Bir insan ben Allah için içki içtim diyebilir ve bundan onu razı etmeyi umabilir mi? Katiyyen hayır. Zira bir şeyi yalnızca Allah için yapıyorum demek Allah’ı razı etmeye yetmemektedir. Zira Allah, razı olacağı ve olmayacağı şeyleri belirlemiştir…
Ercümend Özkan
Her dünya görüşü kendine has değer ölçüleri ortaya koymuştur. Ya da, dünya görüşünün niteliğine uygun düşen değer ölçüleri vardır. Her konuda olduğu gibi davranışları değerli kılan ölçüler de o dünya görüşünün temeldeki niteliğine haizdir. İnsanlar belirli değer ölçüleriyle hareket etmekle mutluluk duymayı amaçlamışlardır. Dünya hayatının mutlulukla dolması birey (insan)in olduğu gibi toplumların da amacıdır.
Amacının mutlu olmasında birleşen insanlar bu mutluluğu sağlamada tuttukları yol itibariyle birleşmemişler, birleşememişlerdir. Eşyaya bakışın temelindeki farklılıkları, eşyanın tabiatını, insanın fıtratını kavrayışın esastaki isabetsizlikleri, mutlu olma yolunda birleşmeye engel teşkil etmiştir.
İnsanlar fıtratları itibarıyla birbirinin eşi olduğu hâlde bu fıtrat uygulanacak çareler konusunda biri diğerinden farklı yol tutmuştur. Çareler bakımından farklı oluşla birlikte bu çarelerin uygulanma metodu bakımından da farklılık hemen hemen beraber bulunmuştur.
İnsan gerçeği üzerindeki temel tespitlerinin yanlışlığı, bu gerçeğe uygulanacak çarelerin farklılığına yol açmıştır. İçinde yaşadığı dünyayı yanlış algılama ister bilememe sonucu olsun, ister tepkisel olarak doğsun insanın kendisiyle ilgili gerçeği anlamasında da büyük yanlışlara sebep olmuştur.
Konumuzun bir örnekle anlaşılmasını kolaylaştırmaya çalışalım. Düşününüz ki bir evdesiniz. Şu veya bu şekilde kendinizi bir evde bulmuşunuz ve hayatınız bu evde geçecektir. İster istemez sizin hayatınızın içinde geçeceği evle ilgili bir gerçeğe uygun bilginiz bulunmalıdır. Zira bütünüyle hayatınızı içinde geçireceğiniz bu ev hakkındaki bilginiz ve bu bilginin içinde bulunduğumuz evin gerçeğiyle uygun düşmesi ya da düşmemesi bütün hayatınızı etkileyecek, ona temeldeki kanaatiniz ile ilgili bir biçim verecek davranışları toplamını oluşturacaktır. Bu davranışların temel özelliği de ev ile aranızdaki ilginin özelliklerini taşıyacaktır.
Diyelim ki evde misafirsiniz. Yani evdeki konumumuz misafirliktir. Bu takdirde hayatınızın içinde geçeceği evdeki davranışlarınız misafirlik ölçüleri içinde cereyan edecek demektir. Bir kiracı veya ev sahibi gibi davranamayacaksınız. Zira içinde misafir bulunduğunuz evin sahibi ile ilişkilerinizin size huzur verici olması veya doğacak geçimsizlikler ister istemez sizi yakından ilgilendirecektir ve bütün hayatınızı şöyle veya böyle etkileyecektir. Sonuçta tespiti isabetli yapmanıza bağlı olarak ya mutlu olacaksınız veya tespiti yanlış yapmanızın tabii sonucu olarak mutsuz, huzursuz olacaksınız.
Keza aynı evde kiracı olarak bulunduğunuzu varsaysanız bu takdirde kiracılığınızı bilerek hareket etmeniz de iyi sonuçlar doğacak iken bilmemeniz ve kiracılığın aksine hareket etmekle yine huzursuz olacaksınız demektir.
Bu evin sahibi bulunduğunuzu kabul etmeniz hâlinde ise bir ev sahibi gibi değil de misafir veya kiracı gibi davranırsanız yine huzursuzluğunuz söz konusu olacaktır. İçinde bir hayatı yaşayacağınız evdeki yaşamınız rahattan huzurdan yoksun olacaktır. Evde evsahibi olarak bulunduğunuzu gerçek kabul edersek elbette ev sahibi gibi davranmalı ve böylece içinde bulunduğunuz gerçeğe uygun hareket etmelisiniz demektir.
Bir bütün hayatı içinde geçireceğiniz ev ile aranızdaki bağ nedir? Bu bağı doğru olarak tespit etmeniz ve tespit sonucu ortaya çıkacak gerçeğe uygun hareket etmeniz sayesindedir ki hayatınızın huzuru söz konusu olsun. Aksi hâlde yani esasta yapılacak hatanın sonucu bir daha aynı imkânı ele geçiremeyeceğiniz bir hayatı uygun olarak yaşayamayacaksınız demektir. Normal şartlarda hiçbir insanın kendi aklıyla içinde bulunduğu bu durumu yanlış değerlendirerek bir hayatı bütünüyle esastaki yanlışının üzerine kurması ve bunu uygulamaya koyması düşünülmemelidir.
Lakin tarih bilindiğinden bu yana insanların büyük bir çoğunluğu gerek kendileri gerekse hayatlarını yönlendirenlerin yaptıkları yanlış tespitleri toplumlarına kabul ettirmeleri sonucu içinde yaşadıkları dünyayı gerçeğine uygun olarak değerlendirmemişler ve kendi akıllarıyla kendilerini huzursuzluğa mahkûm etmişlerdir.
İçinde bulunduğunuz evde kiracı iken mal sahibi veya misafir gibi davranmak nasıl insanı kısıtlayarak veya yapılması gerekenin üzerinde yetkisini aşarak davranmaya sevk ederse misafir olarak bulunduğumuz evde kiracı veya ev sahibi gibi davranmak da yalnızca (yetki aşılması şeklinde de olsa) rahatsızlık doğuracaktır. Keza sahibi bulunduğunuz bir evdeyseniz ve bu evde hayatınızı bir misafir veya kiracı gibi geçirmenizin doğuracağı sıkıntılarla kendi kendinizi kısıtlıyorsunuz demektir ki, hemen herhâlde insanın içinde bulunduğu konumunu gerçeğine uygun olarak tespit etmemekten doğan sıkıntılar, huzursuzluklar karışımıza çıkmaktadır ve bütün bu hâller içinde bulunduğunuz konumu gerçeğine uygunluk olarak tespit etmemekten, edememekten kaynaklanmaktadır.
Bu sebepledir ki esas müşkil (sorun) temeldeki soruyu cevaplamak, bu sorunun olumlu cevabını bulmakta görünmektedir. Gerçekten bulduğunuz evde misafir iken kiracı veya ev sahibi gibi tasarruflarda bulunmaya yeltenseniz müdahale ile karşılaşır ve evin kiracısı veya sahibi ile nizaa düşersiniz ki, huzursuzluk doğurur. Ev sahibi olduğumuz hâlde bütün bir hayatı misafir gibi geçirmenizin de sıkıntıları diğerinden az değildir. Kiracı olduğunuz hâlde zaman zaman ev sahibi gibi veya misafir gibi davranmak yine yetki aşımı veya yetki kısılması olarak size huzursuzluk verecektir.
İçinde yaşadığımız dünyadaki konumumuza baktığımızda görüyoruz ki mal sahibinin bir ömrü içinde geçirmemiz için bizim misafir olarak kabul ettiği, içinde bulunan nimetlerden yararlandırdığı, bizden sonra burada misafir edilecekleri de bizden evvel misafir edilmişleri düşünmemiz gerektiği gibi düşünerek, yaşamamızı istediği, ev sahibi olarak içinde yaşadığımız sürece riayet etmemiz gereken birtakım kaideler koyduğu, kullanılmasını yasakladığı eşyaları bulunan mutlaka yerine getirmemiz gereken vazifelerimizin de belirtildiği bir emanet dünyada yaşıyoruz. Bilmeliyiz ki ev bizim değildir, bilmeliyiz ki evin sahibi tekdir. Bilmeliyiz ki evin sahibini razı eden bir misafir gibi davranmalıyız. Bilmeliyiz ki sonuçta koyduğu kaidelere riayet etmeyen misafirlerinden (veya kiracısından) evde nasıl yaşadığı, yaptırılmaması gereken neleri yaptığı sorulacağı gibi, yapılması gerektiği hâlde neleri yapmadığı da sorulacaktır.. Ve bütün bunların başında da, hem kendisini yaratanın hem de içinde yaşadığı dünyayı yaratanın, içindeki bütün nimetleri yaratanın da kendisi olduğunun, bütün bunlar da ortağı bulunmadığının tek olduğunun bilinmesini istemektedir.
İçinde bütün bir hayatı yaşadığınız dünyadaki yaşamımızda bizden istenilen şeylerin toplamı bu dünyanın sahibini razı etmektir. Misafirhanedeki ikameti sırasında misafirhanenin sahibini toplam olarak razı eden, içinde temelli kalacakları cennetlere konulacak kullarıdır. Yani misafirliklerinin sonu cennetteki temelli ikametleri olacaktır. Misafirliklerini misafirliği süresince uyulması gereken kaidelere riayet etmeden geçirenler ise cehenneme konulacaktır ki orası ne kötü bir ikametgahtır.
İnsanların dünya hayatlarında tek düşünecekleri şey, bu hayatın ve her şeyin yaratıcısı olan Allah’ı razı etmektir. Bütün davranışları aynı hedefi gerçekleştirici nitelikte olmalıdır. Allah’ı razı edecek nitelikteki işler Kur’an’la belirtildiği gibi, Allah’ın elçisince de açıklanmıştır. Onu birlemeden yetimin malına el uzatmamaya, yapılmasını yasakladığı şeylerden uzak durmak ve yapılmasını emrettiği her şeyi yerine getirme çabası içinde olmaya kadar… İnsanın ailesiyle arasındaki onun belirlediği hukuka riayetten, men ettiği faizden uzak durmaya kadar bütün işlerde, namaz kılmaktan alış verişte dürüst davranmaya, hayvanlara merhametli olmaktan topluma düzen verecek kaidelerin onun rızasını celb edici bir tavır uyumluluğu içinde bulunmak gerekmektedir.
İslam’da davranışların (amellerin) ölçüsü Allah rızasıdır. Herhangi bir amel küçük veya büyük olsun, sıkıntısı bulunsun veya bulunmasın, iktisadi veya siyasi olsun, ailevi veya içtimai olsun, mutlak surette yaratıcıyı razı etme ilkesine uygun olmalıdır. Allah’ı razı etme bir ilkedir. Davranış ilkesi… Bu sebeple her türlü davranış mutlaka Müslümanım diyen için bu ilkeye uygun düşmelidir. Uygun düştüğü takdirde değerlidir. Aksi takdirde hiçbir değeri yoktur.
Unutulmamalıdır ki bir hareket, kimin için yapılıyorsa onun nezdinde (tabii razı olacağı amaç ve biçimde yapılması hâlinde) değerli olur. Hareketlere (davranışlara) değer kazandıran şey kimin içinliği ve ne yapıldığıdır. Örneğin, bir insan ben Allah için içki içtim diyebilir ve bundan onu razı etmeyi umabilir mi? Katiyyen hayır. Zira bir şeyi yalnızca Allah için yapıyorum demek Allah’ı razı etmeye yetmemektedir. Zira Allah, razı olacağı ve olmayacağı şeyleri belirlemiştir. Aynı örneği ben içki içmiyorum fakat Allah’ı razı etmeyi düşünerek değil, dese yine Allah rızası doğmayacaktır. Zira herhangi bir davranışta bulunmak veya bir davranıştan özel olarak kaçınmak mutlaka birisi için olmalıdır ki, onun nezdinde değer ifade edebilsin.
Bu açıklamalardan sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu davranış, kimi razı etmek (kimin memnuniyetini kazanmak) için yapılıyorsa ancak onun nezdinde değerli olabilir. Bu da yine davranışın belirli bir şekle uygun düşmesi ile mümkündür. Bir insan bir kadını razı etmek, (onun sevgisini kazanmak için) birtakım mahrumiyetlere katlanıyorsa ve bunu yalnızca kadının belirlediği davranışlar olarak yapıyorsa razı ettirmeyi düşündüğü kadının rızasını (sevgisini) kazanacaktır. Aynı insan Allah’ın belirttiği meşru hudutlar içinde kendisine helal olan karısını, yine Allah’ın koyduğu kaidelere riayetle razı etmeye, fakat öncelikle Allah’ı razı etmek için çalışıyorsa bu takdirde hem Allah’ı razı eder hem de karısı olan kadını razı eder. Unutulmamalıdır ki zaman zaman iç içe görüntüye bürünen bu tür ilişkileri açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Konunun esası şu hususun iyice bilinmesinde yatmaktadır: Allah’ı razı etmeye yönelik düşünce ve davranış beraberliği eninde sonunda bu davranışın kendisine terettüp ettiği kişiyi razı edecekken (her zaman değilse de Allah bir vade içinde kadının razı olması için sebepler yaratacakken) davranışının kendisine taalluk ettiği kişiyi razı etme düşünce ve davranışı mutlaka o kişiyi davranış sahibinden razı olma sonucu da doğurmayabilir. Lakin davranış ve düşünce Allah için olmadığından mutlaka Allah’ı razı etmeyecektir.
İslam’da davranışlar(ameller)ın ölçüsü Allah rızasıdır. Kesinlikle bunun dışında değildir.
Faydacılık çıkarcılık menfaatcılık ya da maddenin tekamülünü sağlama gibi İslam dışı davranış, değer ölçülerinin İslam’da yeri ve zamanı yoktur. İslam’da ticaret helaldir. Ticaret sonucu genellikle insan için kazanç (menfaat) vardır. Bu görüntü ve benzeri görüntüler yanılmalara sebebiyet vermektedir. Bir Müslüman için Allah’ın çalışmayı emretmesi, ticaretinde bir çalışma (rızık kazanma) yolu olarak yine onun tarafından belirtilmesi ve riayet edilecek ticari kaidelerin de açıklanması ve bütün bunların bir arada bulunması hâlinde ticaret, Allah’ı razı etme yolu olarak bulunmaktadır. Ticaretin sonucunda doğan kazancın helal olması yukarıda açıkladığımız çerçeve içinde hareket edilmesiyle mümkündür ve bu kaidelere riayetle elde edilecek kazanç, çıkarcılık sonucu doğan kazanç değil, helal kazançtır. Zira çıkarcılık bir başka (İslam’dan başka) hayat telakkisinin, laik-kapitalist dünya görüşünün davranışları değerli kılan amel ölçüsüdür. Zira bu dünya görüşüne göre helalı-haramı (emir, yasak) koyan yaratıcı değil, insanların veya temsilcilerinin çoğunluğunun oylarıdır. Hâlbuki doğru-yanlış, helal-haram, iyi-kötü belirlemek elbette ki en büyüğün yetkisi dâhilinde bulunmalıdır. Biz ve herkes biliyor ki en büyük Allah’tır. İşte bu sebeple onun koyduğu değer ölçüsünün insanların davranışlarını değerli (onun nezdinde) kılan ölçüler olduğu, onun büyüklüğü kadar bir gerçek olarak karşımızdadır. Kabul edilmekten kaçınılması mümkün olmayan bir gerçek olarak…
Müslüman ister siyasi olsun, ister ticari, ister ahlâki olsun, ister içtimai olsun, ister yalnızca ibadete taalluk etsin, ister devlet yönetimine müteallik bulunsun, bütün davranışlarında mutlaka Allah’ı razı etme davranış ölçüsüne riayet ederek hareket etmelidir ki sonuca (onu razı etmeye) ulaşabilsin. Düşünce veya metot olarak bütün işlerimizde Allah’ı razı etmekle davranışlarımızın bir değer (O’nun nezdinde) kazanacağını, en büyük varlık nezdinde bir değere sahip olacağını bilmeliyiz. Aksi hâlde yaptığınız her şey heder (yok) olup gidecektir.
İnsana düşen O’nu razı etmek nedir, O nasıl razı olur, nasıl düşünmekle, neyi nasıl yapmakla Allah razı edilir, bunu araştırıp öğrenmek ve vasıl olduğu doğrulara göre davranmaktır.
(İktibas, sayı 86)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *