Günümüz koşullarında her ne kadar, bu bölgeye kibirli ve popülist bir perspektiften, sözde yardımseverlik jargonlarıyla hitap edilse de, arkadaki asıl maksat bunların ötesindedir.
Sahel; Afrika’nın Sahra Kuşağının Güneyinde kalan, Senegal’den başlayarak, Moritanya, Mali, Nijer, Çad, Sudan ve hatta kısmen Nijerya, Burkina Faso ver Eritre’yi de içine alan coğrafyayı tanımlayan isimdir.
ABD Dışişleri bakanı Pompeo, DAEŞ ile mücadele koalisyonu toplantısında, DAEŞ tehlikesinin Irak ve Suriye’den ziyade, Sahel bölgesi ve özellikle Batı Afrika’da ciddi anlamda artış gösterdiği vurgusunu yapmıştır. Bunun yanı sıra, daha önceki açıklamalarda, bazı ABD’li yetkililerin Sahel bölgesinin enerji kaynaklarının Orta Doğu’dan dahi daha önemli olduğunu ifade ettikleri basına yansımıştır.
Peki, gerçekten Pompeo’nun bu çıkışının enerji ile (ya da tabii kaynaklar ile) bir ilgisi var mıdır? Bu durum nasıl yorumlanabilir? Maddeler halinde bu bölgeyi değerlendirecek olursak;
– Öncelikle bu bölge ciddi iklim değişikliğinin yaşandığı, yarı çöl statüsünden, tropikal iklime geçiş kuşağı olarak değerlendirilebilecektir.
– Ayrıca Hristiyan dünyasının yükselen değeri olan Güney Afrika ile Kuzey Afrika arasındaki geçiş sosyolojisine sahip, genellikle büyük çoğunluğu Müslüman olan devletlerden oluşan bir hattı ihtiva etmektedir.
– Bölge henüz keşifler ve yer altı kaynakları aramacılığı noktasında dünyadaki en bakir alanlardandır. Bakir olmasıyla birlikte, potansiyel ihtiva ettiği de ifade edilebilecektir.
Örneğin, bu bölgeler bakir sayılsa dahi, ciddi anlamda;
Burkina Faso’da çinko,
Mali’de altın,
Nijer’de uranyum,
Nijerya, Sudan ve Çad’da petrol,
Moritanya’da demir ve gümüş keşifleri yapılmıştır.
Siyasi anlamda bölgede her ne kadar ABD ve Fransa arasında gizli bir rekabet varmış gibi görülse de, bu iki devlet için de, asıl risk; bu bölgelerde artan Çin nüfuzudur. Çünkü Çin her şekilde ekonomik ve ticari girişimlerde üstünlük sağlamakta ve bölgedeki diğer dış unsurların planlarını bozabilmektedir. ABD ve Fransa’nın bölgedeki hali hazırdaki askeri mevcudiyeti bu durumu değiştirememiştir.
Bölgedeki imkânsızlıklar, zor koşullar, veri kaydının olmayışı gibi durumlar analizleri zorlaştırsa da, Sahel bölgesi küresel anlamda etkin olmak isteyen bütün oyuncular için önemlidir.
Bakir olmasıyla birlikte hem deniz hem de kara alanlarında petrol ve gaz potansiyelinin yüksek olduğu ifade edilebilecektir. Ayrıca güneş enerjisi açısından da, uygun koşulların oluşturulması durumunda, büyük fırsatlar ihtiva eden bir konum elde edilebilecektir.
Günümüz koşullarında her ne kadar, bu bölgeye kibirli ve popülist bir perspektiften, sözde yardımseverlik jargonlarıyla hitap edilse de, arkadaki asıl maksat bunların ötesindedir.
ABD’nin bu bölge ile ilgili DAEŞ söylemlerinin arkasında ise;
– Bölgesel hâkimiyeti Çin’e kaptırmamak,
– Eğit – donat sistemiyle kurduğu terörist yapıların, Afganistan, Irak ve Suriye’den sonra oyalanacağı yeni bir zemin oluşturmak,
– Bu yapılırken de, ağırlıklı Müslüman olan bu bölgedeki sosyolojik dengeler ile oynayarak, çıkarlarına hizmet edecek müdahalelerde bulunmak gibi maksatların olduğu düşünülmektedir.
– Türkiye’nin medeniyet coğrafyasının bir parçası olan Sahel bölgesi ile ilgili şimdiden yapabileceklerini planlaması gereklidir. Böyle bir süreç kolay yürütülebilecek olmasa da, şimdiden düşünülmelidir.
Oğuzhan Akyener/TESPAM (Kasım 2019)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *