“Özetle diyoruz ve hep dedik ki, Bizler müslümanız İrancı veya Türkiyeci değiliz. Bizi üstün kılan Türkiyeci veya İrancı olmak değil, İslâm’ın üstün değerleridir. Bunları nerede görürsek ancak sevinir ve kıvanırız.”
Ercümend Özkan
Aziz Okuyucularımız!..
Geçen sayımızdaki (İktibas sayı 139) “Gezi Notları” (Humeyni’den sonra İran) ile ilgili olarak bazı okuyucularımızdan telefonlar aldık. Birkaç okuyucumuz da mektuplarında yazdılar. Bütün okuyucularımızın bildiği gibi biz bir topluluğa karşı ne buğzumuzla ne de hubbumuzla hareket etmekten kaçınmayı Kur’anî bir emir telakki ediyoruz. Bu sebeple de müslümanların yalnızca iyiliklerini istediğimizden bazı müşahadelerimizi yazıyoruz. Allah’tan başka kimseyi razı etmeyi de hiç düşünmüyoruz. İranlılar da müslüman kardeşlerimizdir. 10 yıl önce 1980’de gittiğimizde ithal peynir yeniyordu, on yıl sonra 1990’da gittiğimizde de yine ithal peynir yendiğini gördük ve üzüldük. Yazıyoruz ki gerçekleri bilelim ve üzüntülerimize sebeb olan şeyler kalksın. Allah rızası için müslümanlar olarak başkalarına iyi örnek olmadıkça, olamadıkça, her yönümüzle, çalışmamış ve çalışkanlığımız da dahil güzel örnek olmadıkça bir varlık gösteremeyiz.
Geleneksel olarak bize intikal eden şeylerin tümü kötü değildir, eğri değildir. Örneğin müslümanlar olarak misafirseverliğimiz gerçekten yaşatılması gereken bir gelenek olduğu gibi, bilinç kazandırılması gereken de bir geleneğimizdir. Lâkin, bize bizden öncekilerin bıraktığı her şey birinden merdâne değildir. Kur’ânî değildir, sünnetle bağdaşmamaktadır. Böylesi gelenekleri de temizleyip ayıklamak ve atmak, yerlerine Kur’ânî ve sünnete ait olanlarını koymak gerekmektedir. Bu gerçek sünnîsinde, şiîsinde değişmeden böyledir. Müslümanım diyen insanlar dinlerini mezheplerinin önüne geçirmedikleri sürece hesaba kendilerini hazırlamış olmayacaklardır. Bunu belirtmek istiyoruz.
Özetle diyoruz ve hep dedik ki, Bizler müslümanız İrancı veya Türkiyeci değiliz. Bizi üstün kılan Türkiyeci veya İrancı olmak değil, İslâm’ın üstün değerleridir. Bunları nerede görürsek ancak sevinir ve kıvanırız. Biz müslümanlar(sözün gelişi) Muhammedci bile değilken nasıl olur da Humeynici veya falancı, filancı olabiliriz. Olduğumuz takdirde hesabı nasıl verebiliriz. Bunu mümkün ve doğru görmüyoruz. Hep böyle düşündük, böyle yaşamaya çalıştık. İnsan alkışlayacağı şeylerle, amin diyeceği şeylerle, amin demeyeceği şeyleri ayırdetmedikçe hüsrana uğrayanlardan olur.
Hepinize dosdoğru olan Allah’ın Kur’an’da belirlediği yolda yürümeyi ve bu yoldan ne sevginiz, ne de nefretiniz yüzünden çıkmamayı öneririz. Ki hak da budur.
Bir başka konu olarak geride bıraktığımız hacc mevsiminde Mekke’de meydana gelen TÜNEL FELAKETİ hepimizi üzmüştür. Hepsinin başında insan unsuru yatmaktadır. İnsanların bilinçsizliğine, ilgili ve yetkililerin de umursamazlığı katılınca önü alınmaz felekatler yaşanıyor. Bunların sonuncusunu yaşadığımızı da hiç sanmıyoruz. Peygamberin gününde de hacc ediliyor, insanlar Kabe’yi tavaf ediyor. Safa ile Merve arasında koşuyor ve Şeytan da taşlıyorlardı. Ama hiçbir kaynak bize, nafile bir iş olan şeytan taşlarken, haram işlendiğine(insanların ölümüne sebeb olunduğuna) dair bir belirti göstermiyor. Niye o zaman müslümanlar böylesi şeylerden kaçınıyorlardı da şimdi kaçınmıyorlar. Hacer’ül-Esved’i öpmenin nafile bir iş olduğunu bilmeyen yoktur ama, bu nafile işi yapacağım diye insanların ezildiğini, ölümüne sebeb olunduğunu görmüşüzdür.
Hacc’da her yıl böylesi olaylar olmaktadır. Bu yıl rakamın yüksekliği çığlıkların ayyuka çıkmasına sebep oldu. Orada ölmeyi cennete gidebilmek için uygun gören zihniyeti terketmedikçe müslümanlar, hem bu ölümler devam edecek, hem de tedbirleri alınmayacaktır. Sanki Mekke’de ölen Cennete yakın yerde ölmektedir. Cennete yakın yer yalnızca Allah’ı razı eden yerlerdir. Belli mekanlar değil, belli akide ve belli davranış sahibi olmaktır. Önemli olan kim Allah’ı razı eden yolda ölürse Moskova’da da ölse cennete gider. Zira cennete gidebilmenin yolu yalnızca SAHİH BİR AKİDE SAHİBİ OLMAK ve SALİH AMEL sahibi bulunmaktır. Kişinin ülkesi, cinsiyeti, kavmiyeti, boyu, bosu, soyu cennete gidebilmekte en küçük de olsa dahli bulunmayan şeylerdir. Kur’an böyle yazıyor.
Kabe’ye özel bir statü tayin etme tekliflerine gelince bunu basite indirgenmişlik olarak görüyoruz. Zira İslâm’ın uygulanmadığı ülkeler, hangi sebeblerle Kabe’deki statüyü İslâm’ın belirlediği ilkelere uygun olarak uygulayacaklardır? Mümkün görüyor musunuz, biz görmüyoruz. Kabe de diğer arzlar gibi üzerinde Allah’ın hükümlerinin uygulandığı, Allah’ın hakimiyetinin geçerli olduğu bir belde haline gelmeden beklenenlerin hiçbirine kavuşmak mümkün olmayacaktır.
Düzensizliğin, malayaniliğin, umursamazlığın ve sorumsuzluğun sonucu yani tek kelime ile Allah’tan korkmazlığın sonucu olarak gördüğümüz TÜNEL FELAKETİ’nde vefat edenlere Allah’tan mağfiret diliyoruz. Yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Ve müslümanım diyenler bilinçlenmedikçe de bu tür olayların küçük veya büyük çaplı olanlarının yaşanmasının süreceğine dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Diyanet’ten Suudîlere, adı ne olursa olsun çeşitli organizasyonların gözlerini para bürümüşlüğünün de büyük payı bulunduğuna inandığımız bu tür felaketleri yaşamamanın yolu da İslâmî bilinç sahibi olmaktan geçmektedir. Kur’ân’ı ahlâk edinmekten geçmektedir. Kısaca kanaatımız budur.
Bulunduğu yeri kurtarmadan Kabe’yi kurtarmanın mümkün olmayacağı sünnetullah’a dikkatlerinizi çekiyor hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.
(İktibas, sayı 140)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *