Nükleer silahlanma ya da buna karşı konumlanan “silahsızlanma” olgusu, dünyanın ekolojik ve jeo-stratejik dengesindeki önemini koruyor. Kazakistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından nükleer silahlarından kendi iradesi ile vazgeçen dünyadaki ilk ülke olarak öne çıkıyor.
Prof. Dr. Kürşad Zorlu / AA
Küresel güç mücadelesini ve bölgesel güvenlik hatlarını yakından ilgilendiren nükleer başlık sayısı dünya genelinde gerilese de bunun yanıltıcı olduğu belirtiliyor. Zira cephane modernizasyonu sebebiyle aslında bir azalma değil, aksine dokuz ülkenin operasyonel düzeyde savaş başlıklarının sayısı artmış gözüküyor. Rusya ve ABD’nin nükleer silah stoku küre toplamının yüzde 85’ine tekabül ediyor. Bu iki ülkeyi Çin, Fransa, İngiltere, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore takip ediyor. Burada ilk beş sıradaki ülkenin, dünyada barış ve refahın korunmasından sorumlu gözüken Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyeleri olması dikkat çekici.
Nazarbayev, BM üyelerini 2045’te örgütün yüzüncü yılına kadar dünyayı nükleer silahlardan kurtarmaya çağırmıştı ancak maalesef gelinen aşamada nükleer silahlanma yarışı hala karşılıklı caydırıcılığın bir aracı olarak kabul ediliyor.
BM Genel Kurulu’nun 70. oturumunda Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 2045 Küresel Stratejik Girişim Planı geliştirmesini önermişti. BM üyelerini 2045’te örgütün yüzüncü yılına kadar dünyayı nükleer silahlardan kurtarmaya çağırmıştı. Ancak maalesef gelinen aşamada nükleer silahlanma yarışı hala karşılıklı caydırıcılığın bir aracı olarak kabul ediliyor.
Burada bir tür “uçurumun kenarı oyunundan” [1] söz etmek mümkün. Bahsi geçen ülkeler giderek daha geniş bir coğrafyada kaos ve çatışma iklimine sürükleniyorlar. Nükleer silahlanma yeni soğuk savaşın bir gerçeği haline gelmiş olsa da nükleer enerjinin barışçıl amaçlı ve insanlığın faydasına yönelik olarak kullanılması esastır. Yani başka bir ifadeyle nihai hedef nükleer silahsızlanma olmalıdır.
Yukarıdaki veriler dikkate alındığında vaktiyle 1400’ün üzerinde nükleer savaş başlığını topraklarında barındıran Kazakistan’ın dünyadaki bu mücadele ve savaş tehdidine nasıl bir etkide bulunduğu hatırlanmaya değer. Öyle ki 29 Ağustos gününün BM tarafından “Uluslararası Nükleer Denemelere Karşı Eylem Günü” ilan edilmesi, Kazakistan’ın ortaya koyduğu karar ve politikaların bir neticesi. Bu yıl bağımsızlığının 30. yıldönümünü kutlayan Kazakistan Cumhuriyeti için nükleer silahlardan vazgeçme iradesi de 30 yıllık bir birikimle 29 Ağustos gününde tecelli ediyor.
Evet, dünyanın en büyük dördüncü nükleer silahlı gücüyken bundan kendi isteğiyle vazgeçen bir ülkeden söz ediyoruz. Bu karar sebep ve sonuçlarıyla irdelendiğinde vizyoner, sürdürülebilir ve dönüştürücü bir liderlik becerisinin gün yüzüne çıktığı söylenebilir. Bu sürecin mimarı ve öncüsü ise bugün ülkesinde “Elbaşı” (ebedi lider) unvanıyla anılan bağımsızlığın sembol ismi Nursultan Nazarbayev’dir.
Tarihi kararın kavşağında
Nazarbayev, Kazakistan’ın 1400’den fazla balistik füze başlığına ev sahipliği yaptığını, Boris Yeltsin tarafından onaylanan bir gizli brifingde öğrenmişti. Bu arada bu konuya ilişkin protestolar ve bazı demokratik süreçler başlamış, bazı dernekler kurulmuştu. Nükleer silahlara karşı en etkili hareketlerden biri, 1989 baharında Semipalatinsk’in kapatılmasını amaçlayan bir sivil çevre hareketi “Nevada-Semipalatinsk” idi. Bu hareket Nursultan Nazarbayev’den de güçlü destek aldı.
O dönemde Kazakistan’da konuşlanan savaş başlıklarının sayısı Fransa, Britanya ve Çin’dekilerin toplamından fazlaydı. Böyle bir güçten vazgeçmenin sorumluluğu çok büyüktü. Nazarbayev alınacak bu kararla bir yandan kendi ülkesinden gelen “En etkili silahımızı yok ediyoruz.” şeklindeki eleştirileri, bir yandan da diğer nükleer silaha sahip ülkelerin olası düşmanlığını göğüslemek durumundaydı. Fakat o yine zor ve etkisi yıllar sonra hissedilecek yolu tercih etti ve Kazakistan kendi isteğiyle nükleer silahlardan vazgeçti. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in kararıyla, Semey Nükleer Test Sahası 29 Ağustos 1991 tarihinde resmi olarak kapatıldı ve böylece dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğinin tasfiyesi süreci başlatıldı. ABD’deki görüşmeler dışında Rusya’nın benzer tarihlerde Orta Asya’daki cumhuriyetlerle güvenlik anlaşması imzalaması ve Çin’in birtakım taleplerini geri çektiğine yönelik güvence vermesi de önemli oldu.[2]
Bugün özellikle Orta Doğu’da olup bitenler irdelendiğinde Nazarbayev’in Kazakistan’ı nasıl bir beladan uzak tuttuğu daha iyi anlaşılabilir. Bunca geniş topraklar, o yıllardaki imkansızlıklar ve mevcut demografik yapısıyla değerlendirildiğinde nükleer silahlarla birlikte ilerleme fikri ülkeyi, hatta bölgeyi bir kabusa sürükleyebilirdi.
Hiroşima’yı yok eden bombadan çok daha güçlü bir cephanelik
Semipalatinsk nükleer test sahası, Kasım 1946’da Sovyetler Birliği tarafından Kazakistan topraklarında kuruldu. Sovyetler Birliği’nin ilk ve en büyük nükleer test sahası olan yerde ilk denemeler yaklaşık üç yıl sonra yapıldı. Burada yüzlerce test gerçekleştirildi. Sadece 1949 ile 1963 yılları arasında Hiroşima’ya atılan atom bombasından 2 bin 500 kat daha güçlü denemeler yaptılar. Bu rakam, nükleer silahların varlığı sırasında dünyada yapılan tüm testlerin yarısına karşılık geliyordu.
Semipalatinsk nükleer test sahası Nursultan Nazarbayev’in 29 Ağustos 1991 tarihli buyruğu ile kapatıldı. 1992 yılında ise Kazakistan Ulusal Nükleer Merkezi kuruldu. Bu merkez nükleer silahların ortadan kaldırılmasına yardımcı olmak ve Kazakistan hükümetinin bu alandaki politikasına bilimsel ve teknik destek sağlamak amacını taşıyordu. Yine aynı yıl Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması (START 1) onaylandı. Kazakistan böylece dünyanın dördüncü en büyük nükleer cephaneliğinden kendi isteğiyle vazgeçmiş oldu.[3] Bu, ülkenin güvenliği için atılmış bir adım olduğu kadar çok yönlü ve dışa açılmak isteyen bir diplomasinin de hamlesiydi. 13 Aralık 1993’te Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olan Kazakistan, kısa bir süre sonra da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) bir üyesi oldu. Kapsamlı Nükleer Test Yasaklama Anlaşması’nı 1996’da ilk imzalayanlar arasında yer aldı.
Nisan 2010’da Semipalatinsk test alanını ziyaret eden eski BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un dünyaya nükleer testleri durdurmaları için çağrıda bulunması ülkenin uluslararası görünürlüğü açısından bir örnekti. Moon, 2010 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Liderler Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, şu ifadeleri kullanmıştı:
“Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, seçkin vizyoner liderlik özelliği sayesinde Semipalatinsk testlerini durdurmuştur. Bir zamanlar nükleer silahlanma konusunda merkez konumunda bulunan Kazakistan, şimdi nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge olarak tüm dünyaya ve bölge ülkelerine örnek olmuştur.”
Kazakistan’ın uluslararası sistemle entegrasyonu açısından önemli bir adım da 2009’da BM Genel Kurulu’nda gerçekleşti. Semipalatinsk Test Sahasının kapatılmasına ilişkin kararnamenin imzalandığı 29 Ağustos tarihi “Uluslararası Nükleer Denemelere Karşı Eylem Günü” ilan edildi. BM bu kararı oybirliğiyle kabul etti. Aralık 2015’te ise BM Genel Kurulu, Kazakistan’ın ortaya koyduğu Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bir Dünyaya Yönelik Evrensel Bildirgeyi kabul etti.
Özgün dış politika aracı
Kazakistan, nükleer silahsızlanma kararıyla bir yandan da Orta Asya bölgesini olası tehlikelerden de arındırmış oldu. Hatta bu kapsamda 8 Eylül 2006’da imzalanan anlaşmayla beş Orta Asya ülkesi bölgede Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge oluşturdu.
Nazarbayev bu konuyu Kazakistan’ın özgün dış siyasetinin etkili bir aracı haline getirmeyi başardı. 27 Ağustos 2015’te Kazakistan ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bu alanda yakıt tedariki sağlamak amacıyla Kazakistan’da zenginleştirilmiş Uranyum Bankası kurulması için bir anlaşma imzaladı. Söz konusu organizasyonun açılışı 29 Ağustos 2017 tarihinde Nursultan Nazarbayev’in katılımıyla Ulba Metalürji Fabrikası’nda gerçekleşti.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na göre, nükleer yakıt bankası ancak nükleer silaha sahip olmayan bir ülkede kurulabilirdi. Kazakistan 1991’den bu yana sürdürdüğü çalışmalarla bu güveni çoktan oluşturmuştu. Bu öneri nükleer enerjiden yararlanmak isteyen bütün ülkelerin tek merkezden güvenli ve meşru şekilde enerjiyi temin edebilmesini öngörmekteydi. Buna göre barışçıl amaçla nükleer enerji geliştirmek isteyen herhangi bir devlet, diğer kaynaklarında sorun yaşarsa ihtiyaç duyduğu uranyum yakıtı için Kazakistan’a başvurabilecek.
Nitekim Kazakistan dünyanın uranyum kaynaklarının yüzde 12’sine sahip ve 2019 yılında dünyadaki uranyumun yüzde 43’ünü üretmeyi başardı. Kazatomprom adlı devlet şirketi altı eyaletteki çalışmaları ile dünyanın meşru uranyum üretim alanında faaliyet gösteriyor.[4]
Bahsi geçen bu adımlar Kazakistan’ı barış, istikrar ve uyum adına güvenilir bir oydaşma alanı haline getiriyordu. İlk olarak 2013 yılında İran ile P5+1 arasındaki müzakerelere ev sahipliği yaparak bugün yeniden gündeme gelen İran nükleer anlaşmasının başarısına önemli bir katkıda bulunan Kazakistan’da bu hususta uluslararası konferanslar da düzenleniyor.
Kazakistan, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına, Kapsamlı Nükleer Test Yasağı Anlaşmasına ve Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasına taraf ve bölgesinde bu anlaşmaları onaylayan ilk ve tek ülke.
Sonuç olarak Kazakistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından nükleer silahlarından kendi iradesi ile vazgeçen dünyadaki ilk ülke olarak öne çıkıyor. Kazakistan bu yolu açmakla uluslararası sistemdeki meşruiyetini pekiştirdi ve dış destekli bölgesel operasyonları akamete uğrattı. Bir güven ve istikrar ülkesi olma hedefi, Nazarbayev’in öncülüğünde hatırı sayılır bir gerçekliğe dönüştü. Böylece bağımsızlık sonrası 300 milyar dolardan fazla doğrudan dış yatırım çekmeyi başaran Kazakistan, çeşitlilik arz eden demografik yapısını bir karmaşaya sürüklemeden uyumlaştırmayı da sağladı. Bir başka önemli ayrıntı da yukarıdaki gelişmeleri koordine eden ve Nazarbayev’in aldığı bu kararı uygulayıcı konumunda bulunan kişinin yeni Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev olmasıdır. Dolayısıyla ülkenin bu ayırt edici yönü yeni dönemde de etkisini sürdürüyor.
[Uzmanlık alanı Avrasya bölgesi ve Türk dünyası olan Prof. Dr. Kürşad Zorlu, Bozok Üniversitesi İİBF dekanıdır]
[1] Thomas Schelling tarafından ortaya konulan bir yaklaşım. 1962 Küba füze krizinde ABD Başkanı Kennedy ile SSCB lideri Kruşçev arasındaki mücadele. O dönem Sovyetler Birliği Amerika’dan 90 mil ötedeki Küba’ya nükleer füze yerleştirmeye başlamış, bunun üzerine ABD yoğun tartışmalar eşliğinde Küba’nın deniz kuşatmasına alındığını açıklamıştı. Kennedy bu adımı ile Sovyetleri nükleer uçurumun kenarına getirmişti. Bu çok tehlikeli bir stratejiydi. ABD Kruşçev’e nükleer uçurumun ötesini göstermişti. Eğer Kruşçev o adımı atsaydı nükleer bir savaş başlayacaktı. Bu arada karşılığında ABD füzelerinin Türkiye’den sökülmesi sağlanmıştı.
[2] Zorlu, K. (2020) “Nazarbayev Liderliği: Büyük Bozkırın Yükselişi”, Kripto yayınları, Ankara.
[3] https://www.nti.org/analysis/articles/kazakhstan-nuclear-disarmament/
[4] https://world-nuclear.org/information-library/country-profiles/countries-g-n/kazakhstan.aspx
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *