İslam’da cahiliye döneminden kalan asabiyetlerin tekrar canlandırılarak birçok hurafe ve bidatlerin uydurulduğu dönem genel olarak Emeviler dönemidir. Bu dönemde zalim yöneticiler İslam adına aklanmaya çalışılmıştır. Emevilerin zalim yönetimler ile uyumlu bir din oluşturma çabaları hurafelerin de yoğun bir şekilde karıştırıldığı bir din anlayışını da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar uydurma ve hurafelerin din haline getirilmesi
İslam’da cahiliye döneminden kalan asabiyetlerin tekrar canlandırılarak birçok hurafe ve bidatlerin uydurulduğu dönem genel olarak Emeviler dönemidir. Bu dönemde zalim yöneticiler İslam adına aklanmaya çalışılmıştır. Emevilerin zalim yönetimler ile uyumlu bir din oluşturma çabaları hurafelerin de yoğun bir şekilde karıştırıldığı bir din anlayışını da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar uydurma ve hurafelerin din haline getirilmesi çabaları o dönemde başlamış ise de bunların etkileri günümüze kadar aktarılarak gelmiştir. Bu etkiler ile karışık din algılarını çevrenizde de şu an yoğun bir şekilde gözlemleyebilirsiniz.
İşte o günden bu güne uzanan bir örnek, Arif PAMUK ve kitabından bir kesit;
“Sure-i Cuma’yı okumayı adet haline getiren kimseye, müslüman memleketlerinde Cuma namazına gelen ve gelmeyen kimselerin adedi karşılığındaki onar sevap verilir.” (Kenzül ümmal, 4/99)
“Bir kimse, Cum’a suresini fırsat buldukça okumaya devam ederse, şeytanın vesvesesinden kurtulur. Bir kimse aşağıda gelecek ayeti kerimeyi bir sedef üzerine yazdırıp, yazım işini herhangi bir Cuma gününe rastlatsa ve aynı gün zahire ambarı veya eşya deposu gibi servetinin yığılı olduğu yere koysa, o mal veya servet her türlü tehlikeye karşı korunduğu gibi, bereketlenmesine ve hayırlı sonuçlar alınmasına vesile olur. Ayet budur: Zâlike fadlüllâhi yü’tîhi men yeşâü vallahü zül fadlil azıym.”
Bu tarz kitaplarda önerilen ve yapılmaya çalışılan şey çok basit. Zalim yöneticiler ile mücadelenin olmadığı bir zeminde surelerin Arapça metinlerini okuyarak yapacağınız “cennete gitme” seanslarına çağrılıyorsunuz. Ya da yukarıdaki paragraflarda geçtiği üzere hiçbir ücret ödemeden mal ya da servetiniz her türlü tehlikeye karşı korunuyor. Aslında bunun ücreti tek tek bu kitapları satın alınanlarca kitabın yazarına toptan ödeniyor. Bu tarz kitaplar Türkiye’de en çok satan kitaplar içerisine girdiğine göre ücreti gerçektende pahalı olsa gerek. Fakat tevafukları ya da Allah’ın dilemesini işin içine katmaz isek bu yazarın söylediği gibi bir bereket ya da tehlikelerden korunma asla olmayacaktır. Siz iyisi mi dükkânınızı koruma adına tedbirlerinizi almalısınız. Sözü çok fazla uzatmadan ben sizlere hemen yukarıda Arapça olarak belirtilen suredeki ayetin anlamını vereyim.
“Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir.(Cuma–4)
Tabi ki verilen bu lütufun yukarıdaki anlamlar ile hiçbir alakası yok. Bu ayetle ilgili Seyyid Kutup şu ifadeleri kullanmış. “Yüce Allah’ın, bir toplumu, bir milleti veya bir ferdi bu büyük emaneti taşısın, Allah nurunun konduğu, onun feyzinin alındığı yer olsun, göğün kendisi vasıtası ile yerle temasa geçtiği merkez olsun diye seçmesi. Evet, işte Allah’ın bu seçmesi dahi eşi ve dengi bulunmayan bir lütuftur. İnanmış insanın canını, malını ve hayatını uğrunda feda etmesine değer lütuftur. Yolun zorluklarına, mücadelenin acılarına ve cihadın tüm zorluklarına denk gelen bir lütuf.” İşte yukarıdaki ayette anlatılan şeyler bunlar. Bu ayetin bu Allah ile aldatıcıların söylediği şeyle uzaktan yakından alakası yok.
Bu büyük emaneti taşımak, herhalde anlamını bilmediğimiz Arapça bir metni bir sedef üzerine yazıp söz konusu yere koyarak malımızın ya da servetimizin korunup bereketleneceğini düşünüp yan gelip yatma anlamını taşımıyordur. Zaten hemen bu ayetin arkasından gelen ayette anlam itibari ile çok düşündürücü bir ayettir. Adeta bu adamların yalanını gün yüzüne çıkarıyor;
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklü eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”(Cuma–5)
Allah açıkça bu ayette kendilerine kitap verilen toplumların kitaplarında yazılan gerçekleri anlayarak bu gerçekleri yaşantılarında yerine getirmelerini istiyor. Bu bağlamda Müslümanlar kendi kitaplarına baktıklarında yukarıda anlatıldığı şekli ile bir ibadet ya da yaşantıyı, uygulamayı göremeyeceklerdir. Bunların tümü uydurma ve İslam’a sonradan sokulan hurafelerdir. Fakat tüm bu uyarılara rağmen Kur’an’ı da sürekli okuyup duruyorken hala bu tarz şeyleri yapmayı düşünüyorsanız sizin hakkınızda hükmü yine Allah veriyor. Diyor ki “siz o zaman sırtınıza kitap yükletilen birer eşeğe benziyorsunuz, yaptığınız şeyi şuursuzca yapıyorsunuz.”
Öyle ise Kur’an nedir?
“O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakiler (sakınanlar ve arınmak
isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara-2)
Kur’an şifadır fakat bu geleneksel anlayıştaki şekli ile anlatılan bir şifa değildir.
Kalpteki “imansızlık” hastalığının şifasıdır, çünkü o akıl ve kalbe rehberlik eder, doğru yolu bulmasına vesile olur.
İnşallah bundan sonra bizleri Allah ile aldatmaya çalışan kimselere kanmayız. “Şüphesiz Allah’ın va’di haktir. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman-33)
Anlaşılan o ki bu Allah ile aldatıcılar toplum üzerinde büyük etkiye sahip olmuşlar. Tabi bunu etkileyen sebepler var. Bu konuda kınayanlardan korkmayan cesur yüreklere ihtiyaç var. Kur’an’ın gerçek mesajı ile tanışmalarına rağmen bu kimselerin tekrardan hak olana geri dönememeleri birazda korkuları ile alakalı bir meseledir. Bu düşünce bu kimselerin birazda işine geliyor gibi. Hayatının büyük bir bölümünü bu aldatıcıların Kur’an dışı düşüncelerine adayarak cennete gideceklerini düşünen bu aldatılanlar ellerindeki bu büyük ödülün kaybolması sebebiyle endişeye kapılıyorlar. Bu açıdan Kur’an’ın değişmez olan gerçeklerini/ayetlerini inkâra yelteniyorlar. Bu Arapça metinlerinin anlamının olmayacağı üzerinde duruyorlar. Daha akıllıları ise burada kast edilenin bu olmadığını söyleyip zorlama anlam kaymalarına gidiyorlar.
İnşallah kendini Kur’an’a adamış genç davetçilerimiz bu değişmez gerçekleri bu kimselere bıkmadan usanmadan anlatacaklar. “Apaçık tebliğin gündeme gelmesi ile yaşanmakta olan bu muğlâk durum ebetteki değişmeye başlayacaktır. Allah’a inanan fakat İslam’ı bilmeyen samimi insanları aldatmak için ellerine Kur’an’ı Kerim’i alarak kürsülerde, minberlerde ve televizyonlarda; “Bu yüce kitab… Bizim İlahi kitabımızda…” diyen müstekbirler ve belamlar, ellerine aldıkları o Kitab’tan yükselen davete şahit olacaklar. Dünyevi çıkar ve menfaatlerine düşkün olanlar, bu ilahi davetten rahatsız olacaklar ve yaşamadıkları o Kerim Kitabı ellerine alarak ne kendilerini ne de çevrelerindeki insanları aldatamayacaklarını anlayacaklar. İşte böyle bir durumda, Kur’an’ı Kerim’e kimlerin sahip çıktığı ve Kur’an’ı Kerim’in kimlerin Kitab’ı olduğu da ortaya çıkacaktır.’’(M. Alagaş)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *