Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Putin arasında yarın yapılacak görüşme öncesi bir yorum da İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Naim Babüroğlu’ndan geldi. Babüroğlu’na göre, Türkiye ABD için vazgeçilmezliğini yitirdi.
Sputnik’ten Ceyda Karan’ın haberi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) oturumları vesilesiyle gerçekleştirdiği New York ziyareti sırasında ve yurda dönüşte yaptığı açıklamalar gündeme damgasını vuruyor. Başta Britanya Başbakanı Boris Johnson olmak üzere liderlerle yüzyüze görüşüp Quad zirvesi toplayan Joe Biden’ın ‘pandemi’ gerekçesiyle görüşmediği Erdoğan, beyanatlarında ABD yönetimiyle ilişkilerindeki sıkıntılara doğrudan işaret etti. “Amerika’daki liderlerin hiç birisiyle böyle bir konum yaşamadım” diyen Erdoğan, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG/PYD’de silah desteği ve NATO’daki ortağı Türkiye ile çalışmak istememesinden yakındı. Erdoğan, özellikle CBS televizyonuyla söyleşisinde Rusya’dan ikinci parti S-400 sistemi alımı konusunda net tutum takındı.
Erdoğan’ın 29 Eylül’de Putin’le görüşeceği Soçi ziyareti öncesine denk gelen bu beyanatlarda Moskova’ya da dikkat çekici mesajlar vardı. Rusya Devlet Başkanı eylül ortasında Suriye lideri Beşar Esad’ı ağırlamış ve Suriye topraklarındaki yabancı güçlerin varlığına son verilmesi gereğine dikkat çekmişken, Erdoğan, Suriye yönetiminin Türkiye’ye tehdit oluşturduğunu iddia ederek buna karşı Rusya ve İran ile birlikte çalışma arzusunu aktardı.
Sputnik’ten Ceyda Karan, Türkiye’nin ABD-Rusya bağlamındaki ‘denge politikasının’ durumunu ve Erdoğan’ın mesajlarını İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Naim Babüroğlu ile konuştu.
‘ABD ‘Türkiye benim için eski önemini taşımıyor’ diyor’
Dr. Nail Babüroğlu’na göre, ABD Biden yönetimiyle birlikte ‘Türkiye benim için eski önemini taşımıyor’ mesajı veriyor. Babüroğlu aslında sürecin 2015’te başladığını ve aslında ‘kanlı sonbahar’ diye adlandırılabilecek ‘Arap Baharı’ sonunda Türkiye’nin ABD için ‘vazgeçilmezliğini yitirdiğini’ söyledi. Babüroğlu, Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la temastan kaçınması, telefonla aramaması, ABD’ye gittiğinde kendisini kabul etmemesi, Afganistan’da işbirliği çabalarına rağmen Türkiye’ye teşekkür etmemesi gibi gelişmelerin de bu durumun tezahürleri olduğunu dile getirdi:
“Bu aslında 2015’te başlayan bir süreçti. Şu anda Biden dönemiyle birlikte tamamen ortaya çıktı. NATO üyesi olan ABD diyor ki ‘Türkiye benim için eski önemini taşımıyor. Eskiden benim için bölgede stratejik önemde bir aktördü. Ortadoğu’da böyle güney kanatta bir ülkeye benim de ihtiyacım vardı. NATO’nun da ihtiyacı vardı. Ama şu an gelinen jeopolitik güç mücadelesinde öyle değil’. Sözde Arap Baharı olayının sonucunda -ki hiç ilgisi yok, kanlı sonbahar diyebiliriz- Türkiye artık ABD için vazgeçilmez bir ülke değil. Dolayısıyla Biden’ın attığı adım, Cumhurbaşkanı’nı kabul etmemesi, -çünkü eskiden hep kabul edilirdi- telefonla hiç aramaması, Afganistan’da Türkiye’nin işbirliği yapma isteğine rağmen ABD’nin teşekkür etmemesi; Katar’a teşekkür edilmesi, Blinken’in Körfez ülkeleri ve Afganistan’ı ziyaret edip teşekkür etmesi fakat Türkiye’yi hiç aramaması… Biden, ‘Türkiye’ye karşı attığım adımı ben kendime zarar verecek olarak değerlendirmiyorum. Türkiye artık benim için vazgeçilmez değil’ diyor. Bu koşullarda artık Cumhurbaşkanı Erdoğan suçlamanın da ötesinde bir serzenişte bulunuyor. Yani ABD’nin Türkiye’ye önem vermediğini söylüyor aslında. Randevu verilmiyor, telefonla görüşmüyor, kabul edilmiyor, teşekkür edilmiyor. Afganistan havalimanı güvenliğinin sağlanması ile ilgili ABD son anda ‘Ben artık sorumluluk almıyorum’ diyerek çekildi ve Türkiye’yi bir noktada yalnız bıraktı. Sadece bu değil. Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 sistemleri, Türkiye’nin Libya’da attığı adımlar, özellikle Güney Kafkasya’da Azerbaycan ile beraber attığı adımlar, Kıbrıs ve Kapalı Maraş ile ilgili attığı adımlar ve en önemlisi S-400’lerin ardından ABD’nin uyguladığı CAATSA yaptırımları. Türkiye eskiden ABD için vazgeçilmez bir aktördü. İncirlik çok önemli bir askeri üssümüzdü. Türkiye’deki ABD askeri varlığı çok önemliydi. Seçeneğimiz yoktu. Ama şimdi Ürdün, Yunanistan, Kuzey Irak’ta ya da Körfez ülkelerindeki üsler İncirlik gibi görevler yapabilir.”
‘ABD ile paralel olarak AB Türkiye’yi Balkanlar gibi aday ülke statüsünden çıkartıp Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya kaydırdı’
Babüroğlu ABD ile paralel olarak Ankara’nın AB sürecinde de statü yitimine dikkat ekti. 27 AB üyesinden 21’inin aynı zamanda NATO üyesi olduğunu anımsatan Babüroğlu, geçen hafta birliğin Türkiye’yi ‘aday ülkeler’ grubundan çıkartarak Balkan ülkelerinden bile saymayarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu grubuna kaydırdığını anımsattı. Bunun artık Türkiye’nin aday stütüsünde sayılmayacağı anlamını taşıdığını belirten Babüroğlu, Batı dünyası için sürekli göç sorunu yaratan ve kapısının dibinde İdlib’de ‘kaçak Afganistan’ yaratılmış bir ülke olarak Türkiye’nin AB nezdinde ‘statüsünü’ yitirdiği değerlendirmesinde bulundu. Babüroğlu, Türkiye’nin güney sınırındaki gelişmelerde ABD ve AB’nin de parmağı bulunsa bile en büyük zararı onlara eşlik eden Türkiye’nin gördüğünü anımsattı:
“ABD ile paralel olarak yürüyen bir Avrupa Birliği var. AB’nin 27 üye ülkesi var, 21’i NATO üyesi. Almanya, Fransa, İtalya dahildir. NATO’da sözü geçen, ağırlığı olan ülkeler. AB, Türkiye’yi aday ülkeler grubundan çıkararak Ortadoğu ve Kuzey Afrika grubuna kaydırdı. Filistin, Suriye, Fas, Cezayir, Libya grubuna kaydırdı. Bunu kim yaptı, 21’i NATO üyesi olan bir organizasyon. AB, ‘Türkiye benim için aday statüsünde sayılmaz’ dedi. ‘Artık Balkan ülkelerinin statüsünde sayamam’ diyor. Bu Türkiye için çok önemli. Çünkü ABD’nin politikalarına eş ilerliyor. ABD diyor ki ‘sen vazgeçilmez değilsin’. AB diyor ki ‘sen artık benim için Avrupa ya da Balkan ülkeleri grubunun adaylık listesinde değilsin, sen Suriye, Fas, Cezayir ile berabersin’. Bu şu demek; dünyanın en fazla göçmenine ev sahipliği yapan bir ülkeyi Avrupa Birliği hiçbir zaman üye yapamaz, işbirliğini geliştirirken Ortadoğu ülkesi olarak yapar bunu. Güneyinde Suriye ve Irak’ta terör üreten bir coğrafyayla komşu olan bir ülke ne AB’ye üye olur ne de AB görüşmelerinde Avrupa statüsünde yer alır. ‘Küçük Afganistan’ yani İdlib ile komşu olan bir Türkiye, AB’de hele hele NATO ve ABD’de artık Ortadoğu ülkesi olarak sayılır. Dünyanın hiçbir ülkesi dünyanın en fazla göçmene ev sahipliği ülke yağan ülke konumuna gelmek istemez, ister fakir ister zengin olsun. Dünyanın hiçbir ülkesi 1300 km’lik sınırda terör üreten bir coğrafya ve ‘küçük Afganistan’ ile komşu olmak istemez. Hem Suriye hem Irak’ın parçalanması ve terör üreten coğrafyalara dönüştürülmesi ve İdlib’in ‘küçük Afganistan’a dönüştürülmesine başta ABD diğer Avrupa ülkelerinin de büyük katkısı olmuştur. ABD yapmıştır ama bundan sonra Türkiye de bu duruma gelmiştir. Arap Baharı ya da Büyük Ortadoğu projesi en fazla önce parçalanan ülkeleri etkiledi. Ama ardından en fazla zarar alan ülke Türkiye oldu.”
‘Putin, Türkiye’nin dış politikadaki yalnızlaşmasının farkında’
Erdoğan’ın Soçi ziyareti öncesinde Türkiye ve Rusya arasında var olan dosyalar düşünüldüğünde Rusya lideri Putin’in elinin kuvvetli olduğu görüşündeki Babüroğlu, Moskova’nın Türkiye’nin ekonomik hassasiyetleri, içine girdiği seçim süreci ve dış politikadaki yalnızlaşmasının farkında olduğunu dile getirdi. Babüroğlu, özellikle ABD’nin Türkiye’yi artık eski önemde bir aktör olarak görmemesinin avantaj sağladığını vurguladı:
“Putin Rusya’sının eli kuvvetli. Putin, Türkiye’nin hassasiyetleri ve zafiyetlerinin farkında. Putin strateji açısından kazanımları önemli olan bir aktör. 2500 yıl önceye dayanan Sun Tzu’nun öğretisi vardır; pasifken aktif, yakınken uzak ve hiç çıkarı yokmuş gibi davranıp sürekli kendi ülkesinin çıkarı için uğraşan bir aktör. Hiç fazla konuşmuyor ama herkes sesini duyuyor. Ortaya çıkan sonuçta Libya, Suriye, Ukrayna, Gürcistan’a Güney Kafkasya’ya baktığımızda Rusya’nın çıkarlarını görüyoruz. Putin şunun farkında. Türkiye ekonomik açıdan hassas duruma gelmiş bir ülke. Putin ayrıca Türkiye’nin dış politikadaki yalnızlığının farkında. Türkiye bir seçim gündemine giriyor. O da Türkiye’nin bir zayıflığı olarak görüyor. Bir de ABD’nin Türkiye’yi artık eski önemde bir aktör olarak görmemesi Putin’e önemli bir avantaj sağlıyor. Putin aslında hibe bile ederdi S-400’ü. Türkiye önemli bir NATO üyesiydi. S-400 neye yol açtı? Bir, Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırdı. İki, Türkiye-NATO-ABD arasında bardağı çatlatmayı başardı. Bunu Putin başardı. Her şeye sadece ticari açıdan bakmayalım. Sadece 2.5 milyar dolar, çok pahalı. Ama Rusya’nın burada konumu çok kuvvetlendi. Yani bir NATO ülkesinin NATO ve ABD ile bardağı çatlatmasına neden oldu. Türkiye bunu sonuçlandıramadı.”
‘Suriye yönetiminin suçlu olduğunu düşünen bir Putin yok’
Rusya liderinin de Rusya Dışişlelri Bakanlığı’nın da Türkiye’yi ABD ile birlikte Suriye yönetiminin davet etmediği güçler olarak gördüğünü anımsatan Babüroğlu, Moskova’nın Türkiye’nin İdlib’de yükümlülüklerini yerine getirmediğini veya yavaş kaldığını açıkça dile getirdiğini vurguladı. Moskova’nın İdlib’deki terörist yapıları kast ederek ‘benim için tehdit olan bütün unsurları vururum’ dediğini ve vurduğunu belirten Babüroğlu, Soçi görüşmesinde de Putin’in M4 otoyoluun tümünün Suriye yönetimine bırakılmasında ve Türk gözlem noktalarının daha kuzeye ve batıya kaydırılmasında ısrar edeceği görüşünü dile getirdi:
“Hem dışişleri hem de Putin, Türkiye ve ABD’yi Suriye yönetiminin davet etmediği güçler olarak görüyor ve çıkması gerektiğini söylüyor. Bu Türkiye için bir mesaj. Türkiye, İdlib’de kendisine verilen yükümlülükleri getirmedi diyor, yani bir noktada suçluyor. Rusya’nın İdlib’e yaptığı hava saldırılarına baktığınızda ocak-mayısa kadar ortalama 10-15, haziranda 20’ye çıktı, temmuzda 80’i geçti, eylülde 200’ü geçti. Ocak-mayısta 15 olan saldırı sayısı eylülde 200’ü geçti. Bu şu demek. Artık sadece İdlib ile ilgilenmiyoruz. Suriye’nin kuzeyinde El bab ile Afrin’e de saldırı düzenleyebiliriz. Rusya artık kontrollü bir çatışmaya girmiştir. Diyor ki, ‘benim için tehdit olan bütün unsurları ben vururum’ diyor ve vuruyor. Onun için Türkiye masaya oturduğunda Rusya, M4 yolunun tümünün Suriye yönetiminin kontrolüne geçmesini isteyecektir, ısrar edecektir. Ayrıca M4 çevresinde bulunan Türk askeri gözlem noktalarının daha kuzeye, batıya kaydırılmasını isteyecektir. Türkiye hangi gözlem noktalarını kuzeye kaydıracak? Acaba M4 karayolunun tümü Suriye yönetiminin kontrolüne geçecek mi, sorusu önemli. Ama ben burada Putin’in elinin kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Putin tarafından bunun karşılık göreceğini değerlendirmiyorum. Putin tamamen Türkiye’nin orada terör örgütleriyle diğer muhaliflerin birbirinden ayrılması konusunda 5 Mart 2020 İdlib mutabakatıyla kendisine verilen Türkiye’nin o yükümlülüğü yerine getirmediğini veya yavaş hareket ettiğine Putin inanmış. Dolayısıyla Suriye’nin suçlu olduğunu düşünen bir Putin yok. Öyle olsaydı Esad’a Moskova’da şunu demezdi. ABD ve Türkiye’yi adres göstererek, ‘BM kararına aykırı olarak ve Suriye’nin davet etmediği askeri varlıkların çıkması gerek’ diyor. Yani ‘çıkın’ diyor.”
‘İkinci S-400 için Türkiye’nin CAATSA ve diğer yaptırımları göze alması gerekiyor’
Babüroğlu, Erdoğan’ın yeniden S-400 kartını ortaya atarak hem Putin’le İdlib masasında ortamı yumuşatmak hem de Biden yönetimine ‘bizi dışlarsanız Rusya’yla askeri işbirliğini artırırız’ mesajı verdiği görüşünde. Ancak Babüroğlu’na göre, içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sıkıntılar ve dış siyasetteki yalnızlık, daha ilk parti S-400’ü konuşlandıramamış Ankara’nın CAATSA yaptırımını göze almasının önünde engel teşkil ediyor:
“Cumhurbaşkanı da S-400 kartını ortaya attı. Hem Putin’in İdlib masasında ortamın yumuşatılması hem Biden’a ‘Siz eğer bizi dışlarsanız Rusya’ya doğru askeri açıdan işbirliğimizi arttırırız’ mesajı. Ama bu sonuçta yerini bulur mu, sorusunun cevabı bana göre ‘hayır’. Bu sadece bir açıklama. Alınması için önce birinci S-400’ün konuşlandırılması gerekiyor. Türkiye’nin CAATSA ve diğer yaptırımları göze alması gerekiyor. Ben stratejik yalnızlık yaşayan, ekonomik alanda sıkıntı çeken, dış politikada ABD ile Rusya arasında bir yön bulmaya çalışan Türkiye’nin bu aşamada ikinci S-400’e ‘evet’ diyeceğini ve herhangi bir anlaşma yapacağını sanmıyorum. ABD o zaman CAATSA’nın en ağır yaptırımlarını uygular. ABD böyle bir fırsat kolluyor, Demokles’in Kılıcı gibi. Türkiye’nin böyle bir adım atacağını değerlendirmiyorum.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *