“Reformculuk da gelenekçilik de bizim için yok oluştur. Birincisi İslam’ı modernite içinde eritir, ikincisi de İslam’ı tarihe hapseder. Tanpınar’ın güzel ifadesi ile “gelenekle hem hesaplaşacağız hem de anlaşacağız”. Aynı ilkeyi modernlik için de kullanacağız. Tecdit’in anlamı da budur.”
Ergün Yıldırım, Yeni Şafak’taki yazısını ‘tecdit’ konusuna ayırdı. Güncellenme tartışmasını Türkiye sisteminin yeniden kuruluşu ile bağlantılı olarak ele alan Yıldırım, iki cephe birden açıldığını belirtiyor gelenek ve modernlik şeklinde. Durumun siyasi tarafına dikkat çekmesi yönünden önem taşıyan yazısında Yıldırım, her iki taraf ile bir anlaşmadan söz etti ve “modern ihya hareketi (Orta Yol/vasat ümmet), Cumhuriyetin başlangıcında inkıtaa uğradı. Şimdi yeniden yoluna devam etmeli.” dedi.
Ergün Yıldırım’ın “İslam İçinde Savaş” başlığını taşıyan yorumu şöyle:
Üç yıl öncesinden söylenen ifadeleri seçerek bugüne taşımanın ve gelenekçi yaklaşımların kimi zaaf ve yanlışlıklarını toplayarak Türkiye’nin önüne koymanın elbette bir siyaseti var. Bu siyaset, Türkiye’nin içinden geçtiği tarihi dönemle yakından ilgili. Yüzyıllık Türkiye, siyasetini kökten yeniliyor ve bunu yapan ana sosyoloji ise muhafazakârlardan oluşuyor. Muhafazakâr aktörler yeni bir sistem kurmanın mücadelesinden geçiyorlar. Bir yıl sonra da büyük bir irade ortaya konacak. Bütün bunlar devam ederken hocaların, cemaatlerin ve dindar kesimlerin bazı açmazları, zaafları ve yanlışlıkları seçilerek gündeme taşınıyor. Kültür ve din üzerinden bir tartışma açılıyor. Bu tartışmalar elbette önemli. Modernleşme ile beraber de devam ediyor zaten. Dinin yorumu, içtihat kapısının açıklığı-kapalılığı, dini temsil etme otoritesi, dinin reformize edilmesi, dini tecdit…Filibeli Ahmed, Elmalı, Mehmed Akif, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Said Halim , Said-i Nursi…Hepsi de bu konuları çok yetkin bir dil ve ilimle tartıştılar. Bu tartışmayı durduran ve Türkiye’yi başka bir yatağa taşıyan ise İkinci Meclis oldu, yani Halk Parti hegemonyası…Tek parti rejimi önce dinde reform yapmak istedi, sonra tamamen dinden vazgeçti. Bu nedenle geleneksel yapıları da tasfiye etti. Diyanet, resmi din otoritesi olarak ikame edildi. Sadece camileri temiz tutmak ve vaaz vermek görevleri ile sınırlandı.
Şimdi yeniden Türkiye sistemini kurar iken iki cephe birden açılıyor: Birincisi muhafazakârları kendi içinde tartışmaya sürüklemek ve dini anlayışları diyanetin tekeline almak. Nitekim muhafazakârlar artık birbiriyle tartışmaya başladılar. Cumhurbaşkanı üzerinden de bu tartışmalar sürüyor. Erdoğan liderliği, din üzerinden tartışmaya sokuluyor. Muhafazakâr çevreler gelenekçilik ve reformculuk etrafında daha fazla ayrışıyor. İslam’ı Fazlurrahman bakışı ile reforme etmek isteyenler atağa geçmiş gözüküyor. Cübbeli Ahmet, Şabani tarikatı lideri, Nurettin Yıldız gibi figürlerin kimi ifade ve davranışları geleneğin ne kadar kötü olduğuna gerekçe yapılıyor. Hatta bunlar gösterilerek bütün tasavvuf ve tarikat çevreleri zan altında bırakılıyor. Toptancı bakışla herkes bu heybeye konuyor. Gelenekçilerin tarihi ve şeriatı donduran yaklaşımları bugünün gerçeklerine tosluyor. Peki o zaman modernliğe mi teslim olacağız yoksa şeraiti mi terk edeceğiz? Bence bu soru büyük bir tuzak. Bunun yerine şeriatın aslını ya da İslam’ın esaslarını koruyarak modern dönemde ihyaya yönelmeliyiz. Tecdit ilkesine başvurmalıyız. Zaten yukarıda bahsettiğimiz ve 19. Yüzyılda yaşayan Müslüman mütefekkirlerimiz de bunu yapmışlar. Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi reformculara karşı mesafeli davranmışlar. Bunun yerine ihya, ıslah ve tecdit (İslam Toplum Tahayyülü adlı çalışmamda bu konu üzerinde duruyorum) konularında yoğun bir mesai sarf ederler. Bugün de yapacağımız budur.
Reformculuk da gelenekçilik de bizim için yok oluştur. Birincisi İslam’ı modernite içinde eritir, ikincisi de İslam’ı tarihe hapseder. Tanpınar’ın güzel ifadesi ile “gelenekle hem hesaplaşacağız hem de anlaşacağız”. Aynı ilkeyi modernlik için de kullanacağız. Yani modernlikle hem hesaplaşacağız hem de anlaşacağız. Tecdit’in anlamı da budur. Geçilen ve içinde yaşanılmaya başlanan yeni “çağın ruhuna denk” İslami idrakin ortaya konmasıdır. Gazali bunu yaptı, İmam-ı Rabbani bunu yaptı ve hatta Osmanlı modernleşmesinde Nakşi müceddidiye ekolü de bunu yaptı. Ne Fazlurrahman ne de Seyyid Hüseyin Nasr bizim için bir yol. Nakşi Müceddidiye geleneği ile bu topraklarda başlayan “modern ihya” hareketi (Orta Yol/vasat ümmet), Cumhuriyetin başlangıcında inkıtaa uğradı. Şimdi yeniden yoluna devam etmeli. Türkiye İslamcılığı da (İstanbul İslamcılığı diyorum) budur. Ne Kahire, ne Riyad, ne Tahran ne de Amerikan Üniversiteleri (Hem Fazlurrahman hem de Nasr ABD üniversitelerinde çalışanlar olduğunu hatırlayalım)…
Muhafazakâr siyaset, tarihsel rolünü oynamaya devam etmeli ve liderliği bu iç tartışmalarla yıpranmamalı. “İslam içinde savaş” tezinin Türkiye’de sahnelenmesine geçit de vermemeliyiz. Unutmayın! İlk bölünme zihinde ve ruhta başlar. Öte yandan modernliğin ve kapitalizmin taarruzlarıyla karşı karşıya kaldığımız bir dönemde varlığımızı Müslümanlıkla sürdürmenin yolu ne geçmişe kaçmak ne de modernliğe teslim olmaktır. Bu konuyu Diyanetin tekeline de bırakamayız. FETÖ lideri Gülen’in bütün hayatını Diyanette memur olarak geçirmesi ve 1989 da başörtü yasağını camilerde savunması bunun için yeterli bir kanıt. 19. Yüzyılda başlayan “çağdaş ihya” geleneğini entelektüeller, ilahiyatçılar ve akademisyenler olarak sürdürmeye devam etmeliyiz.
Savaşı İslam içinde değil, İslam’a engel olan yapılara karşı sürdürmeliyiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *