Küresel bir güce dayanmadan Suudilerin İran’ı dengeleyebilmeleri mümkün olmadığı için Suudiler ABD’nin bölgeden çekilmesini de İran ile nükleer anlaşma imzalamasını da kendi rejim güvenlikleri açısından önemli bir tehdit olarak kabul ediyorlar.
Dr. Necmettin Acar / AA
Orta Doğu bölgesi güvenlik mimarisi son dönemde önemli bir değişme sahne oluyor. ABD’nin Afganistan’daki tüm askerlerini çekmesini takiben, geçen hafta Joe Biden-Mustafa el-Kazımi görüşmesi sonrası yapılan açıklamada ABD’nin Irak’tan da tüm muharip askerlerini yıl sonuna kadar çekeceğini açıklaması bölgede önemli bir güç ve güvenlik boşluğuna yol açacak. Tüm bunlara ilaveten hafiflemeyen İran-Suudi rekabeti ve bölgenin önemli aktörleri Mısır ve Pakistan’ın bu rekabette oyun değiştirici kabiliyete sahip aktörler olarak ön plana çıkması her iki ülkeyi de bölgede oluşacak yeni güvenlik mimarisinde kilit pozisyona taşıyor.
Geçen hafta Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan es-Suud’un Pakistan’a düzenlediği ziyaret, Suudi-Pakistan ilişkilerinde yeni bir ivmenin ortaya çıkacağını haber veriyor. Son beş yılda inişli çıkışlı bir düzlemde ilerleyen iki ülke ilişkilerinde Suudilerin Pakistan ile ilişkileri düzeltme konusunda oldukça hevesli oldukları aşikâr. Suudilerin bu tutumunun arkasında ABD’nin Irak ve Afganistan’dan çekilmesi sonrası oluşan güç boşluğunun İran ve Türkiye gibi rakip aktörler tarafından doldurulmasına engel olmak, olası İran nükleer anlaşmasına karşı nükleer güç olan Pakistan sayesinde İran’ı dengelemek ve yakın gelecekte ABD’nin Körfez bölgesinden de çekilme ihtimaline karşın Pakistan askeri desteği ile bölgedeki gücünü tahkim etmek hedefleri bulunuyor.
Suudi Arabistan-Pakistan ilişkilerinin tarihi
Her iki ülkenin çok eskiye dayanan ilişkileri olsa da Suudiler açısından Pakistan özellikle Afganistan’ın 1979 yılında Ruslar tarafından işgal edilmesiyle önemli bir müttefik haline geldi. Bu dönemde Suudiler ABD öncülüğünde küresel çapta sürdürülen anti-komünist kampanyanın gönüllü destekçisiydiler. Bu mücadele Orta Doğu bölgesinde Suudilerin savunduğu statükoyu alt üst etmek isteyen revizyonist aktörlere karşı da bir direnç anlamına geliyordu.
Sovyetlerin Körfez bölgesine sarkmasını engellemek için ABD’nin de desteğiyle Suudi-Pakistan koalisyonu oluştu ve bu koalisyon on yıl boyunca Afganistan’da Rusların başarısız olması için mücadele etti. Bu dönemde Suudi rejimine muhalif radikal Suudi vatandaşların Afganistan’daki “cihada” sevk edilmesinde Pakistan bir köprü işlevi gördü. Suudiler Pakistan’ın da desteğiyle içeride rejime muhalif çok sayıda Suudi’nin dikkatini iç politikadaki muhalif zeminden “küresel cihada” yönlendirmeyi başardılar. Hem içerideki muhalefeti ülke dışına ihraç ederek iç meşruiyetlerini tahkim ettiler hem de küresel komünizme karşı mücadelede ön safta yer alarak ABD’nin hamiliğine ne kadar layık olduklarını ispat ettiler.
Pakistan açısından ise Suudilerle ittifak varoluşsal düşman Hindistan karşısında Arap ve İslam dünyası üzerinden bir denge oluşturmaktı. Benzer şekilde Suudilerle yakın olmak Hindistan karşısında yalnızlığa terk edilen Pakistan’ı Batı karşısında daha da güçlü hale getirdi. Örneğin 1990’lı yıllarda nükleer denemeler yapan Pakistan’a Batı tarafından yaptırım uygulandığında Suudiler milyarlarca dolarlık petrolü ücretsiz olarak ülkeye sevk ederek Pakistan’a destek oldular. Pakistan açısından Suudilerle yakın ilişkilerin başka bir nedeni, iki yüz milyona ulaşan nüfusun yol açtığı ekonomik sorunları Suudilerin desteği sayesinde hafifletmek. Pakistan bölgenin en kaliteli eğitim kurumlarına ve en yetenekli nüfusuna sahip ülkelerinden biri olarak, Körfez bölgesine milyonlarca yetenekli iş gücü ihraç ediyor ve bu işgücünün sağladığı işçi dövizleri Pakistan ekonomisi için çok önemli bir döviz kaynağını teşkil ediyor. İki milyonu Suudi Arabistan’da olmak üzere üç milyondan fazla Pakistanlı işçi Körfez ülkelerinde çalışıyor ve 2019 yılı itibarıyla 22 milyar dolar olan işçi dövizi Pakistan GSYH’sinin yüzde 7’sini karşılıyor.
Pakistan hükümeti Körfez’deki ekonomik canlılığın sürmesi halinde yakın gelecekte Pakistan’ın işçi dövizlerinin 40 milyar dolara ulaşacağını tahmin ediyor. İşçi dövizleri dışında Pakistan Körfez’den önemli miktarda hükümet yardımı ve doğrudan yatırım çekiyor. Örneğin geçen yıl Pakistan’ı ziyaret eden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid bu ziyaret sırasında Pakistan’a 6 milyar dolarlık bir yardım sözü verdi. Bin Zayid’den çok kısa bir süre sonra Pakistan’ı ziyaret eden ve çok gösterişli bir şekilde ağırlanan Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ise Pakistan’la 20 milyar doları aşan bir ekonomik destek ve yatırım anlaşması imzaladı.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri bu işçi dövizlerini, son dönemde ABD ekonomik yaptırımlarına maruz kalan ve bu yüzden döviz rezervleri kritik seviyenin altına düşen Pakistan karşısında önemli bir kaldıraç olarak kullanmak istiyor. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın geçen haftaki İslamabad ziyaretinin en önemli gündem maddesi, sayıları 400 bini bulan Pakistanlı işçinin Suudi Arabistan’daki işlerine dönmesiydi. Suudiler AstraZeneca, Pfizer, Moderna ve Johnson & Johnson aşılarını onayladığı için bu aşıları olmayan Pakistanlı işçilerin ülkeye girişine izin verilmiyordu. Görüşmede bu konuda bir anlaşma sağlandığı açıklandı.
Suudi-Pakistan ilişkilerinde temel sorunlar
Suudilerin, tıpkı Afganistan dosyasında olduğu gibi, Pakistan askeri ve demografik kapasitesini bölgedeki iddialı ve maceracı politikalarına önemli bir destek noktası olarak kullanmak istemeleri Suudi-Pakistan ilişkilerindeki gerginliğin temel sebebini oluşturuyor. Suudi Arabistan, İran devrimi sonrası, İran’ı doğuda çevreleyip istikrarsızlaştırmak için Pakistan’ı kullanmak istediğinde Pakistan içerisinde bugün tıpkı Irak’ta gördüğümüze benzer bir Şii-Sünni çatışması ortaya çıktı. 2015 sonrası artan İran-Suudi gerginliğinde Suudiler yeniden Pakistan’a dayanarak İran’ı dengelemek istediler. Özellikle Yemen’e yönelik savaşta Pakistan kara birlikleri sahaya sürmek için Pakistan’a çok büyük bir baskı yaptılar. Hatta Muhammed bin Selman’ın 2015 yılında kuruluşunu ilan ettiği, kırk civarında Müslüman ülkenin kuruluşuna katkı verdiği “İslam Ordusu”nun başına Pakistan Genelkurmay Başkan Yardımcısı Rahil Şerif’i komutan olarak atanması da bu amaca matuftu.
Pakistan’ın Yemen savaşına asker göndermeme kararı iki ülke ilişkilerinde en büyük kırılmalardan birini teşkil etti. İki ülke ilişkilerinde gerginliği tırmandıran başka bir olay Türkiye, Malezya, Pakistan ve İran tarafından 2019 yılında düzenlenen Kuala Lumpur zirvesine Pakistan’ın başbakan düzeyinde katılma girişimiydi. Öyle ki basına yansıyan haberlere göre Muhammed bin Selman Pakistan Başbakanı İmran Han’ı “milyonlarca Pakistan vatandaşını sokağa atmakla tehdit ederek” bu zirveye katılmaktan vazgeçirdi.
Burada Suudilerin kabullenmek istemediği bir gerçek bulunuyor. O da Pakistan’ın Orta Doğu’da Müslüman ülkeler arasındaki sorunlarda sürekli tarafız kalmayı en önemli dış politika ilkesi olarak istikrarlı bir biçimde sürdürüyor olması. Çünkü Pakistan bölgede cereyan eden ideolojik ve jeopolitik rekabete değil varoluşsal düşmanı olan Hindistan ile mücadeleye odaklanmış durumda. Suudilerin Pakistan’ı kendi iddialı dış politikalarına angaje etme çabaları Pakistan’ın Hindistan karşısında zayıflamasına yol açacağı için Pakistan tarafından kabul edilemez bir durum. Pakistan, Suudilerin Yemen’e odaklanıp Pakistan’ın en önemli ulusal meselesi olan Keşmir meselesinde sergiledikleri duyarsızlığı asla kabul etmeyecektir.
Suudilerin İslamabad’a yakınlaşma motivasyonu
Son dönemde özellikle Yemen üzerinde yoğunluğundan bir şey kaybetmeden devam eden İran-Suudi rekabetinde zayıf düşmeleriyle Suudiler, Mısır ve Pakistan gibi bölgenin en önemli askeri kapasitesine sahip iki aktörüne odaklandılar. Fakat hem Arap Baharı sürecinde hem de 2013 yılında gerçekleşen darbe ile önemli ölçüde ekonomik ve siyasi istikrarını kaybeden Mısır’ın kısa vadede Suudi güvenliğine bir katkı yapması pek olası görünmüyor. Üstelik Sina’da kötüleşen güvenlik durumu ve Etiyopya ile Nil suları üzerinde girişilen rekabet, Mısır’ın dikkatini Körfez’den bu bölgelere çevirmesine yol açıyor. Halbuki yakın döneme kadar Mısır Körfez güvenliğinin temel direklerinden biriydi. Körfez-İsrail yakınlaşması, Körfez ülkelerinin Mısır’ın ulusal güvenliğini önemsememesi ve bölgesel meselelerden Mısır’ı dışlama girişimleri Mısır dış politikasını Körfez’e alternatif bir blok oluşturmaya sevk etti. Mısır son iki yılda Mısır-Ürdün-Irak arasında “Alternatif Arap Bloğu”na liderlik etmeyi kendi güvenliği açsından daha faydalı bulmaya başladı.
Son dönemde ABD dış politikasında başlayan “Orta Doğu bölgesindeki askeri güçleri çekme” yönlü trend Suudileri endişelendiren en önemli gelişme. Küresel bir güce dayanmadan Suudilerin İran’ı dengeleyebilmeleri mümkün olmadığı için Suudiler ABD’nin bölgeden çekilmesini de İran ile nükleer anlaşma imzalamasını da kendi rejim güvenlikleri açısından önemli bir tehdit olarak kabul ediyorlar. Özelikle ABD’nin 2021 yılı içerisinde Irak ve Afganistan’dan çekilme kararı ve İran nükleer anlaşması konusunda hevesli olması Suudileri ciddi bir İran tehdidi ile karşı karşıya bırakma ihtimali taşıyor.
Suudileri tedirgin eden başka bir gelişme ise Türkiye-Pakistan ilişkilerinde seviyenin her geçen gün yükselen bir ivme yakalamış olmasıdır. II. Karabağ Savaşı sırasında Türkiye ve Pakistan’ın devlet ve halk düzeyinde sergilediği yakınlık bu durumun en önemli göstergesi. Özellikle son NATO zirvesinde Türkiye’ye, Afganistan’daki Kabil Havaalanı’nın işletilmesi teklif edildiğinde Türkiye’nin bu sorumluluğu Pakistan ile birlikte üstlenme isteği her iki ülke yönetimleri arasındaki yakınlığı ve güveni simgeliyor. Pakistan’ın 2019 yılındaki Kuala Lumpur zirvesine en üst düzeyde katılma isteği de bu durumun başka bir göstergesi.
ABD’nin çekilme kararları, İran’da şahinlerin iktidarı, Mısır’ın Körfez güvenliğindeki rolünün azalması ve Yemen savaşında girilen çıkmaz Suudileri bir güvenlik arayışına itiyor. Bu durumda nükleer kapasiteye sahip, savaş tecrübesi olan, dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkelerinden biri olarak Pakistan yeniden Suudilerin dikkatini çekmeye başladı. Pakistan’ın içinde bulunduğu zor ekonomik şartlar ve Hindistan ile girdiği rekabette karşılaştığı zorlukları bir avantaja çevirmek isteyen Suudi Arabistan yönetimi, bazı ekonomik avantajlar sunmak suretiyle İslamabad yönetimini “geleneksel tarafsızlık” politikasından vazgeçirmeye çalışıyor. Suudilerin bu çerçevede Pakistan, İran ve Türkiye arasındaki olası yakınlaşmayı sekteye uğratmayı ve Pakistan’ın askeri, teknolojik ve demografik kapasitesini kendi iddialı ve maceracı politikaları için bir dayanak haline getirmeyi hedefledikleri de gözden kaçırılmamalı.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *