Ruanda’daki Soykırım Sömürgecilerin Eseri

Ruanda’daki Soykırım Sömürgecilerin Eseri

“Belçikalılardan sonra Ruanda’ya nüfuz sahibi Fransızlar da gelmeye başlamıştı. Operasyon esnasında Ruanda’nın üç bölgesinde soykırım yapanları (Hutular) korumaya aldılar…”

Ruanda’daki Soykırım Sömürgecilerin Eseri*

“…Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez ( ومن بطأ به عمله لم يسرع به نسبه).” (Müslim, Zikr, 38.)

Ruandalı tarihçi ve dil bilimci Prof. Dr. Pacifique Malonga, 1922’de Ruanda’nın Belçika’nın sömürgesi haline gelişini şöyle anlatıyor:

“Özellikle Belçikalılar misyonerleriyle ülkemize geldiler,.. Ruanda’ya etnik ve sosyal ayrımcılık gibi sorunları da getirdiler. Farklı yöntemlerle Hutu ve Tutsi etnik sorununu ilk defa Belçikalılar soktular ülkemize.”1

Belçikalılardan önce Ruanda halkının tamamının aynı köylerde huzur içinde yaşadığını, aynı dili konuştuğunu, aynı tarihi paylaştığını vurgulayan Malonga, “Hutu ve Tutsiler arasında tek bir sınıf farkı dahi yoktu… Bana göre, (Belçikalıların) bu ayrımcılığı nasıl başardıkları büyük bir gizem…” değerlendirmesinde bulunuyor.

[Batılı ülkeler, sömürgelerinde ırk ayrımı, halk arasında bölünme ve düşmanlık yaratmıştır.

Ruanda’da önce %15’lik azınlık topluluğu desteklemiş, kamu görevlerine getirmiş, onları diğerlerine karşı kışkırtmıştır. Böylelikle hem bir grubu yanlarına çekerek kendi yönetimlerini güçlendirmiş hem de çoğunluğun azınlığa karşı kinlenmesini sağlamıştır.]

Ünlü tarihçi Malonga, Tutsilerin ilk dönemde ön planda tutulduğunu ve Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinin başladığı 1960’lı yıllarda ülkesinin de bağımsızlığını ilan ettiğini dile getirerek, şunları söylüyor:

“Sömürgeci efendiler, bağımsızlık ilan edildikten sonra Tutsilerin döneminin sona erdiğine ve sıranın artık Hutulara geldiğine hükmettiler. Hutu ve Tutsi şeklinde sosyal sınıflar oluşturarak toplumu suiistimal ettiler… Belçikalılar sözde bize bağımsızlık verdi ama ülkeyi yöneten hükümetlerin içinde bizzat aktif rol oynadılar. Bu oldukça şüphe uyandıran ve tuhaf bir durumdu.”

Etnik ayrımcılığın bu dönemde toplumun bütün katmanlarına işlediğine dikkati çeken Malonga, “Bu bir virüstü. Dışardan gelen en küçük müdahaleleri dahi Tutsilere atfettiler.” diyor.

[1994 Ruanda Soykırımı’nda, aşırı Hutular, yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’yu öldürmüştür. Emperyalizmin stratejisi, farklı topluluklar arasına kan davası sokmaktır. Başlangıçta nüfusun % 85’ni oluşturan etnik topluluğu değil de azınlığı desteklemesi, daha sonra çoğunluğun bunlara karşı soykırım gerçekleştirebilmesi içindir.

BM, bu soykırıma Srebrenitsa’da olduğu gibi seyirci kalmıştır.2]

“Belçikalılardan sonra Ruanda’ya nüfuz sahibi Fransızlar da gelmeye başlamıştı. Operasyon esnasında Ruanda’nın üç bölgesinde soykırım yapanları (Hutular) korumaya aldılar…”

Ruanda’da halkın ana dili Kinyarwanda. Ancak sömürge döneminden miras kalan Fransızca ve İngilizce resmi dil olarak kabul ediliyordu. Şubat ayında parlamentodan geçen yasayla Svahilice de resmi diller arasına eklendi. Böylelikle ülkedeki resmi dil sayısı dörde çıktı.

Sömürgecilerin gittiği yerlerde etnik veya mezhebî ayrımcılık ve iç savaş çıkarması, ‘ayı avı‘na benzemektedir.

“Kutuplarda ayı avcıları, ayı avlamak için buzlaşmış karların içine, balina kemiklerinden elde ettikleri, jilet gibi keskin baltayı yerleştirir, üzerine kan sürerlermiş. Ayı gelip kanı yalarken kendi dili de kesilirmiş. Ama kanın tadından dilin acısını fark edemezmiş. Kendi kanını yalamaya başlarmış. Yaladıkça, damarlarındaki kan tükenir, olduğu yere yığılır kalırmış. Avcı da gelip derisini yüzermiş.”3

Ortadoğu’da ve Afrika ülkelerinde sömürgeci güçler mezhep ve etnik ayrımcılığını körüklerken, bağımsızlık ve özerklik adına ortaya çıkan çeşitli ayrılıkçı hareketler de sömürgeci güçlerin neden kendilerini örgütlediğini ve desteklediğini düşünmezler. Aslında özgürlük adına başkaları için ama birbirlerine karşı savaşırlar.

Zulmün ve sömürünün karşısında olan İslam ise, tevhid inancıyla, bütün insanlığa hitap ederken üstünlüğü soya, geleneğe değil, bizzat kişinin tutum, davranış ve alışkanlıklarına bağlar. İnsanın herhangi bir eğilimini, ideoloji ve yaşam felsefesi haline getirmesine karşı çıkan İslam, bireyin sosyalleşmesi ve toplum oluşturmasında rol oynayan fıtrî bir özellik olan akraba ve aynı kültür ve birikimi paylaştığı toplumuna karşı yakınlık ve sevgi hislerinin de ırkçılık noktasına gelmesine karşıdır.

Son olarak altını vurgulayalım ki, müspet milliyetçiliğin ne olduğunu emperyalist Batı’dan öğrenmek gerekir.

Batı, başta Afrika ve İslam ülkeleri olmak üzere gittiği her yerde mahalli kültürü ve beşerî zenginlikleri yok etmeye koyulmuştur. Ama diğer yandan da Batı, etnik farklılıkları öne çıkararak, toplumların birlik ve dirliğini bozabilmeyi başarmıştır. Ülkeleri küçük gruplara ayırarak, beşerî farklılıkları travmalara dönüştürerek zaafa uğratmışlar, onların hem bilinçlerini hem de dirençlerini kırmışlardır. O hâlde milliyetçiliğin bu şeklinden kaçınmak gerekir.

Yine Batı, kültür istilası ile milletlerin ben-bilincini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Nitekim her toplumda, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hain ve işbirlikçiler üretmiştir. İşte Batı’nın bu kültür istilası karşısında, toplumların ben-bilincini koruyan ama İslam kardeşliğin özümsemiş milliyetçilik, müspettir.

İnsanın fıtraten toplumsal bir varlık olmasının gereklerinden olan kimi eğilimleri ve ünsiyet yeteneği ve aidiyet duygusu, başka etnik ve kültürel topluluklara karşı düşmanlık ve tehdit oluşturma noktasına varmamalıdır.

*Ardoğan, Recep, “Ruanda’daki Soykırım Sömürgecilerin Eseri“, Günümüz Kelam Problemleri, ed. Recep Ardoğan, klm Yay., Kahramanmaraş 2018, SS. 461-463.

1 Bu metinde Malonga’dan yapılan alıntılar, ‘Ruanda’daki Soykırım Sömürgecilerin Eseri’ www.haksozhaber.net/ruandadaki-soykirim-somurgecilerin-eseri-93044h.htm [16.06.2017] başlıklı yazından alınmıştır.

2 Temmuz 1995’de Bosna – Hersek’in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi işgalci Ratko Miladiç komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından katliâma maruz bırakıldı. II. Dünya Savaşı’ndan ardından yaşanan en büyük trajedide, BM’in Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmişti ve kentte Hollanda Barış Gücü’nün 600 askeri bulunuyordu. Hollanda barış gücü askerleri BM Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kampı içindeki 25.000 mülteci ile birlikte Sırplara teslim etmiştir. 5 gün süren katliamda Sırplar, 8372 kişi öldürmüş ve kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak toplu mezarlara gömmüşlerdir. Srebrenitsa katliamının Uluslararası Adalet Divanı tarafından 2007’de soykırım olarak kabul etmesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sırp lider Radovan Karaciç’e 40 yıl hapis cezası verilmesi ise “Olan oldu.” tutumundan başka bir şey değildi. Tüm Dünyanın Gözü Önünde Yaşandı: Srebrenitsa Katliamı, www.cnnturk.com/dunya/tum-dunyanin-gozu-onunde-yasandi-srebranitsa-katliami [9.09.2017]

3 http://ahmetmerisan.blogcu.com/fil-avcilari-filleri-nasil-kolelestirirler/3289813

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *