Hümanizm ve İslam

Hümanizm ve İslam

İnsana insan olarak, Yaratıcı’nın yarattıklarının en güzeli, mükemmeli olarak bakmak hümanizm değildir. İnsandan başka azîz bilmemek, tanımamak ve söz yerinde ise insanı en yüce bilmektir hümanizm ve ondan daha yüce bir şey bilmemektir.

Ercümend Özkan

Hümanizm, insanı konu edinip, ondaki temel niteliklerin geliştirilmesini amaçlayan düşünsel eğilimlerin tümü için kullanılan genel bir isimdir. Temelde insanı ele almakla birlikte insanı en üstün tutan ve insan üstü bir Varlığa yer tanımayan bu felsefede her şey insan içindir ve insan tarafından üretilir. Bu üretim hem fikrî hem de maddî üretimi, siyasi, sosyal ve hattâ dinî (!) her şeyi kapsar. Hümanizmde din de insan için, insan tarafından onun bir ihtiyacı olarak ortaya konulur. Eski Yunan ve Roma kültüründen kaynaklanan bu felsefe en canlı günlerini hıristiyanlığın ilk yıllarında göstermekle birlikte kısa zaman içinde putperest kültürle meczolarak asıl kaynağına, Yunan ve Roma kültürüne yöneldi. Ve İsâ (a.s.)’ın mesajından aldığı hızını paganist kültürün kontrolüne verdi.

Auguste Comte’un düşüncesinde insanlık dini, Schiller’in dilinde her türlü bilginin insan tabiâtına ve onun ana ihtiyaçlarına bağlı olduğunun ileri sürüldüğü bir öğreti olarak her türlü metafiziği reddeden düşünce biçimini alan hümanizm, günümüzde gerek maddî gerek manevî yönden insan kişiliğine saygı duyma, insanı azîz bilme manasına gelmekte ve hattâ insanın üzerinde bir başka azîz bilmemenin adıdır.

Hümanizme göre bütün değerler insan tarafından konulur, insan için konulur ve insan koyduğu için de değerlidir bu değerler. Ne tür kıymet hükmü olursa olsun meğer ki insan koymuştur, o halde değerlidir. Bir bakıma değerlilik ile değersizliğin birlikte değerli bulunması, hümanizmin dışlamadığı bir düşüncedir. Söz yerinde ise yüzer-gezer değerler sistemi geliştirmeyi amaçlayan, her an değişmeye tâbi bulunan, yeter ki insan tarafından konulsun da ne konulursa konulsun hükmüne değer veren, başka hiçbir şeyi göz önünde bulundurmadan insana ve insandan sâdır olana değer veren düşünce tarzına hümanizm denilmekte, hümanizm denildiğinde bu algılanılmaktadır. Yine söz yerinde ise şâyet —ki biz yerinde buluyoruz— insanın tanrılaştırıldığı bir düşünce sistemidir. İnsanın üzerinde bir başka azîz kabul etmeyen bu sistem kendini batı medeniyetinin inşasında göstermiş ve eseri ile bütün insanlığa acılar, kaoslar getirmiştir. Batının güdümündeki bugünkü dünya bir bakıma hümanizmin eseri sayılabilir. İnsanlıkta bıraktığı damak tadı hiçte hoş değildir. Acımsı, kahredici, zehir gibidir. Hemen bütün ülkeler bu tadı damaklarında hissetmektedirler. Ve kimileri ile başlayan uyanma sonucu batının hümanist dünyasından sür’atle uzaklaşma başlamıştır. Kimisi toplum olarak, kimisi de ferd olarak canını alıp başka dünyalara atmak için çırpınmaktadır. Sade isimlerden ünlü isimlere kadar niceleri bu bunalımdan kurtulmaya, kendilerine insanlıkları ile bağdaşacak bir dünya bulmaya çalışanların sayısı her geçen gün artıyor.

Öyle görünüyor ki insan, insan için insandan kalkarak başlayan saadeti arama işinde insanı aşamadığı, insan üstünde bir Varlığa ulaşamadığı için çaresiz kalmıştır. Bütün yaptıklarıyla insana ancak acılar, mutsuzluklar, bahtsızlıklar miras bırakabilmiştir.

İnsan elbette bir gerçektir. Lâkin gerçeklerin tümü olmadığı gibi en büyüğü de değildir. O, kendini aşmadıkça, Yaratanına ulaşmadıkça, O’nunla sağlam bağlar kuramadıkça bahtsızlığını yenememiştir. Tarih bunun örneklerinin her ülke ve her kavimde hikâyesini anlatan sayfalarla doludur. Bir bakıma tarih bunu anlatan kitaptır.

Biz görüyor ve inanıyoruz ki insan gerçekten değerlidir. Lâkin değerlilerin en değerlisi değildir. İnsan büyüktür, lâkin en büyük değildir. Belki yaratılmışların en büyüğüdür(95/4), en azîzidir. Bu itibarla Allah, Kur’an’ın çoğu âyetinde «Yâ Eyyühennâs!.» (Ey İnsanlar!.) diye hitab etmektedir. Sözüne başlarken, yarattıklarından en azîzi olan insanı muhatab almakta, ona hitab ederek, insan olarak yaratılmışlığının gereğini yerine getirebilmesi için, gönderdiği peygamberlerle ona mesajını iletmektedir. İnsan neye inanacak, nasıl inanacak, neyi iyi bilecek, neyi kötü bilecek? Bunu kendiliğinden koymaya kudreti bulunmayan insana bunu öğretiyor Yaratan.

Hümanizm, varlıklar içinde insanı azîz bilip, yalnızca onu yüceltirken, her türlü tavır ve düşüncesine kudsiyet izafe ederken esastan yanılmaktadır. Zira insanı yaratan varlığı —Allah’ı— görmezlikten gelmektedir. Azîzlerin azîzi Allah’ın yerine onun eserlerinden birini koymakla esas yanlışını yapmaktadır. İnsan azîz ise —ki azîzdir— bu azîzlik kendisini yaratanın onu beğenip yaratmasından yani Yaratıcıdan gelmektedir. Öyle ise gerçek izzet —azîzlik— Yaratıcıdadır. O’nun azîzliğidir ki başka azîzler de bulunmasına imkân bahşetmiştir.

Hümanizm insandan yüce tanımazken, İslâm Allah’tan yüce tanımaz. Hümanizm insanı ilâhlaştırırken, İslâm Allah’ı ilâh bilir. Temeldeki bu ayrılık, bakış açısı farklılığı, sonuca kadar kendini göstererek sürer gider ve başka başka fakat birbirlerinden ayrı dinler oluşturur. Biri, hümanizmin oluşturduğu din, bâtıl, insanları huzursuz eden, kaoslara sürükleyen ve bir türlü sağlam temeller üzerinde zemin oluşturamayan, heyelanlı arazi gibi üzerindekileri tedirgin ederken, diğeri yani Allah’ın ilâh bilindiği İslâm, oynamayan bir zemin üzerinde sapasağlam yapılar, düşünceler, tavırlar ortaya çıkmasına ve insanlık sürdükçe de geçerliğini sürdüren gerçeklerin hakimiyetinin insanlığa huzur ve saadet bahşettiği iki ayrı ve birbirine hiç benzemez dünya meydana getirmektedir.

İnsana insan olarak, Yaratıcı’nın yarattıklarının en güzeli, mükemmeli olarak bakmak hümanizm değildir. İnsandan başka azîz bilmemek, tanımamak ve söz yerinde ise insanı en yüce bilmektir hümanizm ve ondan daha yüce bir şey bilmemektir. Halbuki İslâm hem insanı azîz bilmek, hem de böylesine azîz bir varlığı Yaratan’ın erişilmez izzetini kabullenmektir.

Böyle düşünmek, temeldeki bu fark, füruğda çok başka farkları da beraberinde getirir. Hümanizme göre en iyiyi yapmakta kaynak olarak insan görülürken, İslâm o insanı Yaratanın en iyiyi bildiğini kabullenmeyi gerektirir. Her konuda Yaratana hakimiyet tanımak, O’nun hükmüne teslim olmayı şiâr edinmek, O’nun insanlar için gönderdiği düzene göre insanların kendilerini düzene sokmaları gereğine inanmak ve âmil olmak, İslâm olmanın gereği iken hümanist olmanın gereği bu değildir. Bir bakıma insanı ilâhlaştıran hümanizm ile Allah’ı ilâh ilan eden İslâm birbirinin tamı tamına tersidir. Birisi İslâm’dır, teslimiyettir, diğeri isyândır, fısktır, şirktir, küfürdür.

Bir Müslümanın hümanist olması, olabilmesi mümkün değildir. Bu mümkün olsaydı hem müşrik hem de mü’min olmak da mümkün olurdu. İslâm kendini tarif ettiği gibi, hümanizm de kendini tarif ediyor. Bu tarifler çerçevesinde birini diğerinin içinde görebilmek, barındırabilmek mümkün değildir. Bilinmelidir ki İslâm, yalnız hümanizmle değil, İslâm olmayan hiçbir şeyle —adına ne denilirse denilsin— eş anlamlı olmadığı gibi, esasta benzerliği de yoktur. Bu itibarla da Müslüman yalnızca Müslüman olabilir, aynı zamanda bir başka şey de olamaz. Zira akide, insan fıtratına uygun olarak bir şeye hakimiyet tanımaya müsaittir. Ya insan ilâhtır, ya da Allah ilâhtır. Hem o, hem de diğeri ilâh olamaz. Zira ilâh olma —gerçek anlamda— ancak Tek olmayı gerektirmektedir. İnsana ise yaraşan, kendini ilah edinmek olmayıp, kendini yaratanı yani gerçek ilâh olanı —Allah’ı— ilâh edinmektir.

Özetlersek, insan Allah’ın yarattıklarının en azîzidir. Kendisini yaratan kendisinden elbette daha azîzdir. Kendisi de izzetini, Yaratan’ın azîz yaratmasından iktisab etmiştir. İzzeti ikincil olan, yani asıl izzet sahibinden alan bir azîzin ise en üstün olması, kendisinden üstün bulunmaması söz konusu olamaz. İnsanın gerçek yeri yaratılmışlığıdır. Kendisini Yaratan’ın farkında olması, O’nun ta’lim ve tebliğine kulak vermesi, kendini O’na teslim etmesiyle insan, gerçeğine uygun yerde bulunmuş olur. İnsan izzetini, yaratılırken kendisine verilen özelliklere ilave olarak Rabb’ine teslimiyeti ile kazanır. Eğer bu teslimiyet yoksa, gerçekleşmemişse hilkatindeki azîzlik de zillete dönüşür.

İnsanı İslâm’dan başka azîz eden bir şey de yoktur. Eğer olsa idi, İslâm’dan gayrı düşüncelerle kendi hayatlarına düzen verenleri azîz bulurduk. Onların zilletleri, onlara benzemeye çalışanları da zillete düşürerek sürüp gelmiştir. Bütün izzet ancak Allah Azimüşşân’ındır.

(İktibas, sayı 67)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *