Gazeteci Oray Eğin, bazı romanlarını çok sevdiğini söylediği Orhan Pamuk’un son kitabı “Veba Geceleri” için, “okuma girişimimde kendimi kirlenmiş, aldatılmış, hatta dolandırılmış hissettim” ifadesini kullandı, “Türkiye’nin tek Nobelli yazarının bile romanı bu seviyedeyse ülkedeki edebiyat çıtasını düşünmek açısından da tüyler ürpertici.” dedi.
Ocean Vuong’un “On Earth We’re Briefly Gorgeous” (Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz) kitabını yeni bitirebildim. Ağır ağır, sindire sindire okudum. Bazı cümlelerde duraksadım, kimi bölümleri baştan sona yeniden okudum. Elimde kalem alıp okuduğum yerleri yeniden ziyaret edip beğendiğim cümlelerin altını çizerken başka anlamlar kazandıklarını fark ettim. Bir an annem gözümde canlandı, başarısız ilişkilerim aklıma geldi, ilk aşkımı hatırladım, sevip de erken kaybettiğim insanları özledim. Kısacık romanın tortusunu ağır bir yük gibi birkaç gündür üzerimde taşıyorum, etrafımda aynı kitaptan benim kadar etkilenen insan bulamamanın yalnızlığıyla.
Bir an lise yıllarıma, masaüstü bilgisayarda sabahlara kadar bembeyaz sayfa başında hiçbir ödül (para, yayımlanma, başkasının okuması vs.) beklemeden saatlerce yazdığım günlere dönüyorum. O heyecanı, yazma arzusunu, bitmek bilmez enerjimi hatırlıyorum. Bugünlerde ucunda ödül olmadan adımı dahi yazacak enerjim yok; bir zamanlar sadece kendim için yazdığım günlerin acemi heyecanını hatırlıyorum.
İşte orada, ben. Liseden yeni mezun, koltuğumun altında tamamlanmış iki roman dosyasıyla Can Yayınları’nı yöneten Özdemir İnce’nin kapısını çalmanın planlarını yapıyorum. Telefonla ulaşabiliyorum, bu bile yetiyor bana. Hiç tanımadığı 17 yaşındaki bana romanımı yayımlatmanın mümkün dahi olamayacağını söylüyor.
“Ünlü olmanız gerekir,” diyor doğrudan. Afallıyorum. Böyle bir yanıt beklemiyorum. Ama aklıma kazıyorum. Gerçi o öykü yarışmalarına katılmamı, edebiyat dergilerinde yazılarımı yayımlatmamı, adımın bir yazar olarak duyulmasını kastediyor. Ama ben ünlü olma kısmına takılıyorum ve o an orada ünlü olmaya karar veriyorum. Bir gün ünlü olacağımı o gün biliyorum.
Bu konuşmanın üzerinden geçen yıllarda ünlü olunca kim ne yazarsa yazsın her şeyin yayımlanabildiğini defalarca tecrübe ederek öğreniyorum. Geçenlerde Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri” kitabını okurken de aklıma bu cümle geliyor: “Ünlü olmanız gerekir.” Böyle bir romanın yayımlanabilmesi için birinin sadece ünlü olması yeterli, o zaman ne yazarsanız yazsın yayımlatabilirler.
*
“Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz” benim temizlenmek, edebiyata olan sevgimi yeniden hatırlamak için okuduğum bir roman, bir abdestti. Ocean Vuong şair olduğu için güzel cümleler kurma konusundaki gerçek üstü yeteneğini bu romanın sayfalarında da hiç esirgememiş; bir şairden beklendiği gibi yazıyor. Aynı anda, ikinci abdestimi Hemingway’in “The Sun Also Rises” (Güneş De Doğar) romanını okuyarak alıyorum. Bu sefer kısa cümleler ve yalın anlatımla nasıl devleşildiğini hatırlamak için.
Roman okumayı ne kadar çok sevdiğimi hatırlamam gerekiyordu, çünkü Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri”ni okuma girişimimde kendimi kirlenmiş, aldatılmış, hatta dolandırılmış hissettim. Basit bir “Ya ben Orhan Pamuk okuyamıyorum abi ya,” itirazı değil bu; aksine geçmişteki pek çok romanını – okunması çok zor denenler dahil – bir solukta okuyup bitirdim, çok etkilendim, edebiyata olan borcumu ödemek için haklarında yazılar yazdım.
“Veba Geceleri”nde de bir buçuk sene önce başlayan COVID-19 salgının küçük bir ada üzerinden Türkiye’ye politik etkilerini anlatmaya çalışıyor. Ne derse desin, hiçbir kuvvet beni bu romanın son bir buçuk senede yalapşap yazılıp virüs rüzgarını kaçırmamak için aceleyle yayımlanmadığına ikna edemez. Romanın daha ilk başlarında salgına dair cümleler geçen sene gazetelerde, televizyonlarda siyasetçilerin, gazetecilerin, Bilim Kurulu üyelerinin ağzından çıkan sözlere, halktaki karşılığına, gazetelerdeki haberlere ve tepkilere gönderme besbelli. Vebayla ilgili o kadar çok teknik bilgiyi tekrar ediyor ki, okudukça bir zamanlar gazetelerin kupon karşılığında verdiği ansiklopedilerden saman kâğıda basılı, cildi elde kalan en kötüsünün veba maddesinden aynen geçirildiği hissi uyandırıyor. Üzerine biraz Michel Foucault serpiştirilmiş. İlk 100 sayfada bile tek bir akılda kalıcı sahne yok; karakterler zaten iki boyutlu ve ansiklopedi maddesini romana çevirirken mecburen formüle uygun yerleştirilmiş gibiler.
Ama roman yayımlanmış, 300 bin basılmış. Çünkü ünlü olunca ne yazarsanız yazım yayımlanıyor, tek bir editör de Nobel sahibi bir yazarın kalitesi yazar adaylarının yayınevlerine yolladıklarıyla amatör dosyalarıyla yarışacak romanını reddedemiyor yahut iyileştirilmesi için cesaret edemiyor. Nobelli yazara laf söylemek kimin haddine, değil mi? İyi de yazar da Nobel’e layık yazı yazsaydı. Kitabın hızla çok satanlar listesinde gerilemesi manidar. Demek ki artık orta sehpada şık durması için bile almıyorlar. İçeriği ve edebi değeri hakkında Orhan Pamuk’a hayran yazarlardan bile pek ses çıkmaması kibarlıktan olsa gerek.
1996 yılında ABD’nin en ünlü sosyal romancısı Jonathan Franzen’in Harper’s dergisine yazdığı makale pek çoklarınca romanın ölümü olarak yorumlanmıştı. Oysa Franzen ekran çağında bile insanları roman yazmaya teşvik ediyor, ama bu işin giderek zorlaştığını da vurguluyordu. Genişletilmiş hali “How to Be Alone” kitabında yer alan bu uzun yazıda ortalama Amerikalının yılda sadece beş roman okuyabildiğini, rekabetin bu yüzden daha da kızıştığını, bütün yazarların o beş romandan birini yazmak, o sınırlı kontenjana dahil olmak için birbiriyle yarıştıklarını vurguluyordu.
Sadece beş roman… Aynı istatistiği Türk okuru için kabul edelim—ki ben pandemi senesinde dahi tek bir roman dahi bitirmemiş olabilirim. Ortalama bir Türk okuru yılda sadece tek bir roman okuyacaksa bu kitabın Türkiye’nin tek Nobelli yazarına ait olması doğal. Zaten romansız geçen bir seneden sonra eski roman okuma alışkanlığımı edinmek için “Veba Geceleri”ni çıktığı gün özel olarak Türkiye’den getirtmem de bundandı. Umudum belki bu sayede eskiden heyecanla roman okuduğum günlere dönebilmekti. Onun yerine karşıma bu çıktı.
Nobel alması erken miydi geç miydi, tartışmalarına girmeyeceğim. Nobel almak için uyguladığı taktiklere de karşı değilim; bu oyunun küresel ölçekte bir kuralı var, kuralına göre oynadı. Samimiyetle söyleyeyim, o durumda ben de olsaydım aynı stratejiyi izlemek zorunda kalabilirdim.
Asıl hainlik bunca şöhretten sonra okunamayacak kadar kötü bir romanı yazabilmesi, yüzünü hiç kızartmadan bunu bir sosyal roman olarak pazarlamaya çalışması. Orhan Pamuk’un tüccar tandansları zaten malumdu, ama bugüne kadar “ürün” pazarlamayı hak ettirecek kadar kuvvetliydi, en zayıfı bile belli bir seviyenin üstündeydi. İsimsiz bir yazar yollasa anında reddedilecek bir dosya seviyesindeki “Veba Geceleri” romanın itibarına, yazının büyüsüne, edebiyat aşkına büyük bir ihanet.
Türkiye’nin tek Nobelli yazarının bile romanı bu seviyedeyse ülkedeki edebiyat çıtasını düşünmek açısından da tüyler ürpertici. Çıta tamamen yok oldu artık. Dünyayı değiştirecek romanların çıkmadığı Türk edebiyatında, Türk yazı geleneğine Batılılaşmayla girdiği için belki de pek uygun olmayan roman türüyle vedalaşmanın yolunu açtı Orhan Pamuk. Ülkenin tek Nobelli yazarı olmanın bir sorumluluğu da her satırın yazdığın dilin edebiyat geleneğinde bir köşe taşı olabileceğini, gelecek kuşaklara ve yazının onuruna etki edebileceğini hesap etmektir. Ödülün yazılı olmayan doğal sorumluluğudur bu.
Bu roman yetersizliğiyle bu sorumluluğa da ihanet. “Araba Sevdası” ile açılan parantez yavaş yavaş kapanıyor şimdi. Belki de bizim için kısa, pek verimli olmayan, sarsıntılı ve dışarıdan kimsenin pek de ilgilenmediği bir hevesti de roman; bitiverdi. Tam da bu yüzden “Veba Geceleri” sadece çok kötü bir roman değil.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *