Genç kuşakların genel olarak bir sorgulama faaliyeti içerisinde bulunmaları zorunludur. Genç kuşaklar her tür sıradanlığa ve her tür tekdüzeliğe meydan okuyabilecek bir ahlaki cesarete sahip olmalıdır.
Her tür bağımlılık, edilginlik, teslimiyetçilik ve kölelik; bir yetersizliğin, yeteneksizliğin, cesaretsizlik ve çaresizliğin sonucudur. Mevcut olanla yetinen, koşullara pasif bir biçimde teslim olan, eleştirel yeteneklere sahip olmayan bireyler ve toplumlar, zihinsel bağımsızlığa, zihinsel üretkenliğe sahip olamazlar. Böyle bir ortamda entelektüel yenilenme ve çoğalma da söz konusu olamaz. İnsanlar, toplumlar, sorumluluklarının bilincinde olmadıkları takdirde yenilenmeye ihtiyaç duymazlar, yenilenmek için herhangi bir eylemde bulunmazlar.
Günümüzde toplumlarımız, yenilenmek için eylemde bulunmuyor, yeni insanlar için, yeni düşünceler/yaklaşımlar/inşalar için yeni arayışlara yönelmiyor. Sözler ve eylemler birbirlerini tamamlayarak, birbirlerini güçlendirerek yol alır ve ilerler. Bugün, pek çok İslami ilke/kavram eylem alanına geçmediği için, yalnızca bir özlemi ve beklentiyi ifade ediyor. İslam’ın temel, evrensel ilkelerinin büyük bir ihanetle karşı karşıya bulunduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu ihanetin somut bir tezahürü olarak; neoliberal/kapitalist/emperyalist/ulusçu trene, ılımlı İslam vagonu eklenmiş bulunuyor, İslami bütünlük, evrensellik ve Ümmet bilinci çok ağır bir tahribata uğrayınca, seküler bilginin zihinlerdeki iktidarına son veremiyoruz. Zihinlerimiz seküler bilgi tarafından işgal edildikten sonra, hangi tercihimiz/tarzımız/tavrımız/duruşumuz/eylemimiz gerçek İslam’ı yansıtabilir?
İslam toplumları, kolonyal taklitçilik saplantılarından özgürleşmeyi başaramadı. Bu saplantılardan özgürleşmek için, evrensel çapta İslami bilginin yeniden hayata/tarihe/topluma kazandırılması gerekiyordu. Egemen ırk ve kültürleri taklit eden, bağımlı ırklar ve kültürler, bağımsız düşünsel/entelektüel çerçeveler üretemediler. Günümüzde, Avrupalı olmayan kültürlerin kendi anlam ve değer sistemleri, kendi ahlak ve erdem ölçütleri, kendi siyasal tarzları olduğunu kabul etmeyen ideolojik ve ırkçı bir modernliğin meydan okumalarıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Oryantalist dil/söylem Batı’ya özgü her şeyi yüceltirken, İslam’a ait her şeyi olumsuz olarak kategorize ediyor. Batı dışı dünyanın nesneleştirilmesi demek, Batı dışı dünyanın sömürgeleştirilebilir, tahakküm edilebilir dünyalar olduğunu iddia etmek anlamına geliyor.
Seküler bilginin ideolojik iktidarı sebebiyle, karşı karşıya bulunduğumuz acil insanlık sorunlarına İslami karşılıklar/yanıtlar veremiyoruz. Bıktırıcı yavanlıklar, tekrarlar, kısırlaştırılmış duyarlıklar sebebiyle ırkçı dilin şizofrenik yansımaları, paranoyak sayıklamaları karşısında sessiz kalabiliyoruz. Irkçı/faşist hezeyanlar, insani sorunların çözümlenmesine geçit vermiyor. İslam’ın resmi yorumu; İslam’ın seküler, modern, ulusçu yorumlarla uzlaşmasını, bütünleşmesini sağlıyor. Evrensel İslamî bilinç zemininde üretemediğimiz, konuşamadığımız, eylemde ve etkide bulunamadığımız için, her durumda her tür olumsuzluğa maruz kalıyoruz. İnanç ve düşüncelerimizin toplumsal/siyasal bilince dönüşmesini sağlayamıyoruz. Bir pragmatizm çağında yaşıyor olduğumuz için, pragmatik ilişki biçimleri hepimizi kirletiyor. Ekonomik tercihler/politikalar, ahlaki konuları/sorunları gözardı ediyor. İslamî cemaatler sayılarını ve paralarını çoğaltmak için ahlaki olmayan bütün propaganda hilelerini/yalanlarını rahatlıkla kullanabiliyor. Cemaat çıkarı için her türlü yalan meşrulaştırılabiliyor. İdeolojik laiklik, ideolojik faşizm biçiminde İslamî özgürlükleri sonuna kadar kısıtlayabiliyor. İdeolojik unsurlar/çevreler, her koşulda, yorum tekelini ellerinde tutuyor, tutabiliyor. Bu nedenle de, toplumumuzda, hiçbir yenilenme gerçekleştirilemiyor. İslamî anlamda her tür ahlaki duruş/tepki/eleştiri, ideolojik meydan okumalarla püskürtülüyor. Sömürgeci bilgi her konuda baskısını hissettiriyor, ideolojik dil/söylem/iktidar karşısında ahlaki bir duruş sergileyemiyoruz. İslami bilgi ile dünyevi konularda, siyasal konularda, ekonomik konularda yorum yapma özgürlüğümüz yok. İslami bilgiyi ahirete ilişkin konularda, batıni konularda kullanmamız isteniyor.
Yaşamakta bulunduğumuz entelektüel altüst oluşlar nedeniyle, hepimizi kuşatan ideolojik duvarları aşamıyoruz. Ne yaparsak yapalım bu duvarlar içerisinde kalarak yapmamız dayatılıyor. Hayati/vazgeçilemez önceliklerimizi yeniden belirleme kararlılığı gösteremiyoruz. Kısır/yararsız polemiklerle meşgul olduğumuz için, bugün yapılması gerekenleri yapmıyor, bugün konuşulması gerekenleri konuşmuyoruz. İç bilgilerin, deruni bilgilerin kişisel bir bilgi olduğu için genelleştirilemeyeceğini unutuyor; cemaat liderlerinin, ayrıcalıklı bilgi/tecrübe/sezgilere sahip olduklarına, özel statüleri olduğuna inanabiliyoruz. Polemik yapmak üzere tasarlanan konuşmalar, yazılar daha çok ilgi toplayabiliyor. Müctehidlerin, ulemanın, hikmet adamlarının kolektif otoritesinden/rehberliğinden yoksun olduğumuz için, herkes çok keyfi bir biçimde dilediği tarzı, yorumu savunabiliyor. Böyle bir kolektif otoriteden yoksun bulunduğumuz için, birçok klinik olay, aramızda “mehdilik” iddialarıyla rahatlıkla dolaşıyor, taraftar toplayabiliyor. Kolektif bir bilinç ve rehberlikten yoksun bulunduğumuz için, tarihi aşan, etkileyen, dönüştüren, düşünceler, fikirler, bilgelikler ve etkinlikler üretemiyoruz. Günümüzde tarih ilgisi yalnızca siyasal olaylarla sınırlı bir zeminde ifadesini buluyor. Bir tarih bilincine sahip olmadığımız için, karşı karşıya bulunduğumuz süreçlerin içerisinden sorumsuzca, kayıtsızlık içerisinde geçiyoruz. Yapısal bir muhafazakârlık, kokuşmuş bir sağcılıkla malûl bir zihniyet sebebiyle, değişim süreçlerini harekete geçiremiyoruz. Bu nedenle de yapısal bir yenilenme yaşanamıyor. Her tür zihinsel müptezelliği/kirliliği içeren “sağcılığı” İslam’la bütünleştirmeye çalışan hamakat sahipleri hiç eksik olmuyor. Yapısal bir değişim gerçekleştiremediğimiz için, biçimsel dindarlıklarımızı sürdürüyor, aktif dindarlık alanlarına geçemiyoruz.
Yeni bir tarihsel dönemi, yeni bir zamanı başlatabilmek için, bir bilinç devrimi yaşamak gerekiyor, bir bilinç devriminin imkânları/ufukları üzerinde çalışmak gerekiyor.
Yeni bir dönemi başlatmak, yeni bir zamanı başlatmak için yeni/genç insanlara/kadrolara ihtiyacımız var. İslam’ı sağcılıkla, milliyetçilikle, muhafazakârlıkla eşitleyen cemaat liderlerinin hurda zihniyetleriyle/yaklaşımlarıyla hiçbir değişim/yenilenme gerçekleştirilemez.
Tarihin dikkatini çekebilmek için devrimci bir dil, yorum, söylem gerekiyor. Masal, menkıbe, sansasyon, efsane, hurafe satarak/pazarlayarak tarihin dikkatini çekemeyeceğimizi öğrenebilmeliyiz.
Toplumlarımızın ceza kolonileri haline getirildikleri bir çağda/zamanda/dönemde, İslamî ilgiyi, çabayı, gönül sohbetleriyle sınırlı bir ilgiye dönüştüremeyiz.
Genç kuşakların genel olarak bir sorgulama faaliyeti içerisinde bulunmaları zorunludur. Genç kuşaklar her tür sıradanlığa ve her tür tekdüzeliğe meydan okuyabilecek bir ahlaki cesarete sahip olmalıdır. Nostalji cemaatlerinin, romantik cemaatlerin genç kuşakları pasif tüketicilere dönüştürmeleri kabul edilemez bir durumdur. Genç kuşaklar kendilerinden önce gelenlerin tecrübelerinden yararlanmalı, ancak, kendilerini bu tecrübelerle sınırlandırmamalı, kendi dönemleriyle ilgili, kendi kuşaklarının ihtiyaçlarına/beklentilerine yanıt verebilecek düşünceler, yöntemler, yaklaşımlar oluşturmalıdır.
Yeni tarihsel dönemler/zamanlar, yeni insanlar, yeni kuşaklar, yeni sözcükler, tanımlar, heyecanlar ve öfkeler ister.
Bir bilinç devriminin ufku, ancak genç kuşakların çabalarıyla açılabilir.
İktibas, Ekim 2009, sayı 370 (Kasım 2013, sayı 419)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *