Fikir

Fikir

Dünya hayatı hakkındaki esas fikir —akide— eşyanın tümü hakkında mütalea yürütmekle elde edilir. Eşyanın nasıl varolduğundan, varlıklarında taşıdıkları özelliklere kadar her şey birbiri ile alakalıdır ve bir yerde toplanmaktadır.

Ercümend Özkan

En geniş anlamıyla ‘Şey hakkındaki hükümler’ diye tanımlanmıştır. Şey; varlık, olay eşya, vakıa ezcümle kelam dilinde her şeyi kapsayıcı anlamıyla kullanılmakta ve Yaratıcı’yı da içine almaktadır. Her ne kadar günlük dilimizde çoğulunu eşya olarak kullandığımız cansız varlıkları ifade ediyorsa da tek başına ‘şey’ denildiğinde Yaratan, yaratılan canlı cansız her şey anlamında kullanılmaktadır. Hüküm ise; üzerine tealluk ettiği ‘şey’ hakkındaki yargı, düşünce manasındadır.

Fikir, ya akla ilka’ olunmuş ya da akıldan sâdır olmuştur. Yani aklın kendi mahsulü bulunmuştur. Akla ilka’ olunan fikre ise özel ifade ile ‘Vahiy-Vahy’ denilmiştir.

Fikir, zahiri itibariyle akıldan sâdır olmaktadır. Dış görünüşü itibariyle akıldan çıkmaktadır. Akıldan sâdır olan fikrin hangi şartlarda, hangi özellikleri taşıması halinde vahiy olduğu ise; fikrin mahiyetinden, münderecâtından, kapsadığı bilginin evsafından, ifade ediliş şeklinden ve sonuç olarak benzerinin insandan sâdır olmayışından anlaşılmaktadır. Nitekim hiçbir söz vahiyden daha güzel, beliğ, fasih ve anlamlı söylenememiş ve hiç kimse de vahiy kadar dört başı mamur söz söyleyememiştir. Hattâ onun bir benzerini getirmek de mümkün olamamıştır. Vahiy aklı ikna edicilik, kalbe tatmin vericilikte, gaybdan haberdâr edicilikte, belâgât, fesahât ve anlaşılır oluculukta rakib tanımamıştır.

Vahyin ifadelerinin geçerliği tartışma götürmez, anlamının eşyanın tabiâtına uygunluğunda şüphe edilmez, zamanları kapsayıcılığında tereddüt bulunmaz iken, vahiy olmayan fikirlerde bu vasıfların hiçbirisi vahiyle kıyas edilebilecek şekilde bulunmaz, bulunamaz. Zira Vahy, Yaratıcı’dan gelen haberler, bilgiler olduğundan, bütün zamanları kapsayıcı nitelik taşımaktadır. Yaratıcı’nın hududsuzluğu ondan sâdır olanlarda da eksiksizliğin ifadesidir.

Bilindiği gibi din, Allah’ın Nebî, Resul olarak seçtiği kişilere vahiy olarak ilettikleridir. Allah onlara vahyederken bundan yalnız kendilerinin haberi bulunmuş, aynı vasıta ile bir başkasına da ‘haber’ verilerek ‘Biz filana şunları şunları vahyettik, onu Resul seçtik’ denilmemiştir. Meselâ Hz. Muhammed (s.a.)’e vahyedildiği, aynı zamanda bir başkasına da bildirilerek örneğin Hz. Ebû Bekr veya Hz. Ali’ye de aynı haberci (Cebrail a.s.) gelerek ‘Allah, Muhammed’e vahyediyor, onu Resul seçti’ denilmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.) kendisine vahyedildiğini, Resul seçildiğini başkalarına kendisi söylemiştir. İnsanlar da buna —onun sözlerine— ya inanmışlar ya da inanmamışlardır.

Hz. Muhammed (s.a.) hem kendi dilinden konuşuyor, hem de Vahy geldikçe onları söylüyordu. Yani her iki tür söz de Onun lisanından sâdır oluyor, ondan çıkıyordu. Yalnız Peygamber söylediklerinin vahiy olanları için ‘Bunlar Rabb’imin bana vahyettikleridir’ diyor, kesinlikle kendi sözlerini vahiylerle karıştırmıyordu. Vahiylerin kendi sözleriyle karışmasına mani olmak bakımından kendi sözlerinin yazılmasını yasaklarken, Vahiy olanların yazılmasına büyük bir titizlik gösteriyor, yazılanları kontrol ediyor, âyetleri yerli yerine yerleştirmekte, yanlışlar olmaması için tekrar tekrar gözden geçirmekte hassasiyet gösteriyordu. Öyle ki, Cebrail vasıtası ile kendisine vahyedilenleri tekrar ettirmek, unutmaya mahal bırakmamak, yanlış veya eksiklere yer vermemek için zaman zaman kontrol ediliyordu. Cebrail’in kendisine temrin yaptırdığı, hıfzındakileri kendisine tekrar ettirdiğine dâir sıhhatli haberlere sahibiz.

Fikrin meydana gelebilmesi için dört unsura ihtiyaç bulunmuştur:
1. Şey,
2. Duyular,
3. Dimağ (akıl, muhakeme gücü),
4. Eski bilgi.

Şey; yukarıda da belirttiğimiz gibi en geniş anlamıyla hükmün üzerine tealluk ettiği olaydır, varlıktır, eşyadır, vakıadır.

Duyular; beş duyu olarak tanımlanan görme, işitme, dokunma, tatma ve koku alma olarak belirlenmiş fitrî özelliklerdir.

Dimağ, akıl veya muhakeme gücü ise düşünme, öğrenme, öğrendiklerini muhakeme etme özelliğidir. Ki insanı diğer varlıklardan ayıran başlıca vasfıdır.

Eski bilgiye gelince, o da bir bilgidir. Fakat hakkında hüküm verilecek olayla ilgili o olayla karşılaşılmadan önce edinilmiş bir bilgi. Bundan dolayıdır ki biz buna ‘Eski bilgi’ demekteyiz.

Fikir, bu dört unsur bulunmadan hâsıl olmaz, olamaz. O zaman karşımıza ilk bilgi (en eski bilgi) nereden edinildi sorusu çıkmaktadır. Bu sorunun cevabını Bakara sûresinin 31’inci âyetinde bulmaktayız: «Ve Adem’e her şeyin ismini öğretti.»

Bilgi edinmede şu üç yoldan biri veya birkaçı söz konusu olagelmiştir:
1. Şey’in zatının idrâki, algılanması yolu
2. Şey’in eserinin -izinin- idrâki, algılanması yolu
3. Sâdık haber, doğru haber edinme yolu

İnsanlığın bugüne kadar elinde bulunan bilgilerin tümü bu üç yoldan edinme bilgilerdir. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun bütün insanların müktesebâtı bilgiler bu üç yoldan biri veya birkaçı yolu ile öğrenilmiştir.

Bilgilerimizin bir kısmını, hakkında bilgimiz bulunan şeyin zâtını —kendisini— algılamak suretiyle, o şeye müteallik eski bilgimizin yardımı ile hükme varmış, doğru veya yanlış, eksik veya tamam bir fikir sahibi bulunarak edinmişizdir. Örneğin beş duyumuzdan biri veya birkaçı vasıtası ile algıladığımız önümüzde duran insan gibi, ağaç, deniz, dağ, yıldızlar v.s. gibi.

Diğer bir kısım bilgilerimizi ise, bilgimizin üzerine tealluk ettiği şeyi bizzat algılamak yolu ile değil, ondan bir şeyi, onun eserini, izini algılamak suretiyle edinmişizdir. Örneğin bir uçağın kendisini göremediğimiz halde ondan bir şey olan, onun kendisi olmayıp bir eseri, izi olan sesini duymak suretiyle, eski bilgimizin de yardımı ile ‘bu uçaktır, uçak olmalı’ diyebiliyoruz. Tavşan veya bir başka hayvanın kendisini göremediğimiz halde onun bir eseri olan topraktaki izinden ‘Buradan bir tavşan geçmiş’ diyebiliyor ve hüküm verebiliyoruz. Nitekim emsalsiz bir düzen ile karşılaştığımız kainatı Yaratan’ı görmediğimiz halde bu denli mükemmel bir düzenin sahibi, Yaratıcısı, Yapıcısı olmalı diyor, eseri yolu ile Kendisi (varlığı) hakkında fikir, hüküm sahibi oluyoruz.

Bir kısım bilgilerimiz de vardır ki bunlar ‘Sâdık, Doğru Haber’ yolu ile edinilen bilgilerdir. Sâdık habercilerin başında yer alan Peygamberlerden öğrendiklerimiz ve kademe kademe günlük hayatımızda birçok bilgimiz, haberinin doğruluğu kanaatını taşıdığımız kişi veya kaynaklardan edinilmektedir. Yerine göre bir gazete, dergi, radyo, televizyon —ki bunlar haber alma vasıtalarıdır— sözünün doğruluğu, kişiliğinin güvenirliği kanısını taşıdığımız insanlar, yazılı kaynaklar ve benzerleri, bu yoldan edindiğimiz bilgilerin edinildiği yerlerdir.

Gayb, insanın muttali bulunmadığı şeylerdir. Bunlar iki türlüdür. Muttali olunması mümkün olduğu halde bilinmeyen, haberdâr olunmayan cinsten olanı ve muttali olunmak istenilse de mümkün olmayan, ancak Sahibinin bildirmesi ile bilinebilecek cinsten olanıdır. Birinci tür gayb aslında bilinebilir cinsten olmakla birlikte ya imkânlarımızın elvermemesi ya da içinde bulunduğumuz zaman ve şartlarda erişilememesi sebebiyle bilinmeyen bilgiler iken, ikinci tür gayb beş duyu ile algılanılması mümkün olmayan, mümkün olmadığı için de bilinemeyen, bilinmesi ancak Sahibi —Allah— tarafından bildirilmekle bilinebilen, bilgimiz bildirdikleri ile sınırlı kalan tür gaybtır. Rızkımızın miktarından, ecelimize, ahiret alemi ile ilgili mufassal —Kur’an’da haber verilenlerin dışında— bilgiler, Kıyamet’in ne zaman vuku bulacağı ve benzeri birçok konu ki ezcümle Allah’ın bilip bize bildirmediği şeylerin tamamı gaybtır. Bu tür bilgiler yalnız Allah’tadır ve O’nun yanında mahfuzdur. İnsanın veya meleklerin bunları bilmesi muhaldir. İnsanın veya meleklerin bunlardan bildikleri ancak Rabb’ın bildirdiklerinden ibarettir. Bu tür bilgiler cehd sarf etmekle, gayret göstermekle edinilecek bilgiler de değildir.

Fikir, hükmün üzerine tealluk ettiği şeyin gerçeğine uygunluğuna göre üç çeşitte mütalea edilir:
1. Sathî – Yüzeysel Fikir
2. Derin Fikir
3. Aydın Fikir

Sathî fikir; hükmün üzerine tealluk ettiği şey veya eseri veya haberin, yüzeysel tezahürlerinin gözlemlenmesi ile iktifa edilip sonuca vâsıl olunması ile ortaya çıkan fikirdir. Şeyin gerçeği ile ilgili mahiyetinin açıklanması, anlaşılmasına yetecek kadar da olsa, algılama ve eski bilginin ya gerektiği kadar olmaması veya illet benzemezliği, muhakemenin gereği gibi yapılmamış bulunması hallerinde hükmün sathî olması kaçınılmazdır.

Fikrin sathî olmaması için şeyi gereği gibi algılamak, eski bilgiden lüzumu kadar yararlanmak, sağlıklı bir muhakeme yürütmek, şeyin gerçeği ile benzer özelliklerin isabetli seçimi ve bağlanması dikkatle üzerinde durulacak hususlardır.

Sathî fikir çoğu kez olayı bütünü ile açıklayamadığı gibi, mahiyetinin anlaşılmasına da yetmez. Eşyanın gerçeğini ortaya çıkarmaktan uzak kaldığı gibi, belki çoğu zaman gerçeğin tersinin anlaşılmasına sebeb olur.

Şeyin tezahürü olarak görünen bir takım belirtiler yanıltıcı olma özelliği de taşır ve şeyin gerçeğine aykırı hüküm verilmesine neden olur. Eski bilginin yerinde kullanılmaması, yeterince kullanılmaması ve şeyin tezahürlerinin taşıdığı özelliklerle müşterek illetlerinin doğru tesbit edilememesi sonucu çoğu kez yanılmalarla karşılaşılır ve hüküm sağlıksız olarak sâdır olur.

Sathî fikir kolay fikirdir aynı zamanda ve insanın zayıflığının sonucu çoğu defa başvurduğu yöntemin mahsulüdür. Bazı takıntıların, komplekslerin bizatihi birer arıza olmaları sonucu rastlanılan fikirdir. Bu tür arızalar yalnız fikirde değil, davranışlarda da bozuklukların ana nedenlerindendir. Sağlıklı bir kişilik geliştirebilen kişide pek rastlanmayan bir hastalıktır.

Genellikle insanın zordan, güç olandan kaçınması, kolay olana meyletmesiyle daha çok rastlanmakta, fikrî seviyesi düşük toplumlarda, fikrin gelişmesine maniler çıkarıldığı zaman ve ülkelerde daha çok görülen fikir türüdür.

Fikrin daha seviyeli olması için eğitime ihtiyaç vardır. Düşünmenin öğretilmesine, düşünme üzerine eğitime ihtiyaç vardır. Düşünmenin öğretilmesi, düşünmeyi bilenlere ve bildiklerini, uygun ortamda, uygun bir lisan ile bildirmelerine ve özendirici olması açısından olumlu sonuçlarının görülmesi ve iltifata tâbi bulunmasına bağlıdır. Hemen her türden iltifat, fikrî seviyenin yükselmesine katkıda bulunur.

Bugün Batı dünyası ve Doğu bloku belirli alanlarda, bilhassa teknik alanda fikre olanca itibarı göstermekte, iltifata tâbi tutmaktadır. Bu nedenle de fikrin yüzeysellikten kurtulup seviyesinin yükselmesinin ürünlerini almakta ve hattâ ihraç ederek ayrıca üstünlük sağlamaktadır.

Hangi alanda olursa olsun seviyeli fikre gösterilen ilgi, iltifat o fikrin, doğduğu yerden iltifat gördüğü yere doğru akmasına sebeb olur. Bunun sonucu olarak da seviyesi yüksek fikrin toplandığı ortamlar daha da doğurgan olarak çevresinin dikkatini çeker. Benzerlerinin aynı yere doğru akışını hızlandırır. Birikimi fazla olan ülkeler hem bilgi birikimlerini, hem de bilgilerinin ürünlerini ihraç ederek ondan yararlanırlar.

Bu söylediklerimiz, özellikle teknik alanda kendini göstermekle asra damgasını vurmuş durumdadırlar. Siyâsî alandaki üstünlüklerine maddî-teknik üstünlükleriyle katkıda bulunmaktadır. Batı ve Doğu dünyasının siyâsî fikirleri eşyanın gerçeğine uygun bulunmadığından, siyâsî rejimleri aldatıcı bir cezbe sahibi olabilmişler, devamlılık gösterememişlerdir. Nitekim marksizm ve demokratik kapitalizm artık insanların kendileri dışında yaşam tarzları aradıkları rejimler olmuşlardır. Teknik üstünlük sağlayan fikir ile maddî imkânlar hazırlayan üstünlük, her anlamda gerçek üstünlüğün sağlanmasına yetmediği hep görülmüştür. Günümüzde de dünyanın her yanında daha çok görülmekte ve ‘İnsanın fıtratına, eşyanın tabiatına uygun’ başka —bir anlamda yeni— yaşam biçimi aranmaktadır. Bunun en belirgin görüntüsü Batı ve Doğu’daki kitlesel buhranlardır.

Derin fikir; hükmün üzerine tealluk ettiği şey, eseri veya haberin yüzeysel tezahürleri yanında, içinde, derinliklerinde bulundurduğu özellikleri de tanıyıp gözlemlemek suretiyle varılan hükümdür ki eşyanın tabiatına daha uygun, gerçeğine daha çok intibak edici mahiyet taşır. Bu haliyle de sathî fikre nisbetle şeyin mahiyetini açıklayıcılık özelliği daha fazladır. Doğruluk nisbeti de kezâ daha fazladır. Zira hükmün üzerine tealluk ettiği şeyi daha iyi tanıma, algılama sonucu hâsıl olan fikirdir. Şayet benzetme yerinde ise bir cismin dıştan görünüşü yüzeysel görünüşü ise, bu cismin içeriden ışıklandırılması ile içinin de görülmesinin sağlanması, bir diğer ifade ile derinliklerinin algılanmasının sağlanması suretiyle daha çok veriye sahip olunmakta ve eşyanın tabiatına çok daha uygun düşen hüküm verilebilmektedir. Burada da algılamanın, eski bilginin değerlendirilmesinin ve muhakemenin gereği gibi yapılmasında zorunluluk vardır. Bu unsurlardan birinde yapılacak hata, gösterilecek eksiklik, sonucun sağlıklılığına hâlel getiricidir ve bekleneni vermez.

Eşyanın derin olarak anlaşılması, hakkında hüküm verilmesi hem yüzeyindeki özellikleri, hem de derinliklerinde bulundurduğu özellikleri tanıma ile olur derken hakkında hüküm verilecek şeyin içinde bulunduğu ortam, ilgisi bulunduğu diğer şeylerle olan ilişkisinden bahsetmek de gerekmektedir. Zira şey genel olarak diğer şeylerle ilgilidir ve onlarla ilgisi nisbetinde mahiyetinin anlaşılması mümkün olur. Sair şeylerle ne nisbette ilgili ise şeyi o nisbette ilgili bulunduğu şeylerin aydınlığında tanıma, şeyin gerçeğinin tam olarak ortaya çıkmasına neden olur.

Aydın fikirden bahsederken, şeyin zâtı ile ilgili elde edilen derin fikrin, ilgisi bulunduğu sâir şeylerin ışığında —aydınlığında— anlaşılıp, tanınmasının sağlanmasından söz etmek istiyoruz. Bu suretle, diğerinden ayrı görünmesine rağmen gerçekte ilgisiz bulunmayan eşyayı, içinde bulunduğu ortamda hem zâtının, eserinin gerçeği ile, hem de bu gerçeğin, kendisi ile ilgili başka şeylerin gerçeği ile alakası oranında tanımak, ilgisi bulunan şeylerin aydınlatması ile bütün özelliklerinin bilinip hükme bağlanması mümkün olabilmektedir. İşte aydın fikir budur ve tabiidir ki sahibini de aydınlatır.

Aydın fikrin, eşyanın tümünü kapsamayıp cüz’üne tealluk etmesi de mümkündür. Bu durumda aydın fikirden elde edilecek sonuç, yalnız tealluk ettiği şeyle sınırlı kalır. Halbuki eşyanın (şeyin) tümüne tealluk etmesi ve oradan hareketle, cüz’lere teşmili ile daha sağlıklı sonuç alınır ve bütün eşya gerçeği ile kavranma imkânına kavuşulur.

Aydın fikir, tahkik sonucu elde edilebilir. Taklid ile buna ulaşılması imkânsızdır. Sonuç olarak ortaya çıkan hükmün aydın nitelikli olması, onun taklidî olarak alınması halinde alanda, onu çıkarandaki sonucu vermez. Hükmün nasıl çıkarıldığının kavranmaması, ona ulaşmanın yollarının öğrenilmemesi, metodunun bilinmemesi, sonuç olan fikri alanda, fikir aydın olmasına rağmen yüzeysel kalır. Ve seviyesi düşer. Durgunlaşır, cevvaliyetinden durgun ortamda bulunacağı için kaybeder.

Dünya hayatı hakkındaki esas fikir —akide— eşyanın tümü hakkında mütalea yürütmekle elde edilir. Şeylere ayrı ayrı bakılsa da birbirleriyle alakası, birbirlerini tamamlamaları gözden uzak tutulmamak gerekir ve hepsine hükmünü yürüten bir ‘düzen’in bulunduğu aslâ görülmezlikten gelinemez. Eşyanın nasıl varolduğundan, varlıklarında taşıdıkları özelliklere kadar her şey birbiri ile alakalıdır ve bir yerde toplanmaktadır. O ise Kâdir bir Yaratıcı’nın varlığı ve kudreti ile eşyayı yarattığı hususudur. Eşyanın taşıdığı özelliklerin en bârizi, göze çarpanı ise mutlaka mükemmel bir ‘Düzen’e tâbi bulunuşudur. Akîde konusunda aydın fikir budur.

(İktibas, sayı 28, 29)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *