Faiz; Misli malların/aynı cinsten malların/bir miktar fazlası ile bir müddet sonra ödenmek üzere ödünç verilmesi karşılığı alınan fazlalığa denilmektedir. Faiz yani fazlalık yolu ile elde edilen haksız kazanç para ile olabileceği gibi ilk dönemlerde olduğu gibi mal ile de yapılabilmektedir. Bu genel olarak buğday üzerinden yapılan bir şeydir. Şu anda ise mal çeşitleri arttığından ve
Faiz; Misli malların/aynı cinsten malların/bir miktar fazlası ile bir müddet sonra ödenmek üzere ödünç verilmesi karşılığı alınan fazlalığa denilmektedir.
Faiz yani fazlalık yolu ile elde edilen haksız kazanç para ile olabileceği gibi ilk dönemlerde olduğu gibi mal ile de yapılabilmektedir. Bu genel olarak buğday üzerinden yapılan bir şeydir. Şu anda ise mal çeşitleri arttığından ve çeşitli batılı ekonomik sistemleri model aldığımızdan bu ekonomik modellere İslami alışveriş şekilleri uydurulmaya çalışılmaktadır. Ne yazık ki bu uydurma faaliyetleri sadece vicdanları rahatlatmaktan öteye gitmemektedir. Yahudilerin cumartesi yasağını delmek adına ağlarını Cuma’dan serip Pazar günü toplamaları hadisesini andırmaktadır. Ama bunu Rabbimiz kabul etmemiş ve bu kimselerin sonu cehennem olmuştur. Bu örneğin günümüz yansıması ise şu şekilde yapılmaktadır. Bir esnaftan 10.000 TL zeytinyağı alıyorsunuz. Yani size para değil 10.000 TL.’lik zeytinyağı veriyorlar. Sonra siz bunu aynı esnafa 7.000 TL.’den satıyor paraya çeviriyorsunuz. Bunun adı tabi ki ticaret! olmuş oluyor.
Bir de çiftçiler ile ilgili bir örnek verebiliriz. Sera bölgelerinde yaşayan kardeşler bilirler. Çiftçiler seralarında zirai üretim yapabilmek için mallarını sattıkları komisyonculardan avans adı altında bir miktar para alırlar. Seralarının çokluğu oranında bu paranın miktarı artar. Ürettikleri malları Mersin, İstanbul v.b hal bölgelerine taşımak için üretilen ürün miktarının %15’inin bu komisyoncular yol giderleri olarak alırlar. Fakat eğer çiftçi 4–5 ay sonra ürün çıktığında ödenmek üzere avans para almak isterse bu taşıma yüzdesi aldığı para miktarı oranında % 25–30’lara kadar çıkmaktadır. Yani ürettiğin ürüne nerdeyse bu komisyoncu ortak olmaktadır.
Bir de işin eline düzenli para geçen memurlar kısmı var. Bu kesimde banka ile yoğun bir şekilde teşriki mesai yapmaktadırlar. Maaşları kısıtlı olan bay devlet memuru cebinde hiç parası yok iken 100.000 TL.’ye bankadan kredi çekerek ev alıyor. Parası olmadığından vadesini de uzun tutmak zorunda ve bu parayı 180.000 TL olarak ödeyecek. Bu şekli ile banka yollarını aşındıran kesim içerisinde oldukça fazla namaz kılan bir kesim de var. Tabi bu şekilde öteki dünya için cennet hesapları yapan bu kesimlerin faizli para çekme konusunda birçok kendilerince haklı sebepleri mevcut. O sebeplerden bir kaçını sıralayalım.
“Benim evim ya da arabam olmasın mı?”
“Zaten artık bu gibi şeyler ihtiyaçtır zorunlu alınması gereken şeylerdir. Günümüzde faizli para çekmeye haram diyemezsiniz çünkü bunun alternatifini oluşturamıyorsunuz.”
“İslam’ın karşısında, Allah düşmanı birçok işadamı banka kredileri ile iş kurup zenginleşiyorlar. Müslümanlar da bu kimselerin iş yerlerinde çalışıyorlar bu şekilde Müslümanlar hep fakir kalıyorlar ve inançlarından da taviz vermek durumunda kalıyorlar.”
“Kapitalist bir sistemde faize zaten bulaşmamak mümkün değildir. O yüzden bankadan uzak durmasının da mantığı söz konusu olamaz.”
“Ben faizli para kullanıyorum ama Allah’ın faiz ile ilgili olan ayetini ret etmiyorum ki.” Allah affedicidir bizleri affeder.”
“Mekke döneminde yapılan Faizcilik ile günümüzdeki faizcilik anlayışı aynı değildir. Bu dönemde enflasyon denilen bir şey var. Paramız bu şekli ile eridiği için aslında bu faiz değil enflasyon farkı oluyor.”
Bir de “İslam ile yönetilmeyen ülkelerde faiz vb. şeylerin caiz olduğu; bu gibi İslam’ın emrettiği yasakların İslami bir yönetimde geçerliliği vardır.”
Bu sebepleri uzatmamız mümkün. Bunlar benim hatırlayabildiğim kadarı ile Müslümanların kafalarında oluşturdukları şaibeli/şüpheli konular. Bu konulara cevap aramadan önce, şüphe duymadan iman etmemiz gereken Kur’an’ın sözlerine kulak verelim.
“ Ey müminler, Allah’tan korkun ve eğer mümin iseniz henüz elinize geçmemiş faizi almaktan vazgeçin.”(Bakara–278)
“ Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından açılmış bir savaşla karşı karşıya olduğunuzu bilin. Eğer faizciliğe tövbe ederseniz ana sermaye sizin olur. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara–279)
“ Faiz yiyenler şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar. Bu onların “alış-veriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır. Kim kendisine Rabbinden bir öğüt gelir-gelmez faiz yemeye son verirse geçmişte aldığı faizler kendisinden geri alınmaz. Onun işi Allah’a kalmıştır. Fakat kimler tekrar faizciliğe dönerlerse onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere Cehennemliktirler.” (Bakara–275)
“ Allah faizi eritir. Buna karşılık sadakaları artırır. Allah (haramda ısrar eden) hiçbir günahkâr kâfiri sevmez.” (Bakara–276)
Birincisi bu kimseler tanımlanır iken Allah ve Resulüne (S) savaş açan kimseler olarak tanımlanmışlar. İkincisi olarak bu işi hiç sıkılmadan sanki bir alışveriş gibi gören kimselerin cehennemde ebedi kalacağı söylenmiş. Üçüncü olarak ta faiz getirisinin aslında kazanç değil kayıp olduğu belirtilmiş. Çünkü Allah bu yolla elde edilen geliri eriteceğini verilen sadakaları ise çoğaltacağını söylemiş. Bu haramda ısrar edenlerin ise günahkâr kâfirler olduğu söylenmiş.
Böyle bir son elbette inanmış hiçbir Müslüman’ın görmek istemediği bir sondur. Yukarıda sıralanan mazeretler acaba Allah tarafından geçerli olacak nitelikte mazeretler midir? Faiz sistemine alternatif üretilmesi gerekli şeklinde mazereti olan kimselerin aslında bu alternatif sistemi kurmak adına nasıl bir çaba göstermişlerdir. Hatta kimi zafiyetleri ve dünya malına düşkünlükleri ve de kardeşlerine karşı güven duygusu azlığı sebebiyle bu alternatifleri üretmenin önünde engel oldukları da bir gerçektir. Çünkü böyle bir sistem içerisinde yer alıyor olmamız başlı başına kendi zafiyetlerimiz sebebiyledir. Çünkü İslam yukarıda sorulan tüm soruların çözüm yolunu kendi üslubu ile açıklamış. Ama biz yolu deneme noktasında tam bir imana sahip olamadığımızdan kendi sistemimizi değil müşriklerin icat ettikleri sistemi kullanmayı kendimiz adına daha yeterli buluyoruz. Bu konuda İslam’da bizler için önerilen şey Karz-ı Hasen olarak tanımanmış.
Karz-ı Hasen; İyi borç, güzel borç kelime karşılıkları ile çevrilebilirse de tarif olarak insan olarak İslam olarak muhtaç olan Allah’ın bir diğer kuluna, karşılığı yalnız Allah’tan beklenerek verilen borçtur.
“Kimdir o ki, Allah’a karşılıksız (güzel) borç verir de Allah da bu borcu ona kat kat fazlası ile öder. Kısıtlayan da bol bol veren de Allah’tır. Döndürüleceğiniz yer O’nun katıdır.”(Bakara–245)
“Çıkar amacı gütmeksizin gönüllü olarak Allah’a borç verecek olan var mı? Allah ona verdiğini kat kat fazlası ile geri verir. Ayrıca ona onurlandırıcı bir ödül vardır.”(Hadid–11)
Yüce Allah bu ayetlerde durumu sıkışan, ekonomisi kötüye giden müminlere ellerinde parası olan müminlerin borç vermesini istiyor. Ama bunu yaparken bu borcu kendisine verilen bir borç gibi düşünmemizi istiyor. Bu yaptığımız iyiliğinde karşılıksız kalmayacağını belirtiyor. Bu ayetler borç verdiğimiz kardeşimiz borcunu ödeyemediği için bir daha parasal alışveriş içinde yer almak istemeyen kardeşlere de bir cevap niteliğindedir. Vermiş olduğunu paranın kefili Allah’tır; hiç insan kendisine nimetler ve hayat bahşeden yaratıcısından verdiği parayı geri ister mi? Demek ki bu tarz borç alışverişlerinde paramızı karşılık beklemeden de vermeyi göze alabilmeliyiz. Hatta Müslüman kardeşlerimizin sıkıntılarının olabileceğini düşünerek bir kenarda da sürekli birikmiş paramız olmalı. Ve böylelikle sürekli bir şeyler alıp parasız kalmaktan vazgeçmeliyiz. Eğer bizler her şeyi zorunlu ihtiyaç kategorisine koyar isek hiçbir zaman Allah’a ödünç para verecek pozisyonda olamayız. Bu ise çok üzücü bir durumdur.
Aslında olayın görülmeyen daha vahim bir boyutu da var. O da bizler böyle bir sisteme yardımcı oluyor iken aslında tam olarak ne yapmış oluyoruz. Bu konu çok daha önemli bir konudur. O yüzden içerisinde yer aldığımız ekonomik sistemi tanımaya çalışmalıyız. Bu da aslında daha çok üretim ve bu üretilen şeylerin paylaşımı ile ilgili konuları içeriyor.
Bir üretimin olabilmesi için üretim faktörlerinin bir araya gelmesi gerekir. Üretim faktörleri emek, sermaye, toprak ve müteşebbistir. Bunlarda bir tanesi eksik olur ise üretim yapamazsınız. Son yıllarda topraksız kültür literatürü yaşam alanımıza girmiş görülse de bunu istisna tutalım. Tabi bu konu iktisat biliminin iki temel ilgi alanından birisidir. Bir diğer ilgi alanı ise “üretimin paylaşılması” konusudur. Gelir dağılımı konusu, kapitalistlerce, sahip olduğu önem dolayısıyla, Adam Smith’den bu yana iktisadi analizlerin en çok üzerinde durulan konularından birini oluşturmuştur.
Ancak, Adam Smith ve onu takip eden iktisatçılardan Marks, Ricardo ve çok sayıda düşünür, daha çok gelirin fonksiyonel dağılımı üzerinde durmuşlar, yaratılan gelirin emek ve emek dışı üretim faktörleri arasında nasıl dağıldığını incelemişlerdir.
Fonksiyonel Gelir Dağılımı: Üretim faktörlerinden, emek, sermaye, toprak ve müteşebbisin, ücret, faiz, rant ve kâr olarak aldıkları gelir paylarının teşekkülünü inceler. Yani burada iktisadın ikinci ana konusunu ücret, faiz, rant, kâr olarak karşımıza çıkıyor. Yani üretim faktörleri gelirlerini bu şekilde paylara bölüştürüyor.
Bu şekli ile bizim de içerisinde yer aldığımız dünyada oluşturulan sistemin biraz farkına varmış olduk. Karşınızdaki sistem tanınmadan herhangi bir hareket mekanizması oluşturamazsınız. Tüm bunlara rağmen bu sistemin işleyişini görmezlikten gelerek oluşturduğunuz hareket tarzı kendinizi kandırmak olarak adlandırılabilir. Yani onların oluşturduğu sistemin içerisinde sizler birer basit figüran durumundasınız ve iyi niyetle de bir şeyler yapsanız onların değirmenine su taşımış olursunuz. Çünkü kurulan bu oyun alanının tümünün sahibi onlar ve yönetim mekanizması da tümü ile onların elinde. Sanki bu sistem öylece orada duruyorken ve bizler de bu sistem üzerinde hareket ediyor iken hiç hareket etmemek daha faydalı gibi gözüküyor.
Peki ne yapmalıyız? Önce bu sistemin düzenli işlemesine yardımcı olmamalıyız. İşin burasını görmez isek her zaman başladığımız noktaya kontrolsüz bir şekilde geri döneriz. Fakat bu dönüşler bir hareketi gerekli kıldığından ürettiğimiz enerji ise doğal olarak onların santrallerinde depolanır. Artık bu kimseler bunu nasıl kullanır orasını siz düşünün.
Bir kere daha hatırlatmakta fayda var. Bizler bir şeyi üretirken emek, sermaye, toprak, ve müteşebbis (girişimci) gibi helal materyallerin bölüşümün de helal olan ücret ve karın dışında haram olan haksız ‘rant’ ve ‘faiz’ gibi materyalleri kullanıyoruz. İşte bu sistemi çözmeden tanımadan nasıl bir hareket fıkhı oluşturacağımızı bilemeyiz.
Yaşadığınız dünyaya şöyle bir bakınız. NATO, Birleşmiş Milletler, IMF vb. kurumlar hatta bunların karşısında gibi görünen ‘İslam konferansı örgütü’ arasında Müslümanların kendi inançları doğrultusunda ihdas ettiği herhangi bir kurum mevcut değil. Hatta Müslümanlar söz konusu kurumların üyesi konumundadırlar. Kapitalist finans kurumları, dolar-euro… Bize ait hiçbir şey yok. Onların paralarını (kâğıt paralarını) kullanıyor, onların finans sisteminin bir parçası olarak hareket ediyor onların bankaları ile içli dışlı oluyoruz. Bu oyun tahtasında bize nasıl bir rol düşer sizce?
Demek ki iş, ev sohbetleri yapmaktan daha ileri bir boyutta yaşanıyor. Buralar ile bir mücadele fıkhının oluşması gerekiyor. Bunun için ise mahallelerimize demir atan bu sistemin mabetleri bankalara karşı da bir duruşumuzun olması gerekir. Bu sistemler kurulurken dikkat etti iseniz Müslümanların inançları göz önüne alınmamıştır. Fakat aynı sistem hiç değiştirilmeden faizsiz bankacılık adında işleyen bir kandırmaca sistem söz konusudur. Bu sistemlerde asıl olan sermayenin üretim için piyasaya girmesidir. Yani sizlere uyarı ve ülkenizin iyiliği olarak sunulan yastık altındaki paralarınızı piyasaya çıkarın çağrıları aslında bu sistemin işleyişi için yapılan çağrılardır. Bence yastık altındaki paralarınızı asla gün yüzüne çıkarmayın. Paralarınızı hırsızlık vakalarını çoğaltarak nasıl muhafaza ederimin derdi ile bankalarda saklanmasını sağlayan oyununda farkına varın. Müslümanlar bu sistemleri desteklediklerinde hangi inanç sistemlerinin zayıflatıldığının farkına varmak zorundadırlar. Yani bizlerin faizin yasaklanması dışında mücadele etmemiz gereken İslam’ın kökten ret ettiği kapitalizm gibi bir din var karşımızda. Bu sistemin tamiri görevini bizler üstlenemeyiz. Çünkü bu noktada bu sisteme alternatif bir dinimiz var. Bu şekli ile aslında biz kendi dinimizi devre dışı bırakmış oluyoruz. Burada asıl olan bu sisteme alternatif olacak ekonomik modellerimizi üretmeye çalışmaktır.
Peki şu an yapılanlar ne? İslami referansları olan bir başbakan meydanlara çıkıp özünde İslami nüveler barındıran kendi halkına faiz oranlarını düşürdüğünü ve herkesin rahatça bankalardan kredi alabileceğini söylüyor. Neden bunu yapıyor? Kendisinin de dahil olduğu İslam faizi yasaklamıyor mu? Yasaklıyor ama işin aslında bu başbakan İslami kulvarlarda değil kapitalist dinin kulvarlarında varlık mücadelesi veriyor. Kapitalist ekonomide ne kadar çok para piyasada dolaşırsa sistem o kadar güçlü olacak. Bu güç tabiî ki hükümete kar olarak dönecek. Yani başarılı olmak için İslam’ın kökten ret ettiği oyun sahasında en iyisini yapmak zorundasınız. Bunu tabi ki kökleri İslam olmayan bir başbakan söylese belki de halk bu kadar çabuk bu olaya kanmazdı. O yüzden küresel aktörler bunu iyi düşünmüşler. Çünkü bu işi namaz kılan biri yapıyorsa elbette bir bildiği vardır. Sonuç ne? Bu ülkede daha önceleri banka kapısından geçmemiş milyonlarca insan bankaların veznelerine mahkûm hale gelmiştir. Boyacısından hamalına iş adamlarından memurlarına çiftçisinden öğrencisine herkes bankaların daimi köleleri haline gelmiştir. Artık size ne denebilir. İslam bu şekli ile hayatın dışına itilmiştir. Fakat tüm bunlar hala İslam’ın hakim bir hayat nizamı olması için yapılıyor diye söyleniyorsa buna ne demeli bilmiyorum. Bu yapılanlara bakınca şunu söyleyebiliriz. Bu kavga bu dava kadar basit değil. Eğer bu burjuva kapitalist sistemlerin oyun sahasında onların değirmenlerine milyon dolarlar taşıyorken İslam’ın bu ülkeye bir hayat nizamı sunacağını düşünüyorsak bu çok safça bir düşüncedir. Bu yöntemi benimseyen Müslümanlar bu oyun sahasından biran önce çıkmalılar. Gerekirse mızıkçılık yaparak oyun sahasını terk etmeliler. Yoksa alınları secdeden hiç ayrılmasa da yaptıkları bu ibadetlerin içki sofrasındaki bir ayyaşın yaptığı amelden hiç farkı kalmaz.
Umarım olayın bu boyutu da kavranıyordur. Yani bizler batılıların bu sistemini kullanıyor olmakla İslam’ı bu sahadan uzak tutmuş hayatımızdan da uzaklaştırmış etkisizleştirmiş oluyoruz. Yani iş sadece bankadan faizli kredi çekmek olayı değildir. İşte Müslümanlar bu yaşam şekilleri ile bir türlü Müslüman bir kafa yapısına da sahip olamıyorlar. Akılcı kafalar bir türlü Müslümanlaşmıyor. Müslümanlardan İslam’ın ret ettiği bu gibi şeyleri terk etmelerini istediğinizde verdikleri cevaplardan aslında hangi dine dahil olduklarını da anlayabilirsiniz. Mesela bu sistemin işleyişinin saç ayaklarından biri olan faiz ile ilgili mesailerine artık son vermelerini istediğinizde size ev almanın zorunluluk olduğunu ve ‘evi olmasınmıymış’ı dillendiriyor. En hafifinden “öyle ise sen bana yardım et faizli kredi çekmeyeyim” diyor. Aslında bu “İslam’ı benim yerime sen yaşa ben cennete gireyim” tarzı bir söylem oluyor.
İslam’ın bir hayat nizamı olması için yapılan fedakârlıkların hiç biri ev-araba alma davası değildir. Makam, mevki, mal mülk edinme sevdası da değildir. Bu dünya bizlerin sınav yeridir. Hepimiz sözlerimizde doğru kimseler olup olmamamızın anlaşılması için sınava tabi tutulacağız. Eğer yapageldiğimiz bu şeyler İslam’ı hayatın içinde etkisiz kılıyorsa bu şeylerden bedeli her ne olursa olsun vazgeçebilmeliyiz. Allah’ın ayetlerine riayet ettiğimizde ben inanıyorum ki bu yaptıklarımızın kat kat karşılığını fazlası ile Allah bizlere verecektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *