Modern dünya İran’a yönelik olarak bir rövanş savaşına hazırlanıyor. Çıkar ihtirasları aklın körlüğüne yol açabiliyor. Her devletin bir tehdit karşısında kaldığında, iktidarını somutlaştırmak üzere, caydırıcı fiziksel güç kullanma hakkına sahip olduğu, İran söz konusu olduğunda hatırlanmıyor.
Soğuk Savaş döneminde Müslümanları, İslamî akımları, cemaatleri, tercihleri, komünizm tehdidini kullanarak Amerika manipüle ediyordu. Sözü geçen dönemde neredeyse bütün Müslümanlar sınırları Amerika tarafından belirlenen İslami gelişmeler yaşadılar. Günümüzde de, İslam toplumlarında maalesef, Soğuk Savaş dönemi yaklaşımlarının, mantığının sürdürüldüğü görülüyor. Bugün de toplumlarımızda hemen her konuda Amerikan manipülasyonlarının etkili olduğunu görebiliyoruz. Rus işgali döneminde Afganistan’la yoğun ve samimi bir şekilde ilgilenen, Afgan direniş hareketleriyle, mücahid gruplarla çok içten bir dayanışma içerisinde bulunan, direniş mücadelelerini tebcil ve takdis eden Müslümanlar, Amerikan işgali altındaki Afganistan’la, Amerika’ya karşı çok büyük ve çok anlamlı bir direniş ve bağımsızlık mücadelesi veren Taliban’la, diğer mücahid gruplarla hiç bir biçimde ilgilenmiyor. Masum, mazlum, yoksul Afganistan halkı ve direniş mücadelesi Haçlı sürüleri karşısında yalnız bırakılıyor. Müslüman halklar, İran’da yaşanan gelişmeler hakkında, Afganistan’da yaşanan gelişmeler hakkında, Sudan’da, Yemen’de, Filistin’de yaşanan gelişmeler hakkında, Pakistan’da yaşanan gelişmeler hakkında maalesef Amerikan yaklaşımlarını paylaşıyor.
Amerikan siyasetlerini paylaşmayan, işbirlikçi, teslimiyetçi olmayan, bağımsızlığa önem veren bütün yönetimler, hareketler, eğilimler, yalana dayalı propaganda savaşlarıyla zayıflatılıyor, itibarsızlaştırılıyor, küçük düşürülüyor. Amerikan siyasetlerini kabul etmeyen, komplo ve paranoyaya dayalı Amerikan yaklaşımlarını reddeden ülkeler, “insan hakları karşıtı” muamelesi görüyor. Amerika, jeopolitik anlamda kontrol etmek istediği her hangi bir bölgeyi muhayyel bir “terör tehdidi” icat etmek suretiyle silahlandırıyor. Bütün dünyaya askeri yöntemlerle tahakküm etmek isteyen bir güç, büyük bir ahlaksızlık sergileyerek, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarını sınırsızca sömürüyor. Emperyalist tahakküm savaşları “iyi savaşlar”, bu savaşlara direnen erdemli topluluklar “terörist” olarak tanımlanabiliyor. “Teröre karşı savaş”, “insan hakları”, “demokrasi” gibi kavramlar psikolojik savaşın silahları olarak kullanılıyor.
Modern bütün kavramlar ideolojik, politik, ekonomik çıkar aracı olarak, bıktırıcı bir biçimde, bunaltıcı bir biçimde sürekli olarak gündemde tutuluyor. Emperyal küresel strateji enerji kaynaklarının, hareketlerinin kontrolünü amaçladığı gibi toplumlarımız ve zihinlerimiz üzerinde kültürel ve ideolojik kontrolü de amaçlıyor. Hukuk düzeni çıkar mülahazalarıyla küresel ölçekte ihlal ve ilga edilebiliyor. Hukuk ideolojik bir araç olarak kullanılabiliyor. Gerçek anlamı açık olmayan bir yığın tanımla sürekli olarak baskılanıyoruz. İnsan onurunun evrenselliği ilkesi ayaklar altına alınabiliyor. Güce dayalı küstahlık sınır tanımıyor. Emperyal tahakküm projesi “özgürleştirme” ve “serbest pazar” gibi maskelerle uygulamaya konuluyor.
Uluslararası hukuka karşı, insanlık vicdanına karşı, kendilerini sorumlu hissetmeyen Amerika/İngiltere/İsrail bu defa İran’a karşı zihinlerimizi yönlendirmeye çalışıyor. Küresel sistem, küresel kaos üreterek ilerliyor. Sistem sürekli olarak krizler, savaşlar ve gerilimler üretiyor. İsrail Batı’nın Ortadoğu temsilcisi olduğu için işlediği bütün çok ağır insanlık suçları bağışlanabiliyor. Bütün suçları bağışlandığı için İsrail, bütün bir Filistin’i içerisine alacak şekilde sürekli ve sistematik tehciri açıkça/fütursuzca sürdürebiliyor, Amerika İsrail’in güvenliğini güvence altına almak ve Siyonist politikaları eksiksiz bir biçimde finanse etmek için hiç bir ülkeye yapmadığı yardımları İsrail’e yapıyor. Amerika ve Avrupa, İsrail’e yönelik olarak muhayyel bir tehdidi “varoluşsal bir tehdit” olarak korkunç bir biçimde abartıyor. Siyonist strateji, Filistinliler için hayatın ve bütün koşulların nihai derecede ağırlaştırılmasını, nihai derecede kötüleştirilmesini, hiç bir biçimde tahammül edilemez hale getirilmesini ve bu yolla da Filistinlilerin Filistin’i terke mecbur bırakılmasını amaçlıyor.
Bütün dünyada ideolojik ve ırkçı iklim, emperyalist ve faşist iklim insani iklimi, vicdani iklimi iğrenç bir biçim de kirletiyor.
İdeolojik ve ırkçı yaklaşımların egemenliği, insan’ı, siyasal bir denklemdeki rakamlardan ibaret sapık bir zihniyete dönüştürüyor.
Siyaset askeri güçler aracılığıyla biçimlendiriliyor. Özgürlük, Amerikan hayat tarzını paylaşmak anlamına geliyor. Bireysel çıkar kavgaları/mücadeleleri de özgürlüğün bir gereği gibi görülebiliyor. Sömürgeci egemenlikler “demokrasi” maskesi altında sürdürülüyor. Demokrasilerin Bush gibi, Blair gibi katilleri/ canileri/ hırsızları da seçtiği çok çabuk unutuluyor. Çoğunlukların görüşlerinin, tercihlerinin ahlaki olmayabileceği, doğru olmayabileceği, isabetli olmayabileceği düşünülmüyor.
Her toplumda ahlaksızlık toplumsallaşıyor, sorumluluk kültürü bütünüyle yok ediliyor. Ahlaksızlık toplumsallaşınca her şey mümkün ve mubah hale gelebiliyor. Neo-liberal kültür, bütün sapıklıklar/sapkınlıklar için özgürlük istiyor. Neo-liberal kültür her tür hayvani tezahürleri meşrulaştırmak istiyor.
Günümüzde dünya görüşleri ve hayat tarzları arasındaki farklılıklar, rekabetler, ideolojik savaş nedeni olabiliyor. Modern dünya İran’a yönelik olarak bir rövanş savaşına hazırlanıyor. Çıkar ihtirasları aklın körlüğüne yol açabiliyor. Her devletin bir tehdit karşısında kaldığında, iktidarını somutlaştırmak üzere, caydırıcı fiziksel güç kullanma hakkına sahip olduğu, İran söz konusu olduğunda hatırlanmıyor. Bütün bunları tartışırken/konuşurken, Amerika’nın dünyanın 700 ayrı bölgesinde askeri tesis bulundurduğunu, bu tesislerin en kapsamlı olanlarının Türkiye’de halen faaliyet halinde bulunduğunu konuşmuyor, tartışmıyoruz. Zihinlerimiz kontrol altında tutulduğu için, neyi, ne zaman, ne kadar konuşacağımıza biz karar vermiyoruz. İslamofobi Batı’da yeni bir ideoloji olarak yükseliyor, İslam’a karşı sağ ve sol birlikte hareket ediyor. Hepimiz, her yerde ideolojik bayağılıkların oluşturduğu faşizan/baskıcı bir ortama maruz kalıyoruz. İdeolojik anlamda gözaltında tutuluyoruz. Neo-liberal dünya iyi/kötü, meşru/gayrimeşru, doğru/yanlış, ahlaki/gayriahlâkî kavramlarından bütünüyle bağımsız bir ‘özgürlük’ iklimi oluşturmaya çalışıyor. Siyasal ikiyüzlülükler, siyasal yalanlar, ekonomik çıkarlar için normalleştiriliyor. Darfur’da petrol arama haklarının Çin’li petrol şirketlerine verilmesiyle birlikte, Amerika’nın Sudan rejimiyle ilgili soykırım iddialarını gündeme getirdiğini hatırlamak gerekiyor. Amerika, öteden beri, Güney Sudan’daki rejim karşıtı unsurları silahlandırıyor, bu unsurlara her tür desteği sağlıyordu. Amerika Sudan rejimini istikrarsızlaştırmak üzere Çad’daki dikta rejimine silah sağlayarak Darfur üzerine askeri saldırılar düzenlemelerini hazırladı. Darfur petrolü, Amerika ile Çin arasında çok ciddi bir çatışma ve rekabet konusudur, petrol rekabetine dayalı bir konuyu Amerika, insanlığa karşı işlenmiş suçlar noktasına taşıdı. Kaldı ki, Birleşmiş Milletler heyeti Darfur’da soykırım yapılmamıştır raporu da vermişti.
Liberal ve komünist dünyaya karşı, İslam’ın siyasal bir seçenek halinde İran’da tarihe girmesiyle birlikte İran, kuşatma ve ambargo altında tutuluyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Çin bireyciliği reddeden, toplum temelli; liberalizmi reddeden, devlet merkezli, demokrasi yerine Çin değerlerine dayalı otoriter bir siyasal modeli gerçekleştirerek, Batı kurumlarına ve kavramlarına insanlığın mahkûm olmadığını gösteriyor. Küreselleştirilmeye çalışılan Batılı siyasal değerler, Çin’in yükselmesiyle birlikte anlamını yitirecek. Çin farklı bir ekonomik modelin, farklı bir siyasal modelin mümkün ve meşru olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Çin, küresel bir güç haline gelmeyi başardığı için, modern-seküler dünya, İran’a karşı aldığı düşmanca tavrı, Çin’e karşı alamıyor.
Tarihi yapma bilinci ve iradesi taşımayan toplumlar, tarihin kurbanı haline geliyor.
Teslimiyetçi kültürler, statükocu kültürler asla tarih yapamıyor.
Tarih yapabilmek için devrimci bir dil, dönüşüm, mücadele gerekiyor.
Nostalji kültürü ile hiç bir biçimde bir direniş mücadelesi veremeyeceğimizi anlamamız gerekiyor.
Eyleme geçme iradesine sahip olmayan bireyler, toplumlar, cemaatler nostalji kültürüne sığınırlar. Koşulların istediği istikamette sürüklenen bireyler, toplumlar, koşulları değiştirme, iradesine, bilincine, arzusuna sahip olmadıkları için, sürüklenirler.
Günümüzde gerçek anlamda Müslüman olmak, her tür dışlanmaya, etiketlenmeye, marjinalleştirilmeye açık hale gelmek demektir. İslamcılık bir bütünlük içerisinde gereği gibi temsil edildiği takdirde, bir hayli zor, zahmetli, onurlu ancak çok riskli bir sorumluluk biçimidir. Pasif dindarlığın ise hiç bir riski ve sorumluluğu yoktur. Günümüz tarihinin oluşturduğu kirli ve barbar gerçeklikle yüzleşme bilinci ve iradesi gösteremeyenler, İslami iddialarından/taleplerinden vazgeçerek, geri dönerek, pasif dindarlık alanlarında teselli arıyor. Günümüz dindarlığı ilahi hakikatin bütününe değil, kimi parçalarına inanıyor, İslami bilincin siyasal uyanışının, emperyalist dünyayı rahatsız etmesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, Müslüman aydınların, İslami bilincin siyasal uyanışından rahatsızlık duymaları anlaşılabilir bir durum değildir. Burada ancak bir bilinç erozyonundan söz edilebilir. Müslüman aydınların, içerisinde yaşadığımız kirli ve karanlık dönemi sorgulayan, fikirler, düşünceler, hesaplaşmalar, hareketler oluşturmaları gerekirken, nostalji kültürüne sığınmaları hiç bir yolla açıklanamaz.
İslami inançlarımız, hayat tarzımız sebebiyle hem bütün dünyada, hem de Türkiye’de “tehdit” unsuru sayıldığımız bir dönemde, bu barbar ve kirli tarih’te nerede durduğumuz, kimlerin yanında yer aldığımız çok büyük önem taşıyan bir konu haline gelmiştir. Bir şeyi istemekle, arzu etmekle, o şeyi gerçekleştirme iradesine sahip olmak ayrı ayrı şeylerdir. Arzu ettiğimiz şeyi gerçekleştirmek için, o konuda gerekli olan niteliklere sahip olabilmeli, ilgili konuda koşulları hazırlayabilmeliyiz. 11 Eylül sonrası dönemin, emperyal önyargılı ideolojik dili/söylemi/gündemi, İslami donanımları yeterli olmayan, nitelikli olmayan Müslüman aydınları yalnızlaştırdı. Sömürgeci söylem ve kültürel saldırılar karşısında İslami entelektüel hayat bir varlık gösteremeyince geri çekildi. Bunun yanında, toplumsal bilinci İslami anlamda dönüştürmek yerine, yaşadığımız dönemi “hoşgörü” söylemiyle çözümlemeye çalışan cemaatler, emperyal sistemin bütün kavram ve kurumlarıyla en geniş anlamda işbirliğini seçerek sistemin vazgeçilemez bir parçası haline geldiler. Bu akımlar/cemaatler özgürlük diline, bilincine, mücadelesine yabancı bir din algısı oluşturuyor. Mazlum, masum halkların, toplumların onurlu direniş mücadelelerini çok kibirli bir kayıtsızlıkla izliyor.
Zayıflığımız, güçsüzlüğümüz, iradesizliğimiz, parçalanmışlığımız, bilinçsizliğimiz, teslimiyetçiliğimiz, emperyalistlere, sömürgecilere güç veriyor. Bütün bu zaaflarımız sebebiyle her tür tahakküme açık hale geliyoruz. Teslimiyetçi bir kültür, toplumlarımızı emperyalist tahakküm politikalarının basit bir oyuncağı haline getirdi. Müslümanlar olarak, sömürgeciliğin uygarlaştırma maskesi altında yükselişe geçtiği 1492’den bu yana, her alanda çok ciddi meydan okumalarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu meydan okumalar yoluyla Batı, Batı dışı dünyayı nesne haline dönüştürdü, ötekileştirdi. Batı dışı dünyanın nesneleştirilmesi demek, Batı dışı dünyanın sömürgeleştirilebilir, tahakküm edilebilir, aşağılanabilir, işgal ve istila edilebilir, katliama tabi tutulabilir olduğunu iddia etmek demektir. Amerika, tarihe toprak gasplarıyla, işgallerle, emperyalizmle, toprak ve çevre katliamlarıyla girdi. Çapulcu sürüleri gibi her şeyi, her yeri yağmalayarak mekan üretimini gerçekleştirdi. Bugün de, Amerika bu alışkanlıklarını aynı şekilde sürdürüyor. Liberal değerler ve hayat tarzı adına bütün toplumları kontrol eden emperyal merkez, İran örneğinde görülebileceği üzere, İslami hayat tarzı ve dünya görüşü karşısında korkunç bir faşizm sergiliyor. Amerika’nın ve Avrupa’nın egemenlik alanı dışında kalarak, bağımsız politikalar geliştirdiği için İran, nefret ideolojileri tarafından kuşatılıyor. İran, İslam Devrimi yoluyla modern-seküler çerçeveleri mutlaklaştırma girişimlerini tartışılabilir, reddedilebilir bir noktaya getirdiği için, son dönemde moda haline getirilen güdümlü renkli devrimler yoluyla, emperyal sistemin sınırlan içerisine çekilmeye çalışılıyor.
İktibas, Mart 2010, sayı 375
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *