Aliyenasyon; basitçe, kendi benliğini unutma, farkında olmama veya benimsememe demektir. Yani, kişi benliğini kaybeder ve içinde bir başka şeyin veya kişinin olduğunu sezer. Bu, ciddî bir sosyal ve manevi hastalıktır. Aliyenasyon’un (Yabancılaşma) varlığı çeşitli durum ve şekillerde ortaya çıkar ve birçok faktörlere bağlıdır. İnsanı tamamen değiştiren bu faktörlerin bir tanesi, çalıştığı aletlerdir. Umarım ki bu
Aliyenasyon; basitçe, kendi benliğini unutma, farkında olmama veya benimsememe demektir. Yani, kişi benliğini kaybeder ve içinde bir başka şeyin veya kişinin olduğunu sezer. Bu, ciddî bir sosyal ve manevi hastalıktır. Aliyenasyon’un (Yabancılaşma) varlığı çeşitli durum ve şekillerde ortaya çıkar ve birçok faktörlere bağlıdır. İnsanı tamamen değiştiren bu faktörlerin bir tanesi, çalıştığı aletlerdir.
Umarım ki bu tanım sizlere Ali Şeriati’yi anımsatmıştır.
“Sosyoloji ve Psikoloji çalışmaları bize, belli bir alet veya meslekle olan ilgisi günlük hayatında arttığı ölçüde bir kimsenin yavaş yavaş kendi bağımsız kişiliğini unutmaya doğru gidip, aletlerini kendi benliğinin yerine hissetmeğe başladığını söylüyor. Örneğin, her gün sürekli olarak sabah 8.00’den akşam 6.00’ya kadar civata ve vidalarla uğraşan bir kişinin duygu, düşünce ve karakter özellikleri yavaş yavaş değişecektir. Belli bir makine tipi, iş yapmak için bütün müddet elinde bir alet tutuyor. Farz edelim ki, önünden uzun bir tahta veya demir parçası geçiyor ve kendisine her defasında iki vida atlayıp, üçüncüyü bir defa çevirmesi emrediliyor. Zıt duyguları, zeka ve düşünceleri olan bu adam, çeşitli zevkleri ve bütün nefret, his ve yeteneğiyle, işinde en iyi çalışma tarzıyla gece ve gündüz vaktinin çoğunu iki vida atlayıp üçüncü vidayı çeviren bir vücut haline gelir. Çeşitli bölümlerden oluşan bir makine hiyerarşisi içinde sadece bir ünite görevi görmektedir. İşi, günbegün yapmak zorunda olduğu monoton bir çalışmanın içine hapsedilmiştir. Bütün kendine has huy ve özellikleri kaybolmuştur.” (Ali Şeraiti)
Kendisine has huy ve özellikleri olan bu kişi daha öncesinde ilişkilerinde karşısındaki kişiyi çok dikkate alan birisidir. Ama yıllar sonra çalıştığı iş aletlerine dönüşmüştür. Ve ilişkilerinde sanki karşısında hiç kimse yokmuş gibi umursamaz bir şekilde davranışlar sergilemektedir. Yani bu adam artık vida ya da cıvatadır.
Şimdi bizlerde kendimize ait huy ve özelliklerimizi çalıştığımız iş aletlerine de bakarak bir kontrol edelim. Yerinde duruyorlar mı? Durmuyorlar değil mi? Çünkü biz kabul edelim ya da etmeyelim yaşadığımız vahşi kapital hayat aslında bizleri de iş aletlerimize dönüştürmüş. Soğuk bir suratımız var ve kardeşlerimizle karşılaştığımızda onları çalıştığımız iş aletleri soğukluğu ile karşılıyoruz. Kimimiz matbaadaki daktilo, kimimiz hastane sürekli ilgilendiğimiz hastalarımız, kimimiz çalışma yerimizdeki bilgisayar, kimimiz lokantada şişe dizdiğimiz patlıcanlı kebap gibi bakıyoruz birbirimize…
Farklı bir örnek daha… İzmir’de hava çok yağmurlu yollarda kalmış yolcular sırılsıklam. Şoförde tıka basa dolmuşu doldurmuş yolcuları oturtacak koltuk tabure kalmamış. Dolmuş fiyatı beş yüz bin, bir yolcu el kaldırıyor, şoför mırıldanıyor “tüh be gitti bizim beş yüz bin”. Şoför için yağmurda sırılsıklam kalan yolcunun ifade ettiği şey sadece “beş yüz bin”dir. İşte oda çalıştığı iş aletine dönüşmüş. Acı çeken, yağmurda sırılsıklam ıslanmış bu insanı para yani ücret olarak algılıyor.
Şimdi tüm Müslümanlar kendi kullandıkları iş aletlerini de dikkate alarak bir kez daha kendilerini kontrol edebilirler. Acaba kardeşlerimize karşı gösterdiğimiz davranışlarımız, huy ve özelliklerimiz gerçekten İslami mi? Ya da İslam’a ait olan özelliklerimiz yerlerinde duruyor mu?
Yukarıda verdiğimiz örnekler Müslümanların birbirleri ile kurdukları ilişkilerdeki davranış bozukluklarını çok güzel açıklıyor. Biri birlerimizi ziyaret ettiğimizde ki asık suratımızın, ilgisizliğimizin nereden kaynaklı olduğu daha net anlaşılıyor. Hepimiz ruhlarını kaybetmiş kendine yabancılaşmış makineleri andırıyoruz. Yani kendimize yabancılaşmış/aliyenasyona uğramışız. Halbuki bizler iş aletlerimize dönüşmemiş olsa idik kardeşlerimiz ile olan ilişkilerimizde yüzümüzde tebessümler hiç eksik olmazdı. Kardeşimize verdiğimiz değer kıymet ölçüsü vücut dilimize de yansımış olurdu. Karşımızda hiç kimse yokmuş gibi davranmazdık.
O halde bir şekilde ilişki kurduğumuz kardeşlerimizi önemsediğimizi onlara hissettirmeliyiz. Bizler ile karşılaştıklarında kendilerini çok özel kimseler olarak hissetmeliler. İşte bu davranış şeklimiz bizlerin kültürel yabancılaşmanın etkisinde olmadığımızın da ispatı olacaktır.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *