Seçim

Seçim

Namaz kılana oy vermek, İslâmî bir rejime oy vermek demek değildir. Oruç tutana oy vermek, İslâmî bir rejim için oy vermek, yani onu seçmiş olmak demek değildir. Bu konudaki genel yanılgı insanımızı içinden çıkamayacağı bir girdaba sokmaktadır.

Ercümend Özkan

Bir şeyi diğerinden üstün kılan sıfatı ile beğenip alma, tercih etme, öne çıkarma, öne çıkarılma, hayat verme demek olan seçim, her hususta söz konusu olduğu gibi, fikir seçimi, fikir taşıyanların seçimi, vaad sahiplerinin seçimi olarak da günlük hayatımızda kendini gösteren bir olgudur. Pazarda domates, patlıcan seçmekten, eve alınacak eşyayı seçmeye kadar hayat bir bakıma seçim hayatıdır. Elbiselik kumaş seçmek, oturmayı istediği evi seçmek, gömlek seçmek, gömleğin desenini, rengini seçmek gibi sonu nerede ise gelmeyecek şeylerin seçimi insan hayatını dolduran şeylerdir. Elbette ki yaşam tarzını seçmek, düşünceler içinden en isabetlisini seçmek, davranışlardan en iyisini seçmek de seçim konusu olan şeylerdendir ve insan, hayatı boyunca hep seçimle karşı karşıyadır.

Seçimle ilgili genel hususları, geçerli kuralları ile belirlemeye çalışarak insan için daha önemli ve öncelikli olan seçimler üzerinde durmak istiyoruz. Seçim; seçenin seçmesi söz konusu olan şeylerle ilgili sağlıklı bilgiler sahibi bulunmasını, tutarlı birikim sahibi bulunmasını, görgü ve bilgisinin üst düzeyde bulunmasını gerekli kılan bir husustur. Aksi takdirde seçilenlerin kalite düşüklüğü, seçenin ya çaresizliğini, ya da bilgi ve görgüsünün eksikliğini ve keyfiyetsizliğini gösterir. Yapılan seçim, seçenin keyfiyeti hakkında insana fikir verir ve onun tanınmasını kolaylaştırır. Zira seçimin sonucu, seçenin keyfiyeti ile yakından ilgili bir husustur. Seçtiğiniz ile kendinizi ele verirsiniz. Değerlendirilmenizde, seçimleriniz çok önemli bir ipucudur. Bu ipucu, hakkınızda bir yumağın yani daha etraflı algılamaların başlangıcını oluşturur.

Arkadaş seçimi, eş seçimi, komşu seçimi, akraba seçimi, önder seçimi insan hayatına yön veren önemli seçimlerdir. Diğer yandan siyasi olarak yönetim tarzı seçimi, insana ve topluma yön gösteren fikirlerin seçimi, ideolojinin seçimi ve giderek bu ideolojiyi uygulayacakların seçimi de, elbette insanın ve toplumun şekillenmesinde hayatî öneme haiz objelerdir.

Allah’ın insanların içinden fakat onlara gönderilmek üzere elçi (resul) seçimi de konumuzun temel esaslarındandır. Hayatın her alanı ile ilgili olarak seçim söz konusu olduğundan seçen, seçilen, üzerinde durulması ve vasıflarının detaylarıyla belirlenmesi gereken şeylerdir. Kim seçecektir, neyi seçecektir ve kimin için seçecektir soruları, cevaplarının olumlu olarak verilmesi halinde daha çok önem arzetmektedir. Bu sorular eşyanın tabiatına uygun olarak cevaplandırılırsa ancak, kimin, neyi, kim için seçtiği ya da seçeceği daha somutlaşan bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.

İnsanın seçemeyeceği ve yalnızca kendisi için seçilmiş olana razı olacağı hususlar da vardır. Örneğin insan ne zaman doğacağını, nerede doğacağını, nerede öleceğini, boyunu, gözünün rengini, ömrünü (hayat süresini), ana ve babasını, ana dilini, ırkını, rengini ve benzeri şeyleri kendisi seçemez. Bu ve benzeri hususların kendisi tarafından seçilemez oluşu, kendisi açısından bir kaderdir. Kendi dışından bir gücün, tabii kendini yaratan gücün, insanın kendisi için seçip beğendiğidir, takdir ettiğidir. Bu sebeblerden ötürü, kendisinin seçemediği ve kendisi için seçilenlerden ötürü de insan ne mutlu olur ne de mutsuz, zira mutluluk veya mutsuzluğun ana sebebleri bu seçilemeyen şeyler değildir. İnsana, insan olmasının sağlanması için akıllı olmak seçilmiş olduğundan, bir seçim aracı olan akıl ile insan kendini mutlu ya da mutsuz kılacak şeylerin seçimini kendisi yapacaktır. Akıl bunun için gereklidir, olmazsa olmazdır. İçgüdüler insana kişilik kazandıracak seçimler için yeterli değildir. Şayet yeterli olsa idi, içgüdü sahibi ve insan olmayan diğer yaratıklar da içgüdüleri ile yapacakları seçimlerin sonucundan memnun veya gayr-ı memnun olurlardı.

“Sizin için Allah İslam’ı seçti” (Mâide 5/3) cümlesindeki seçim, bizim için ama bizim dışımızdakinin seçimi olmasına rağmen kabule zorunlu bulunduğumuz bir seçim değildir. Nitekim insanlar da biri diğeri için seçimler yapmaktadırlar, yani bazı şeyleri veya davranışları uygun görmektedirler. Ama sonuç olarak kişi yine kendisi karar veriyor, kendisi için neyin uygun olduğuna. Bu itibarla da sonucundan kendisi sorumlu oluyor. Siz, filan genç için filan genç kızı uygun görür ve seçersiniz evlensinler için ama filan genç sizin kendisi için seçtiğinizi beğenmez, uygun bulmazsa, sizin uygun bulmanıza rağmen seçimine kendisi karar verecektir. Bu karar da, sizin seçiminizin aynısı olabileceği gibi gayrısı da olabilir. Uygun görmek, seçmek, sonuç olarak kişisel bir olgudur. Kişi kendisi için seçtiklerinden sorumlu tutulmaktadır. Başkalarının kendisi için seçtiklerinden değil.

Seçim insan hayatında gerçekten çok önemli yere sahiptir. İnsan kişiliğinin oluşmasında, bu kişiliğin sürdürülmesinde veya değiştirilmesinde gerek kendisinin kendisi için, gerekse başkalarının onun için seçtiklerinde kendi varlığını bulan ve oluşan insan kişiliği, seçimlerin sonucu oluşmaktadır. Bu kişiliğin oluşmasında en esaslı şey seçimlerdir. Ana-babanın çocuğu için seçtikleri, çocuğun kendisi için seçtiği ve çocuk için başkalarının seçtikleri, daha da ilerisi insan için rabbi Allah’ın seçtiği, insan hayatı ve hayat sonrası için yönlendirici ve oluşturucudur. Fakat burada önemli bir husus olarak, sonucundan kendisinin sorumlu tutulacağı şeyi kişinin kendisine yaptırmak, bunu temin için kişinin aklını devreye sokmak, sağlıklı seçimler yapabilmesine olanaklar sunmak elbette ki en doğru olanıdır. Zira seçimini kendisi yapan kişi, sonucundan da kendisi sorumlu olacaktır. Madem ki sonuç önemlidir ve insanın sorumluluğu söz konusudur. Bu takdirde insan için seçimi en iyi kimin yapacağı sorusu karşımıza çıkmaktadır. İnsanı yaratan, yoktan vareden, onun varlık sahibi olmasını meşiyyetiyle mümkün kılan Allah, insanî zaaflardan da ırak bulunması münasebetiyle elbette ki insan için en isabetli seçimi yapacak mevkiin sahibidir. Bu sebeble de “Sizin (insan) için İslam’ı seçti” (5/3) ifadesi çok anlam ifade etmektedir.

Seçimin insan kişiliği, hayatı ve hayat sonrası açısından önemi büyüktür. Önemlidir ve öylesine önemlidir ki ondan daha önemli şey ve öncelikli şey yok denebilir. Bu sebeble insanların seçimlerini yapabilmeleri, bu seçimlerinin sağlıklı bir şekilde yapılması ve seçilen düşüncenin ve hayat tarzının insan fıtratına ve eşyanın tabiatına uygun şeylerden oluşması mutlaka elzemdir ve hayatî önemi ve önceliği haizdir. Mes’eleyi bu şekilde özet olarak ortaya koyduktan sonra üzerine giderek daha açıkça belirlemek gerekmektedir.

İnsan fıtratında akıl onu önemli kılan en esaslı unsurdur. Diğer yaratılmışlardan üstün ve önde bulunması ve sonucunda da sorumluluk yüklenmesi, sahibi kılındığı akıl sebebiyledir. Bundan dolayıdır ki seçim söz konusu olduğunda akıl da söz konusudur. Zira seçimi yapacak unsur akıldır. Aklın sağlıklı, takıntısız, iyi işleyen, önündeki malzemesi çok ve alternatifi olmasına gerek vardır. Ki bu suretle rahat ve isabetli seçim yapabilsin.

Kendisinin, doğduğunda ve düşünmeye başladığında hazır bulduğu kainatın ve yaşadığı hayatın sahibi hakkında esas görüş, kanaat sahibi bulunması gerekmektedir. Bu noktada insan için akıl yol göstericidir. Düşünerek kendisini, tüm eşyayı ve hayatını yaratanın varlığına ve birliğine varacak olan akıl, bütün bu şeylerin gerçek sahibini kabullenici niteliktedir. Doğrusu bozulmamış bir akıl, yaratıldığı doğal şekliyle bunu yapabilecek güçtedir. Bu seçimin sonucunda akıl, başlangıcı ve sonu bulunmayan, gerçekten her şeyi yapmaya kâdir bir Allah’ın varlığını kabulden gayrı bir yol bulamaz.

Allah’ın, yaratıcı ve yönetici olarak kullarıyla ilgi kurması ise insanların içinden seçtiği ve kendilerine vahyettiği elçileri vasıtasıyla olmaktadır. Elçiler, içinden seçildikleri ve kendilerine gönderildikleri toplumlarına, en yakın çevrelerinden başlayarak kendilerine gelen vahyi açıklamakta ve insanları düşünmeye, akletmeye çağırmaktadırlar. Nelere, nasıl ve ne kadarı ile inanmaları gerektiği, neleri kötü, neleri iyi bilmek ve kaçınmakla yapmamız gereken şeyleri açıklayan vahiy insanları, doğalarına uygun yaşayabilmeleri için gerekli şeylerle cihazlandırmak suretiyle hem bu hayatın, hem de ikinci hayatın insan için huzur verici, tatmin edici ve mutluluk sağlayıcı olarak geçirilmesini sağlamaya yönelik niteliktedir. Bu niteliğiyle vahiyle yarışabilecek bir alternatif yoktur keyfiyet bakımından. Lâkin insan vahyin karşısında hep nefsini, hevâsını bulmuş ve çoğu kez de maalesef vahye uyacağına hevâsına uymuştur.

Biz müslümanlar vahye üstünlük tanıyanlarız. Bu sebeble müslümanlarız. Zira vahiy, bizi yaratanın bizler için uygun gördüklerinin ifadesidir. Biz insanları kendimizden elbette daha iyi düşünen, en iyisini bizlere lâyık gören kendi nefislerimiz değil, O’dur. Bu denli isabetli seçimi bizler için yapan Rabbimiz Allah’a bu sebeble teslim olanlarız. Bu teslimiyet bize hayat vermektedir. Hem de iki hayatı birden vermektedir. Bu iki hayattaki mutluluk, memnuniyet bizi yalnızca şükür borçlu kılmaktadır. Bu şükrümüzü ise yine kendimize mutluluk sağlayan sahih inanç ve salih ameller işleyerek, yani kendi lehimize şeyler yaparak yerine getiriyoruz.

Seçimini hevâsına uyarak, içinde yaşadıklarına tepki olarak oluşturanların giderek geleceği yer, hüsrana uğramaktır. Bugün Sovyetler Birliği’nin yaşadığı hüsran bütün dünyanın gündemindedir. Vaktiyle yaptıkları seçimin Sovyet toplumu için, aradan ancak yetmiş sene geçtikten sonra bir sürekliliği, bir dayanıklılığı bulunmadığı görülmüş ve toplumu bütün katmanlarıyla bir perişanlığın içine, çıkılması güç bir şekilde sokmuştur. Nasıl kurtulacakları hususunda da, terketmeye çalıştıkları rejimi benimserken yaptıkları gibi tepkisel davranıyorlar. Batı toplumlarındaki kapitalist-laik-demokrasilere geçmeye çalışıyorlar. Batı’yı bahtiyar etmeyen laik-demokrasiler Sovyet halklarını mı mutlu kılacaktır!

İnsanlar ve toplumlar seçimlerini yaparlarken mutlaka içinde yaşadıkları şartları göz önünde bulundururlar, bulundurmalıdırlar da. Lâkin içinde yaşadıkları şartlar ve bu şartların ağırlığı, insana seçimini yaparken engel teşkil edecek, daha doğruları düşünmesine engel olacak boyutlara varmamalı, vardırılmamalıdır. Böylesi hallerde seçim sağlıklı olmamakta, kitleler yine bir perişanlığın, ama belki farklı bir perişanlığın içine yuvarlanmaktadır. Nitekim kimi insanlar marksizmi bir dünya görüşü ve hayat tarzı olarak seçerlerken de aynı köklü yanlışı yapmışlar ve içinde yaşadıkları ezici, kahredici kapitalist düşünce ve uygulamalara gösterilebilecek tepkinin azamîsini göstererek bu seçimi yapmışlardı. Onları, seçtiklerinin kendilerini nerelere getireceğinden çok, kurtulacaklarını düşündükleri şeyler, şartlar etkiliyordu. Şimdi de aynı yanlışı yapıyorlar. Bu yanlış seçimlerinin de faturasını gün gelecek yine çok zor ödeyeceklerdir.

Türkiye ve halkı müslümanım diyen ülkelerin halkları için sağlıklı seçim İslâm’dır. Bu seçimi vaktiyle yapan bu halklar, seçimlerinin mürüvvetlerini de görmüşlerdir. Lâkin algılamalarındaki yanlışlar, düşünce ve davranışlarına tealluk eden görüşler üretmeme, eskileri olduğu gibi taklid etme ve kendilerini yenilememe hastalıkları, bu toplumları giderek İslâm’dan uzaklaştırmaya, şekilsel olarak ona bağlı kalmaya sevketmiş ve müslümanlar için İslâmî hayat, içi çürümüş bir çınar gibi sanki bitmişti. Yaşadığımız yıllar ve azamî otuz sene öncesine kadar süren bu ölmüşlük, bir yeniden dirilmeye yüz tutmuştur. Bilhassa genç kuşaklar arasında önü alınmaz şekilde gelişen Kur’an’a dönüş, Kur’an’la yüz yüze geliş sürecinin başlamış olması, Allah’ın sanki ölü bir ümmetten (toplumdan) diri bir toplum yaratıyor oluşunun günümüzdeki canlı örneğidir.

Türkiye’deki rejimi, laik-demokrasiyi Türk halkı seçmiş değildir. Büyüğü bildiklerinin seçimleridir bu rejim. Yasaklar, cezalar, yıldırmalar, hapisler, ölümler, idamlarla güven altına alınan laik-demokratik rejim bütün çabalara rağmen işlerliğini yitirmiş, halkın gözünde zaten bir şey ifade etmiyorken, daha da aşikâre bir şekilde müptezelliği görülmüştür. Halkın seçmediği fakat halk için bazı büyüklerin seçtiği ve zorla kendisine giydirilen bu laik-demokratik rejim, geniş halk kitlelerine ellerinde kalacak, ahirete götürebilecekleri bir şeyler verememiştir. Verebildiği ise yalnızca bu dünyada avunmak için geçici dünya metâıdır. Lâkin bunun da tadını alamayan insanlar zengini ve fakiri ile rahatsızdır, mutsuzdur. Hele ahirete götürebilecekleri kazançları ise onlar için azabtan başka bir şey verici değildir.

Bugünkü seçimler ise, yemeğe davet edilen bir insanın önüne konmuş ama her biri bir çeşit içki dökülerek pişirilmiş yemekler gibidir ki hangisinden yenilse haramdan yenilmiş olmaktadır. Hangisine oy verilse laik-demokratik rejime oy verilmiş olacaktır. Halk kitleleri, bilinçsizliğinden de yararlanılarak içkili yemeklerden bir içkili yemeği yemeye mecbur tutulmaktadır. En hayırlısı, bu sofradan aç kalkmaktır. Yani herhangi bir partiye oy vermemektir. Zira hangisine verilirse verilsin müslüman, parti olarak laik-demokrasiyi seçmiş, seçimini vahiy istikametinde değil, hevâsı istikametinde yapmış olacaktır. Ki bu seçimi kendisini Allah katında sorumlu kılacaktır. Bu sorumluluk ise elim bir azabtan başkası değildir.

Namaz kılana oy vermek, İslâmî bir rejime oy vermek demek değildir. Oruç tutana oy vermek, İslâmî bir rejim için oy vermek, yani onu seçmiş olmak demek değildir. Bu konudaki genel yanılgı insanımızı içinden çıkamayacağı bir girdaba sokmaktadır. Seçim sandığı başına para cezası vermemek için gideceklerin karşısına çıkarılan laik-demokratik partiler olduğundan, bunlardan herhangi birine oy vermemeleri, oylarını verecek bir partinin bulunması zaten yasak bulunduğundan, iptal oyu vermeleri kendileri için umulur ki Allah katında cezalarını hafifletici delilleri olacaktır. Tabiidir ki yalnızca beş yılda bir günah çıkarır gibi böyle bir oy atmakla kurtulamayacaklardır. Bütün hayatını Allah’ı razı edecek şekilde geçirmek zorundadır müslüman, şayet Allah’tan ecir umuyor ve altından ırmaklar akıtılan cennetler istiyorsa. İslâm’ı Kur’an’dan ve sahih sünnetten öğrenerek hayatına, düşünce ve davranışlarına bir kişilik kazandıracak müslüman, içinde yaşadığı rejimin değişmesine yönelik olarak önce kendi nefsindekileri değiştirmeye çalışacaktır. Bu süreç içinde en yakınından başlayarak diğer insanlara da İslâm’ın çağrısını götürecek ve kendi şahsında yaptığı güzel değişikliklerle güzel örnekler oluşturarak inandırıcılığını artıracaktır. Kendine güveni de artan müslüman, giderek başkalarının da güvenini kazanacak ve kazandığı güvenin kaynağının İslâm olduğunun görülmesine, anlaşılmasına vesile olacaktır.

Unutmayınız ki gaye vasıtayı meşru’ kılmaz. Meşru’ gayelere ancak meşru’ vasıtalarla varılabilir, ulaşılabilir. İslâm böyle söylemektedir. Birinci cümleyi fazlaca kullanan ve hayatlarının her boyutunda bunun örneklerini çokça gösterenlerin İslâm’la ilişkileri olamaz. Kendisini İslâm diye tanıttığı ve halka kendisini böyle takdim ettiği halde İslâm’la uzaktan yakından alakası bulunmayan ölçüleri kullananların da İslâm’la uzaktan yakından alakası bulunamaz. İslâm doğruluktur, doğruların dinidir. Benimseyenleri dosdoğru yapar. Eğriler İslâm olamazlar eğri kaldıkları sürece. Ya eğriliği terkedeceklerdir ve İslâm olacaklardır, ya da eğri kalıp İslâm’dan da uzak kalacaklardır. İnsanlara gazetelerinin birinci sayfasında sekiz sütun üzerine manşet olarak “Bizi seçin. On misli kazanacaksınız!” vaadinde bulunan yalancılara güvenilemez. Hangi peygamber çağrısını yaparken insanlara, “Bana inanınız, on misli kazanacaksınız” diye hitap etmiştir diye sorunuz kendinize.. Kur’an’da böylesi bir örnek bulamayacaksınız. Aldanmayınız, aldatılmayınız yalancılara..

Bize düşen yalnızca insanları hakka çağırmaktır, hakkı söylemek ve ona uymaktır. Hakk adına çıktıkları halde insanları bâtıla çağıranların ise hesabını Allah görecektir. Veyl! O günün şiddetinden kaçınmayanlara!..

(İktibas, sayı 154)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *