Hikmetin sual olunmayan ‘uzmanlar’ ya yeterince ‘uzman’ değilse!

Hikmetin sual olunmayan ‘uzmanlar’ ya yeterince ‘uzman’ değilse!

Yetkililer bir şey buyururlardı, biz yetkisizler ikiletmeden emre uyardık. Onlar gitti ‘uzmanlar’ geldi. Hayatın, hayatımızın ölçüsünü onlar koyuyor, biz varlığımızı onların ölçüsüne uydurmaya çalışıyoruz. Peki, böyle yaparak iyi mi yapıyoruz?

Gökhan Özcan yine sıradışı bir yaklaşımla, toplumun önüne konulan ‘uzmanlar’ın toplum üzerindeki etkisini sorguluyor. Bu uzmanların ‘hikmetinden’ sual etmediğimizi, onlar ne derse inanıyor, kendimizi, zevkimizi, fikrimizi gözden çıkarıyoruz, uzmanların dediğinden bir adım dışarı çıkmıyoruz diyen Özcan “Peki, böyle yaparak iyi mi yapıyoruz?” sorusunu yöneltiyor.

Yeni Şafak‘taki “Her dolmuşa binilir mi?” başlığını taşıyan yazısında Özcan bilgisizliğimizi kafaya takmayarak uzmanlara tam teslimiyetçi yaklaşımı bakın nasıl yerden yere vuruyor:

Geçen zamanın hikmetinden sual edilemeyenleri ‘yetkililer’ idi. Onlar bir şey buyururlardı, biz yetkisizler ikiletmeden emre uyardık. Zaman geçti, bu tek taraflı ilişki taşınamaz oldu. İnsanlar eskisi kadar itaatkâr davranmaz oldular. Dolayısıyla insanları bir şeylere sevketmek için daha ince stratejilere gerek duyulmaya başlandı. Bunun neticesinde ‘yetkililer’ gitti, yerine ‘uzmanlar’ geldi.

O uzmanlar, her gün hayatımızda ne olması gerektiğini, nasıl olması gerektiğini açıklıyor. Medya marifetiyle biz de haberdar olup, ona göre hareket ediyor, ona göre yiyip içiyor, ona göre hissediyor, ona göre yaşıyoruz. Uzmanların da tıpkı yetkililer gibi hikmetinden sual etmiyoruz. Hayatımızı kafalarına göre kesip biçmelerine, hamur gibi yoğurmalarına izin veriyoruz. Onların önemsediklerini kendi önemlilerimizin yerine koyuyoruz. Onların kestirip attıklarını hiç düşünmeden kestirip atıyoruz. Çünkü onlar uzman, bizim hakkımızda bizim bilmediklerimizi biliyorlar. Kim olduklarını, nerede yaşadıklarını, bize verdikleri akılları kendilerinin tutup tutmadığını bilmiyoruz. Ama onlar hakkındaki bu bilgisizliğimizi de hiç kafamıza takmıyoruz. Biri “Uzmanlar…” diye söze başladıysa anında kulak kesiliyoruz. İcap ediyorsa akan suları durduruyoruz.

Uzmanlar ne söylediyse kendimize ona göre bir sıkı ayar veriyoruz. Söylediklerine uygun değilsek, suçu kendimizde bulup mahcup oluyor, endişeleniyor, hayıflanıyoruz. Uygunsak, havalara giriyoruz. Hayatın, hayatımızın ölçüsünü onlar koyuyor, biz varlığımızı onların ölçüsüne uydurmaya çalışıyoruz. Onlara kim olduklarını ve ölçülerinin ölçüsünün ne olduğunu sormayı bir türlü aklımıza getiremiyoruz. Uzmanlar daha zayıf olmamız gerektiğini söylüyor, hemen diyete başlıyoruz. Şık olmak için o sene kahverengi tonlarda giyinmemiz gerektiğini söylüyorlar, hemen işaret ettikleri normlara uygun kahverengili mağazalara alışverişe koşuyoruz. “Falanca ürün bu devirde artık ihtiyaç!” diyorlar, anında o ürün olmadan yaşayamaz hale geliyoruz. Onları mutlu etmek için cüzdanlarımızı boşaltıyor, gerekirse borca giriyor, borcu ödemek için ek iş aramaya başlıyoruz. Yani uzmanlar ne derse inanıyor, kendimizi, zevkimizi, fikrimizi gözden çıkarıyoruz, uzmanların dediğinden bir adım dışarı çıkmıyoruz.

Peki, böyle yaparak iyi mi yapıyoruz? Ya uzmanlar yeterince uzman değilse! Ya bugün söylediklerinden yarın dönüyorlarsa! Ya uzmanlar yanılıyorsa! Ya uzmanlar diye bir şey yoksa! Ya uzmanlar gerçeği piyasanın istediği yerlere doğru eğip büküyorsa! Ya bize ihtiyaç kıldıkları şeyler, aynı zamanda birilerinin pazara sürmeye hazırlandıkları şeylerse! Ya hayatımızdan çıkarmamızı istedikleri şeylerin yerine birilerinin kâr grafiklerini yükseltecek başka bir şeyler koymak istiyorlarsa!

Uzmanlar merak ettikleri soruların cevaplarını kendileri dışında bir yerlerde aramamızdan hoşlanmıyor. Onlar varlıklarını, hazırda tuttukları cevapları sorularıyla değiştirmeye hazır zihinlerin uçsuz bucaksız meraksızlığına borçlu…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *