysa öyle mi buldu ya da daha kötüsü bıraktığı gibi ve/veya bıraktığı yerde de mi bulamadı?
Evlerimizi, sokaklarımızı, camilerimizi ve sair maddî yanımızı hazırladığımız gibi zihinlerimizi/akıllarımızı, gönüllerimizi/ruhlarımızı da hazırladık mı? Biz hep, her halimizle ve kalimizle her daim hazır bulunmak durumunda değil miyiz zaten!
Kur’an, oruç, kadir gecesi, teravih özelinde nafile ibadetler… Her şeyin arasını ayıranlar bunların da arasını ayırarak tam bir laik durum arz etmektedirler! Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeylerin arasını ayırmak müslümanca bir hâl olamaz! Yoksa ‘Siz kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?!’ hitabı ne ifade etmektedir? Teravihe koşup farz namazları es geçenler, oruç tutup namaz kılmayanlar, ikisine de hassasiyet göstermeyip en azından saygı boyutlu geçmişin o anlayışından dahi uzak bir gaflet içinde bulunanlar, bir evin bu hassasiyetlere karşı birkaç parçaya bölünmüş fertleri… Bize düşen ise, zaten mükellefi olduğumuz hassasiyetlerimizi bu ayda daha bir hassas hale getirmek, daha bir yoğunlaşmak, biraz daha titizlenmek, gayret ve cehdimizi artırmaktır.
Oruç, zaten Kur’ân’la müşerref kılınışımızın bir şükran vesilesidir. Onu titizlikle koruyup, tutacak, dahası ona tutunacak, tüm bedenimizin yanında benliğimize/idrakimize/şuurumuza tutturacağız. Hamd’imizin nişanesi kılacağız. Rıza-i İlahî için bedenlerimizi aç bırakırken, zihinlerimizi Kur’an’ın düsturları ile doldurmalıyız. Karnımızı aç bırakırken gönlümüzü tok tutmalıyız. Zekâtta, sadakalarda titizleneceğiz; bu titizlik ‘verme’ odaklı olup, bizleri de tehlikelerden koruyacaktır. Mutad hale gelen ‘mukabele’ anlayışının tashihi için uğraşacağız. Kur’an’la meşguliyetimizi artıracağız. Anladığımız dilde okuyacak, okunmasına, mukabele anlayışının bu tarza hamledilmesine çabalayacağız. Bağlanan şeytanların salıverilmemesi için salih amellerde, iyiliklerde yarışımızı sürdüreceğiz. Evlerimizi, sofralarımızı açacağımız gibi, ilgilerimizi, gönüllerimizi de açacağız. Uğranan bir yakıt ikmal istasyonu gibi yenilenecek, yinelenecek, muhasebe ve murakabemizi yapacak, tekraren daha bir bileylenmiş olarak, donanımlı bir şekilde, azimle yola koyulacağız. Okumalarımızı çeşitlendirerek sürdürecek, meşhur söylem ile ‘Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için okunur.’ düsturu ile hareket edeceğiz. O kitabın mesajını kavrayarak, kavranması için titizleneceğiz. O kitabın ayetlerini de, o kitabı anlamamızı kolaylaştıracak kâinata aynı el tarafından nakşedilen enfüsi ve afakî ayetleri de aynı paralelde ve titizlikle okuyacağız. Kadir gecemizin de anlamını bu Kur’an dolayısı ile kazanmış olduğunu ısrarla vurgulayacağız. Kur’an’dan uzak bir hayatın asla ve kat’a kadir gecesine eremeyeceğini, her ne okursa okusun, her ne kadar okursa okusun cahiliyeden kurtulamayacağını insanlarımıza hatırlatmalıyız. Hayatın bölünmez bir bütünlük taşıdığını, bir gecede bin aylık bir hâsılanın bu bütünlüğü idrak edenlere nasip olabileceğini, zımnen ‘Hayatınıza Kur’an girmişse, bu ondan uzakta, ondan bigâne geçirdiğiniz bin aydan sizin için daha hayırlıdır!’ vurgusu taşıdığı, yoksa ‘Siz her ne hal üzre olursanız olun, bir kadir gecesini yakalarsanız, gelmişiniz geçmişiniz kurtulur!’ kolaycılığına asla yol bulunamayacağını bir öğretiye dönüştürmeliyiz. Farz namazlara titizlenmeyen insanların ‘heveslerini kursaklarında da bırakmadan’ nafilelere teveccühlerinde, biraz sorumluluktan uzak kalan kolaycı bir tavrın, birazdan fazla olarak da üretilmiş, geleneksel din algı ve söyleminin payının bulunduğunu güzel bir tarzda aktararak, iletilen din ile üretilen dinin ayırdına varmalarını sağlamaya çalışmalıyız.
Buraya kadar değindiklerimizde ‘hırsız ile ev sahibi’ suçluluk paylaşımını sizlere/bizler bırakıyorum! Herkes ‘Ben ne kadar suçluyum, benim payıma bu suçluluktan ne kadarı düşer, bu yanlış algı ve tavırların oluşumunda hangi ihmal ve ertelemelerim, hangi tavır ve söylem eksikliğim, hangi davranış yanlışlığım etkili olmuştur?!’ çıkarsamasında bulunursa belki çözüm için gerekli ilk adımı da atmış oluruz.
Bu arada ‘imsak’ vaktini bir tartışsak… En azından bir-bir buçuk saat erkenden imsak başlatılarak güya temkin olur mu? Cuma, teravih, bayram, vakit namazları ile cemaatten (sözlük anlamıyla) ayrı kalışımızı yeniden bir gözden geçirsek mi? Mesajın arka bahçeden uzak kalmasına kendi elimizle sebep oluyoruz sanki! Geleneğin gittikçe de artan etkisini, doğrusunu ortaya/genele örneklendirmeden, teşriki mesaiyi artırmadan kırabilmek mümkün değil! Bunu kolektif akıl için söylüyorum, yoksa herkesin kendi fıkhını bulup rahatlaması için alınmasın! Ya da herkes çözümü üretti de bir ben mi mahrum kaldım!?
Meşhur sözle ‘Ömrü ramazan olanların ahireti bayram olur!’ düsturunu hiç akıllardan çıkarmamamız gerekmektedir! Bu bilinç ve şuur halini hep aktif tutmalıyız. İmtihan olgusu hep cari ve ölümün bizi nerede ne hal üzre bulacağı meçhul! Kendisini görmezden geldiğimiz, kendisinden kaçıp durduğumuz o olgunun bizi bulacağı muhakkak! ‘Tüm nimetlerden’ hesaba çekileceğimiz o gün hesabını verebilmek adına sorumluluklarının bilincinde ve bu doğrultuda bir hayat sürdüren, ömrünü bu tutarlılık ve bütünlük içinde yürüten kullardan olabilmek temennisi ile ramazan bizi ‘hoş bulsun’, hakkımızda ‘güzel şahitlik’ yapsın, bizi ilahî rızaya erdirecek amellere sevk etsin…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *