Sünnettullah’ın bilinmesi eşyaya tealluk eden yanıyla eşyayı tanımayı ve ondan gereğince yararlanmayı sağlarken, insana tealluk eden yanıyla da insanı tanımayı, insanları tanımayı ve insanlar arasında cereyan eden ve edecek olayları açıklamayı kolaylaştırır.
Ercümend Özkan
Tekrarı ile âdet haline getirilmiş, aynı konudaki aynı davranışlara ‘Sünnet’ denildiğini biliyoruz. Kimi sünnet hiç terk edilmez hep işlenirken, kimi zaman zaman işlenmekte, kimi de işlenmesi işlenmemesinden daha az bulunmaktadır. İşlenme veya terk edilme derecesine göre tâlî isimlendirmesi de yapılan sünnet, az cereyan etse de, aynı konuda aynı tavrın ortaya konulmasıdır.
İyi bir davranışın sünnet (âdet) haline getirilmesi gibi, kötü bir davranışın da sünnet (âdet) halini aldığını biliyoruz. Gerek ferdin, gerekse bir toplumun âdetleştirdiği davranışlara mukannenliği bakımından sünnet deniliyor.
Bizim burada konumuz Allah’ın âdetleştirdiği işleridir. Bu işler insan, hayat ve kainâtın yaratılışından yaratılanlara verilen özelliklere (eşyanın kaderi), yarattıklarını tâbî kıldığı kanunlardan ve bu kanunları eşyanın üzerinde hüküm sürer şekilde yaratmasına kadar tüm eşyayı kapsayan genişliktedir. Diğer yandan insan hilkati, onun en güzel şekilde yaratılmış ve yaratılmaya devam edilmekte oluşunu âdet (sünnet) hâline getiren Allah, insanlar arasındaki ilişkileri, insanlara gönderdiği peygamberlere verdiği talimatta edindiği âdetleri, insanların peygamberleri kabul veya reddetmekte edindikleri âdetleri ve peygamberlerin âdet(sünnet)lerinden Kur’an’da sıkça söz edilmektedir.
Allah’ın kanunları anlamına gelen Sünnetullah’ın değiştirilmesinin, onda bir değişiklik bulunmasının mümkün olmadığını, Kur’an’da Allah söylemektedir. Bunu defaatle tekîd eden âyetlerde: «…Bizim kanunumuzda (sünnetimizde) bir değişiklik bulamazsın.»(17/77), «Allah’ın kanununu değiştirmeye (imkân, yol) bulamazsın.»(33/62), «Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın.»(35/43), «Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın.»(48/23), «Fakat hışm(kızgınlık)ımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. (Bu) Allah’ın, kulları hakkındaki eskiden beri yürürlükte olan kanunudur.»(40/85) buyuran Allah, kendisinden bir cezalandırma gelmedikçe insanların çoğunun inanmadığını, O’nun hışmını takiben de inanmanın inananlara bir fayda sağlamadığı(inanmışlar gibi muamele görmeye hak kazanmadıkları)nı, bunun ise Allah’ın bir sünneti olduğunu anlatmaktadır. Allah’ın kendisi için kanun edindiği, âdet haline getirdiği işlerinin değişmediğini, değişmeyeceğini bilmekteyiz.
Eşyayı gereğince tanımak, ondaki özellikleri bilmektir. Eşyanın tâbi bulunduğu kanunları bilmek Allah’ın eşya ile ilgili sünnetlerini bilmektir. Bu sünnetlerin bilinmesi müşkillerin çözülmesini kolaylaştırır, eşyayı ve olayları gerçeklerine uygun izahlara kavuşturmayı mümkün kılar.
İnsan fıtratını tanımak, insanı tanımayı mümkün kılar. İnsanları ve aralarında cereyan eden ilişkileri, bunların tâbi bulunduğu kanunları bilmek insanı izah etmeyi, insanlar arasındaki iş ve ilişkilerin açıklanmasını mümkün kılar. Kendi cinsinin, başından bu yana yapageldiklerini, yapmayı âdet edindiklerini tanımak, tarihte geçen olayları açıklamayı kolaylaştırırken, günümüzde ve gelecekte de olacakların aynı sünnet üzere cereyan edeceği konusunda insanın ufkunu aydınlatır, ona takib edeceği yolu gösterir.
Sünnetullah’ın bilinmesi eşyaya tealluk eden yanıyla eşyayı tanımayı ve ondaki özellikleri öğrenerek eşyadan gereğince yararlanmayı sağlarken, insana tealluk eden yanıyla da insanı tanımayı, insanları tanımayı ve insanlar arasında cereyan eden ve edecek olayları açıklamayı kolaylaştırır.
Allah insanın günahlarını bağışlamak istiyor ve «Allah size (helâl ve haram) olanı açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına (sünnetlerine) iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir»(4/26) buyuruyor. Adem (a.s.)’den bu yana Allah’ın kendisi için âdet (sünnet) edindiği yol budur: İnsanlara doğruyu ve eğriyi (helâl ve haramı) bildirmek ve onların bağışlanmalarına yol hazırlamayı diliyor. Bu dileğini de başından beri gerçekleştirerek insanlara katından bağışlanmalarına yol açacak bildirimlerde bulunuyor, peygamberler gönderip onlarla açıklatıyor gönderdiklerini. Peygamber göndermek Allah için bir sünnettir. Her kavme içinden seçtiği insanlarla emir ve nehiylerini bildirmek, bunları açıklamak ve peygamber göndermedikçe de sorumlu tutmamak (tebliğin ulaşmadığını sorumlu tutmamak ya da sorumlu tutmak için her kavme peygamber göndermek şeklinde kapsamlı düşünülmeye müsait şekilde nâzil olmuştur bu konudaki âyetler) yine Allah’ın kendisine sünnet edindiği bir iş olmuştur.
«Yeryüzünde büyüklük taslama ve kötü tuzak kurma. Kötü tuzak ancak sahibine dolanır (bu bir Sünnetullah’tır). Onlar, öncekilerin kanunun(tâbi oldukları kanun)dan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın.»(35/43) âyetinde büyüklük taslamanın ve kötü tuzak kurmanın haram olduğu (Allah’ın râzı olmadığı işler olduğu) belirtiliyor ve bu tür işlerle ilgili Allah’ın kanununun (âdetinin, sünnetinin) kurulan kötü tuzağın sahibinin ayağına dolanacağı şeklinde sonuçlanacağı (bunun takdir edilmiş olduğu), böyle sonuçlanmanın kanun, sünnet olduğu belirtiliyor. Böyle yapanların, kendilerinden önce de böyle yapanların başlarına gelenden başkasının mı başlarına gelmesini beklediklerini, bunu beklememelerini, zira bu konudaki kanunun daha öncekilere şâmil olduğu gibi, kendilerini de kapsamına aldığını açıklamaktadır Allah. Büyüklük taslayan ve kötü tuzak kuranların böyle yaptıkları (bu kötü işleri yaptıkları) halde, diğer taraftan da tuzaklarının ayaklarına dolaşmamasını nasıl umabildikleri, ummaları için bir yol bulunmadığı, zira böyle yapanların başıboş bırakılmadıkları, tuzaklarının mutlaka ayaklarına dolaştığının genel geçer kanun olduğu tekrar edilmektedir. Başkaları için tuzak kuranların kendileri için tuzak kurulmayacağını ummaları için bir yol (Allah’ın kanununda bir yol) bulunmadığı yinelenmektedir. İnsan, başkaları için düşünebildiği iyiliği genelde kendisi için de düşünebildiği halde, kötülüğün karşılığını (kendi başına da aynısının geleceğini) beklemeye, düşünmeye bir türlü yatkın davranmamaktadır.
İnsan, lehine olan kanunların işlemesine hep istekli bulunduğu halde, yaptıklarından ötürü aleyhine işleyecek olan kanunların işlemesine hiç istekli değildir. Hattâ aleyhine olanların işlemesini istememektedir. İnsan, daha öncekiler için işlemiş olsa da böylesi kanunların kendisi için geçerli olduğunu ve hükmünü kendisi için de geçerli kılmaması için hiçbir sebeb bulunmadığını kabule yatkın değildir. İşte bundandır ki aleyhine olan işlerde devamlı olarak Sünnetullah’da bir değişiklik ummuş ve yaşadıkça da umacaktır. Bir yandan günah işleyecek, diğer yandan ‘Allah affeder’ diyebilecektir. Elbette Allah kullarını bağışlamak istiyor. Lâkin O’nun bağışlayıcılığının da yine Kendisi tarafından belirlenmiş kanunları bulunduğunu düşünmeye meyyal değildir insan ve lehine olanlar için bu kanunların geçerliğini hep ister ve beklerken, aleyhine olanlar için hiç de istekli değildir. «Kendilerine hidâyet geldiği (doğru yol gösterildiği) zaman insanları inanmaktan ve Rabb’lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilere (ait) âdet(sünnet)’in, kendilerine de gelmesi(ni) yahut azabın açıkça karşılarına gelmesi(ni beklemeleri)dir.»(18/55) Açıkça ifade edildiği gibi insan, aleyhine olanı, kendi cinsinden olanlara geldiğini bildiği ve kendisine bildirildiği halde bizzat kendisinin de başına gelmedikçe, gelmesi mukadder (takdir edilmiş, sünnet edinilmiş) olduğunu kabule yanaşmamaktadır. Örneğin yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmanın karşılığı Sünnetullah’da çetin bir azab olduğu, bu durumda bulunan herkesi bu sünnetin kapsamına aldığı bilindiği halde, insan zayıflığı sonucu hevâsının etkisi ile yalnızca kendisi, hele kendisi hakkında bu kanunun işleyeceğinden ziyade işlemeyeceğine hep daha yatkın bulunmuştur. Bu gerçek, âyetin ifade tarzından rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Allah’ın kaçınmamızı istediklerinden kaçınmayanlardan râzı olmaması nasıl O’nun sünneti ise, yapmamızı istediklerini yapmamızdan da râzı olması yine O’nun sünnetidir. «Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günahları) kendilerine bağışlanır»(8/38) diye hitab edilenler İnkâr edenler topluluğudur. Yani onlara «Vazgeçenlerle ilgili Sünnetullah» açıklanmaktadır, ki sonuçta (ahirette) Allah’a söyleyecek bir sözleri, ileri sürecekleri bir mazeretleri kalmasın. Evet, Allah âyetlerini böylece açıklamaktadır.
«Allah’ın öteden (başından) beri süregelen (sürekli olan) kanunudur bu.»(48/23) diye tekîd olunan kanunlar genel geçerdir ve her topluluk için hükmünü yürütürler. Allah tarafından açıklanan konuları kapsayan bu kanunların geçerliği, kimse tarafından değiştirilemez. Zira O, hükümde üstün olandır.
Allah’ın kimsenin değiştirmeye kâdir olmadığı kanunları (sünneti) bulunduğu gibi, uyup uymamakta ve sonucundan da sorumlu tutmaya kararlaştırdığı kanunları da vardır ve biz Kur’an’ın ifadesi ile bunlara ‘Allah’ın hükümleri’ diyoruz. Arabçada şeriât (umumî yol, ana cadde) anlamına gelen tabir de bu manayı ifade etmek üzere çok eskiden beri kullanılmaktadır. İşte Allah’ın hükümleri, insanlar arasında geçerli olsun, insanlar müşkillerini onlara göre çözümlesinler için gönderilmiştir. Kur’an böyle söylemektedir. Bu hükümlerin insanlar arasındaki geçerliğini kabullenmemek, kişinin şahsı ve ait olduğu toplum için geçerlikten kaldırmak da bir Sünnetullah’ı beraberinde getirmektedir. Bu Sünnetullah’da ise Allah’ın hükümlerini terk eden, şahsî ve toplumsal hayatını düzenlemesine son verenler için Allah Kur’an’da ‘Fâsıklar’ (5/47), ‘Zâlimler’ (5/45) ve ‘Kâfirler’ (5/44) demektedir. Zâlim, Fâsık ve Kâfirler için hazırlanan yerin de ateş olduğu bildirilmektedir. Yani kim fısk, zulm ve küfr içinde (halinde) bulunursa, bunlarla ilgili Sünnetullah ‘Allah’ın Azabı’nın onları bulmasıdır.
Allah’ın sünnetinden kaçış yoktur. Kimi sünneti (örneğin güneşi bulunduğu yerden başka bir yere taşımak gibi) değiştirilemez iken, kimi sünneti (örneğin insanlar arasında hükmedilsin diye gönderdiği hükümlere uymak veya terk etmek) insanlar tarafından uyup uymamakta müdahale edilmeyen, lâkin uyana mükafat, uymayana azab ulaştırmayı vaad ve sünnet ittihaz ettiğini biliyoruz. Kimi sünnetine uymanın ya da uymamanın sonucu hemen görülür iken, kimi sünnetine uyup uymamanın sonucu imhâl edilmiştir (sonraya bırakılmıştır).
Allah’ın dinde kullarına kolaylık dilemesi, gönderdiği dinin insan fıtratına uygunluğunun, uyarlığının ifadesidir. Sünnetullah’ı bilmek ve ona uygun hareket etmek yaşamı kolaylaştırırken, ona aykırı hareket etmek yaşam ve yaşam sonrasını zorlaştırmaktır.
Mutluluk, Sünnetullah’a uygun hareket etmektedir.
(İktibas, sayı 124)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *