Gazze tüm ilgililere bir kez daha öğretmiştir ki, İngiliz-Amerikan emperyalizminin Ümmet coğrafyasındaki kanlı hançeri, ileri işgal karakolu olan siyonist gasıp şebekesi, kınamalarla değil, kınından çıkacak kılıçlarla diz çöktürülebilir ve ancak bu yolla coğrafyamızdan sökülüp atılabilir.
Yeryüzündeki Nebevi dâvet ve mücadelenin Mekke ve Medine ile birlikte üç ana beldesinden biri olan Kudüs ekseninde Filistin’de geçtiğimiz ay yaşananlar, bir kez daha başlıkta ifade ettiğimiz açık gerçeğin müşahhas ifadesi olmuştur. Siyonist işgal ve katliam makinası, başka hiçbir şeyle değil, mahrumiyet ve mazlumiyet beldesi olduğu kadar izzet ve şehadet beldesi de olan Gazze’de kınından çıkarılan “Kudüs’ün Kılıcı” ile durdurulmuştur.
Gazze, 365 km2’lik yüzölçümüne sahip, tüm dünyadan izole edilmiş, önemli kısmı mülteci kamplarında olmak üzere 2 milyon Filistinlinin yaşadığı, 14 yıldır dünya istikbarı ve bölgemizdeki ileri karakolu siyonist işgal yönetiminin ağır ambargosuna mahkûm edilmiş durumdaki küçücük bir kara parçası. Bir bakıma 20 ve 21. asrın Şib-i Ebi Talib mahallesi.
Kadim câhiliye döneminde Şib-i Ebi Talib mahallesi ne ifade ediyorsa, bir bakıma bugünün çağdaş câhiliye dünyasında Gazze de temelde aynı şeyi ifade ediyor: Yeryüzündeki egemen istikbara, tuğyana teslim olmamanın, Âlemlerin Rabbi’nden başkasına boyun eğmemenin bedeli olarak, dar bir coğrafyaya sıkıştırılıp izole edilmek ve ağır bir ambargo ile teslim alınmaya çalışılmak. Evet, siyonist işgalciler ve hamisi dünya istikbarı, tüm imkanlarını seferber ederek Filistinlilerin iradesini, imanını, izzetini teslim almaya çalışmaktadır.
Konuya yaptığımız bu giriş, asla bir “Gazze güzellemesi” değildir. Bilakis, bir hakkın teslimidir, bir vefanın, takdir ve şükranın ifadesidir. Değil mi ki, Gazze, o mahrum, mahkûm ve mazlum haliyle olup-bitene seyirci ve sessiz kalmamış ve “Kudüs’ün Kılıcı”nı çekerek hepimizin mükellefiyeti olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın ihtiramını savunma mücadelesinde ileri atılmış, son olarak 2008 ve 2014 yıllarında ödediği ağır bedellerin bir benzerini ödeyeceğini bildiği halde, “Söz konusu olan Kudüs ve Mescid-i Aksa ise, tüm varımız ve varlığımızla bu yola fedayız” anlayışıyla hareket etmiş, iki milyon bir bütün olarak bu adanmışlığı, Kudüs fedailiğini kaç defadır milim sarsılmadan ortaya koymuştur… O halde, Gazze ve fedakâr halkı her türlü takdir ve teşekkürü hak etmektedir.
Evet, Gazze, Kudüs’ü siyonistleştirme yönündeki adım adım işleyen işgal sürecinin bir parçası olarak devreye konulan Şeyh Cerrah mahallesinin gasbı girişimi ve Mescid-i Aksa’nın, siyonist işgal polisi gözetim ve desteğinde siyonist gruplarca basılarak ihtiramının ayaklar altına alınması girişimleri karşısında, salt slogan, tel’in ve kınama veya sızlanma, ağıt yakma gibi zilleti ifade eden tutumlar yerine, gözünü kırpmadan “Kudüs’ün Kılıcı”nı çekmiş ve on günlük örnek bir direnişle siyonist gasıp işgalciye cevap vermiştir, elhamdulillah.
Gazze tüm ilgililere bir kez daha öğretmiştir ki, İngiliz-Amerikan emperyalizminin Ümmet coğrafyasındaki kanlı hançeri, ileri işgal karakolu olan siyonist gasıp şebekesi, kınamalarla değil, kınından çıkacak kılıçlarla diz çöktürülebilir ve ancak bu yolla coğrafyamızdan sökülüp atılabilir. Nitekim, siyonist işgal ve katliam rejiminin çocuk, kadın, yaşlı demeden giriştiği kanlı saldırıları çok fena halde kınama yarışına giren, “İslam İşbirliği Teşkilatı” adı altında toplanıp bildiri yayınlayan koca koca ülkelerin, söz konusu işgal ve katliam şebekesiyle başta ona hayat veren, silah sanayiine hammadde temin eden ticari ilişkiler olmak üzere diplomatik, kültürel ilişkileri ise artırarak devam ettiği bilinen acı bir gerçektir.
Şüphesiz ki Mescid-i Aksa ve Kudüs bizim için bir “mesele” olmanın ötesinde dâvadır. Gündelik siyasi bir konu olmanın ötesinde, gündelik siyasetimizi de belirleyen akide konusudur, akidevi bir meseledir. Kudüs dâvası, Mescid-i Aksa dâvası salt Gazze’nin, Filistin’in dâvası değildir. Yeryüzündeki tevhid dâvasının önemli bir rüknüdür, Nebevi mirasa sahip çıkmanın, o mirası savunmanın ve günümüzde onu temsil etmenin bir parçasıdır.
“Süleyman mâbedi” olarak nitelenen Nebi mescidi, madden ayakta olmasa da, manen yeryüzündeki İslam dâvasının bir şahidi olarak, Nübüvvet dâvasını taşımak yerine ona ihanet etmiş, Nebevi dâveti tahfif ve tahrif etmiş bir topluluğun değil, o dâvayı günümüzde temsil eden Müslümanların mescididir. O bizim Mescid-i Aksa’mızdır. Mekke’deki Mescid-i Haram ve Medine’deki Mescid-i Nebevi ile birlikte üç mescidimizden biridir. Kudüs, Darus Selam’dır, yani İslam’ın yurdu, Darul İslam’dır.
Değil midir ki, Kudüs ne zaman Müslümanların yönetiminde olmuşsa gerçek anlamda Darus Selam (Barış Yurdu) olmuş, barış içinde yaşanılan bir belde olmuş ve fakat ne zaman ki Müslümanların elinden gasp edilmişse, ona “Yeruşalim”, “Jerusalem” diyenler tarafından tam anlamıyla bir “Daruz Zulüm” haline getirilmiştir. Bugün de siyonist gasp şebekesinin işgali altında bir zulüm yurdu haline getirilmiştir Kudüs. Onu yeniden Darus Selam haline getirme mükellefiyeti, biz Müslümanların omuzlarındadır. Tabii ki aynı mükellefiyet, başta yaşadığımız beldeler olmak üzere, yeryüzünün tüm beldeleri konusunda da geçerlidir.
Şeyh Cerrah Mahallesi, Mescid-i Aksa, Gazze
Siyonist gasp ve işgal rejimi, 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Theodor Herzl öncülüğünde gerçekleştirilen 1. Siyonist Kongre ile belirlenen hedeflerin kanlı bir neticesidir. Bu sebeple de zaten siyonist rejimin resmi dairelerinde o “başsiyonist”in posterleri asılıdır. Kongre sonrası, Osmanlı devletinden (II. Abdülhamid’den) Filistin’de toprak almak ve adım adım koloniler oluşturabilmek gayesiyle çeşitli vesilelerle taleplerde bulunan ve fakat hiçbir şekilde yüz bulamayan siyonistlerin imdadına, içeride 1909 yılında II. Abdülhamid’i darbe ile deviren İttihatçılar ve dışarıda ise o günün başat emperyalist gücü İngiltere yetişmiştir.
1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından hazırlanıp ilan edilen ve Filistin’de bir siyonist devletin kurulmasını öngören “Balfour Deklarasyonu” ile birlikte, Filistin topraklarına yönelik siyonist işgal hedefi kuvveden fiile geçme sürecine girmiş bulunuyordu. 1917 yılında Osmanlı kuvvetlerini mağlup ederek Filistin ve Kudüs’ü işgal eden İngiltere, burada kurduğu ve 1948 yılında siyonist işgal devletinin kurulmasına kadar süren manda yönetimi süresince Filistin topraklarının siyonistlerce çeşitli yöntemlerle adım adım işgalini bizatihi organize ve himaye etmiştir.
Bir işgal yönetimi olarak, siyonistlere bizzat toprak hediye ederek, sembolik rakamlar karşılığı toprak satarak, İrgun, Haganah gibi sonradan siyonist işgal ordusunu teşkil edecek terör şebekelerinin 254 Filistinlinin hunharca katledildiği Deir Yasin köyü katliamında olduğu gibi tedhiş ve katliamlarla Filistinlileri köylerinden uzaklaştırıp oralara Avrupa’dan gemilerle taşınan yerleşimci işgalcileri yerleştirerek, Filistin’in siyonistlerce merhale merhale yutulmasına eşlik ve dahası öncülük etmiştir, İngiliz emperyalizmi. Malum olduğu üzere 2. Dünya Savaşı sonrası bu me’şum ve mel’un misyonu, İngiltere’nin elinden Amerikan emperyalizmi devralmış ve halen sürdürmektedir.
Sözün burasında Mustafa Armağan’dan bir alıntıyla, siyonistlerin emperyalizmin himayesinde Filistin’i işgalinin nasıl adım adım işlediğine dair bazı rakamları dikkatlerinize sunmakta fayda görüyoruz:
“Tarihî Filistin topraklarının tamamı 28 bin km2’dir. İsrail bunun 20 bin km2’si üzerine çökmüş olup Filistinlilere kalan toprak 6 bin km2’dir. Bu demektir ki Filistin, topraklarının 5’te dördünü, nüfusunun da yüzde 60’ını kaybetmiştir. Kalanların hangi şartlarda yaşadığı malum. Şimdi 28 bin km2’yi bir kenara yazıp, 1948 sonrasında toprakların nasıl el değiştirdiğini maddeler halinde görelim:
650 km2’si ya öteden beri Yahudilerin elinde bulunan veya Siyonizmden asırlar önce el değiştirenler, 300 km2’si İngilizlerin işgalden sonra Yahudilere bağışladıkları, 200 km2’si yine İngilizlerin Yahudi Ajansı’na 100 dekarı 1 dinara olmak üzere 99 yıllığına kiraladıkları, 600 km2’si Paris’te, Lübnan’da vs. yaşayan toprak ağası Hıristiyan Arapların sattıkları, 250 km2’si Filistinlilerin Şeyh Cerrah’taki gibi tehditle, cazip tekliflerle yahut vergi borcunu ödeyemeyenlerin elinden toprağının (tıpkı bir zamanlar Güneydoğu’da ağaların yaptığı gibi) alınması şeklindedir. Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta, 5. maddede yer alan 250 km2’nin Filistin topraklarının tamamının % 0,9’una tekabül etmesidir, yani %1’i bile değildir.”
Yukarıdaki kısa tarihsel özeti ve o çerçevede rakamlarla ilgili alıntıyı niçin yaptık? Geçtiğimiz ay yaşananları doğru anlayabilmek için tabii ki. Filistinlilerin elinde kalan iki küçük kara parçasından biri olan Batı Şeria’yı da, meşhur tabirle İsviçre peyniri gibi delik deşik eden, bütünlüğünü ortadan kaldıran siyonizmin adım adım işgal pratiğinin, gelip Kudüs’ün önemli mahallelerinden olan Şeyh Cerrah Mahallesi’ne dayanması, Kudüs açısından stratejik öneme sahip bu mahalleyle eşzamanlı olarak Mescid-i Aksa, siyonist yerleşimci şebekeler ve onların organizatörü ve hâmisi siyonist işgal yönetimi tarafından, üstelik tam da Ramazan ayında ağır bir şekilde hedef alınması sebebiyle Kudüslü Müslümanların ve onlara destek vermek için ileri atılan Gazze’nin can havliyle direnişi söz konusu oldu.
Şayet bu izzetli duruş ve direniş olmasaydı, iş, dünyada kına bırakmayan kınama ustalarına kalmış olsaydı, bugün Şeyh Cerrah mahallesi ve belki de Mescid-i Aksa’nın ardından ağıt yakıyor olabilirdik. Nitekim, siyonist gasp ve işgal yönetiminin, tıpkı 1994’te El Halil’de Hz. İbrahim Camii’nde yaptığını Mescid-i Aksa’da da yaparak, sinanog dayatmasıyla Aksa’yı mekânsal olarak bölme planı bilinmektedir.
Temelde, Kudüs’ün ve tabii ki Mescid-i Aksa’nın adım adım yutulması planının bir parçası olan Şeyh Cerrah mahallesi meselesine gelince, kısaca şu şekilde bir özet yapabiliriz:
Siyonist işgal rejimi, Şeyh Cerrah mahallesinde de, birçok bölgede uyguladığı yöntemi uygulamaya çalışmakta yıllardır. İşgal altında tuttuğu “Doğu Kudüs”te yer alan Şeyh Cerrah mahallesinde mukim 27 Filistinli aile, yıllardır yerlerinden edilme baskısı altında yaşamakta. İşgal yönetiminin “Kudüs Sulh Mahkemesi”, 2019 yılında yerleşimci diye ifade edilen işgalcilerin talebi üzerine Şeyh Cerrah mahallesinde oturan 12 Filistinli ailenin evlerini boşaltmaları ve yerlerine yerleşimci işgalcilerin iskanı kararı vermişti. Karar, bu ailelerden dördünün bu yılın başında (Ocak 2021) evlerini boşaltmalarını öngörüyordu. Ailelerin temyiz başvurusu da, Şubat ayında “İsrail Merkezi Mahkemesi” tarafından reddedilmişti.
İşte, ismini Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’nin tabibi olan Şeyh Hüsameddin Cerrah’tan alan bu mahalle, siyonist gasbın sürekli uygulanan yöntemlerinden biri olan “hukuki gasp” yöntemiyle yutulma girişimine karşı direnmeye çalışmakta.
Siyonist işgal yönetiminin hedefi gayet açık: Filistinlilerin arazi ve evlerini kamulaştırma yöntemiyle gasp edip yerleşimci işgalcilere peşkeş çekerek, Kudüs’teki son direnç noktalarını da kırmak ve nihayetinde Filistinli nüfusu olabildiğince seyrekleştirilmiş, murabıtları mülksüzleştirilip şehirden uzaklaştırılarak savunmasız bırakılmış Mescid-i Aksa’yı yıkmak ve yerine kendi tapınaklarını kondurmak…
Artık sıkça yaşanmaya başlandığı gibi, işgal polisinin himayesinde siyonist işgal gruplarının, 10 Mayıs (28 Ramazan) günü, işgal devletinin Kudüs’ü 1967’deki işgalinin yıldönümünü kutlamak gayesiyle bu kez daha geniş bir katılımla Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleme hazırlıklarına karşı, Kudüslü Müslümanlar teyakkuza geçmiş ve kitlesel olarak Aksa nöbetine başlamışlardı.
İşte işgal polisinin, 7 Mayıs 2021 (25 Ramazan 1442) günü ve sonraki günler boyunca, bu direnişi kırmak amacıyla Mescid-i Aksa’ya baskınlar yapması, Kıble Mescidi’ne necis postallarıyla girip Müslümanların üzerine ses bombaları ve plastik mermilerle saldırmaları, avluda iftar açan Filistinlilere ağır şekilde saldırılarda bulunmaları ve bu saldırılarda 200’den fazla Müslümanın yaralanması ve aynı zamanda Şeyh Cerrah mahallesini de ablukaya almaları karşısında, Gazze’deki Müslümanlar Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya tam anlamıyla “canlı kalkan” olarak öne atıldırlar ve “Kudüs’ün Kılıcı” operasyonunu başlattılar.
11 Mayıs 2021 (29 Ramazan 1442) günü, Gazze’deki Hamas ve İslami Cihad gibi direniş gruplarının, uyarılarına rağmen siyonist işgal yönetiminin Mescid-i Aksa’ya yönelik abluka ve saldırılarına son vermemesi ve Şeyh Cerrah mahallesine yönelik gasp girişiminde ısrarcı olması karşısında, Gazze’den siyonist işgal yönetimine karşı “Kudüs’ün Kılıcı” operasyonu başlatıldı.
Burada evvel emirde dikkat çeken nokta, bugüne kadar fiili savaşı başlatan tarafın, saldırılarına “Dökme Kurşun Operasyonu”, “Gazap Üzümleri” gibi isimler vererek hep siyonist işgal ordusu olmasına rağmen, bu kez savaşı başlatan taraf “Kudüs’ün Kılıcı” operasyonu adını vererek Gazzeli Müslümanlar olmuştur. İşte bizim “Kudüs ve Mescid-i Aksa için ileri atılma, canlı kalkan olma” dediğimiz husus bu noktada belirginleşmektedir.
Evet, Gazzeliler çok iyi biliyorlardı ki, attıkları ve önemli kısmı da havada imha edilecek olan her bir roketin, füzenin karşılığında tahribat gücü yüksek füze ve bombalar yağacak Gazze şeridinin şehirlerine ve siyonistler her zaman olduğu gibi yine katliam yapmaktan geri durmayacaklardı. Ancak söz konusu olan Kudüs ve Mescid-i Aksa idi ve bu sebeple her şeyi göze alarak ileri atıldı, Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı hepimiz adına savundu, Gazzeli kardeşlerimiz.
Ve gördük ki, 2007 Haziran ayından bu yana ağır bir ambargo altında olmalarına rağmen, Gazzeli Müslümanlar boş durmamışlar ve Rabbimizin “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl, 8/60) emrinin gereği için çalışıp çabalamışlar ve işgalci siyonistlere çok etkili sürprizler hazırlamışlar.
Menzili 250 km’yi bulan ve işgal yönetiminin yönetim merkezi olan Tel Aviv’i vurabilen füzeler siyonistleri acze düşürürken, 10. günde tek taraflı ateşkes ilanıyla direniş karşısında zilletlerini kabullenmiş oldular. Bu on gün içinde, Tel Aviv’de yaşayan işgal toplumuna, her gün 22.00 ile 24.00 arasında sokağa çıkabilmeleri için füze atışına ara verdiğini deklare eden Gazze direnişinin, süreç boyunca moral üstünlüğü tartışmasızdı.
Siyonistler direniş karşısındaki acziyetlerinin intikamını her zamanki gibi mazlum sivillerden aldılar. 64’ü çocuk, 39’u kadın, 17’si yaşlı en az 254 Gazzeli mazlum hunharca katledildi, siyonist işgalcilerin ağır bombardımanında. Bu insanlık suçu tablosu karşısında Amerikan yönetiminin resmi sözcüsü Jen Psaki, ateşkes kararını yorumlarken “İsrail, askeri hedeflerine ulaştı” cümlesini kurdu. BM Genel Sekreteri de, Gazze’ye ağır bombardımanın devam ettiği bir gece, gittiği bale gösterisinin fotoğrafını paylaşıp ne kadar eğlendiğini dile getirmekle meşguldü.
İşte bu tablo karşısında izzet beldesi Gazze (Gazze; remzul izze) bize bir kez daha, siyonist işgale karşı direnişin, Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı savunmanın, kınamalarla vs değil, ancak kılıçla mümkün olacağını göstermiş oldu. “Kudüs’ün Kılıcı”nı selamlıyor, Kudüs murabıtlarını ve Gazzeli kardeşlerimizi, mübarek beldemizi ve mescidimizi hepimiz adına savundukları için tebrik ediyoruz.
İKTİBAS
(Haziran sayısı yorumu)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *