Sultan Abdülhamid’in, “Biz, İstanbul’u Rumlardan zaptettik… Fetih günü onlar matem tutmak isterler… Biz tezahürde bulunursak (ortaya çıkarsak) onların hissiyatını rencide ederiz…” gerekçesiyle fetih kutlamalarına izin vermediğini Murat Bardakçı aktardı.
Dün İstanbul’un fethinin yıldönümü olması üzerine Habertürk yazarı tarihçi Murat Bardakçı, 1453’te fethedilen İstanbul için kutlamaların ne zaman başladığını vurguladı.
Sultan Abdülhamid’in bu konudaki tavrını “Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri” isimli kitapta anlatılanlardan aktaran Bardakçı, “İstanbul’un fethini kutlamak Abdülhamid zamanında yasaktı, bu işten Menderes Hükümeti de uzak durmuştu!” başlığını taşıyan dün Habertürk‘teki yazısında şunları anlattı:
Bugün, İstanbul’un fethinin 568. yıldönümü… 29 Mayıs günü, her sene bir öncekine göre çok daha parlak törenlerle kutlanıyor.
Ama geçmişte, özellikle de Sultan Abdülhamid’in iktidar senelerinde kutlamalara izin verilmemiş, fethin 500. yıldönümü olan 1953’te de Adnan Menderes Hükümeti şenliklerden uzak durmuş, hattâ “Biz bu işin içinde değiliz” diye resmî bir açıklama bile yapılmıştı…
Önce, Sultan Abdülhamid’in iktidarı sırasında, yani 1876 ile 1909 arasındaki yasağı anlatayım:
Yasağın esası, hükümdarın “Fetih kutlamalarının Rum vatandaşların hislerini rencide edebileceği” endişesi idi ve Sultan Abdülhamid kutlama yaptırmamıştı!
Bu yasağı, Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesinden vefat ettiği 1918’e kadar doktorluğunu yapan Âtıf Hüseyin Bey’in hükümdarın kayda geçmiş “gerçek” sözlerinin yeraldığı tek eser olma kimliğini taşıyan günlüğünden öğreniyoruz…
Dr. Âtıf Hüseyin Bey, Abdülhamid ile sohbetlerini kaydettiği ve Ziya Şakir’in tamamına yakın kısmını bir gazetede tefrika ettikten sonra 1943’te “Sultan Hamid’in Son Günleri” ismi ile kitap haline getirdiği, ardından da Prof. Metin Hülâgü’nün 2003’te tam metin olarak yayınladığı “Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri” isimli notlarının on birinci defterinde, Abdülhamid’in bu konuda şöyle söylediğini naklediyor:
“Rumlarla ahvâl (“ilişkiler” anlamında) iyi gitmiyor… Birşey çıkartacaklar. Ben olsam ne yapardım?.. Patrik ile iyi geçinirdim.. Patriği ele alırdım… Patrikhane demek, Yunanistan demektir… Yunanistan’a da, bütün Rumlar’a da Patrikhane hükmeder… Bilmem, bizim hükümet neden bunu böyle düşünmüyor? Rumlar’ın Patrik’ten başka bazı ileri gelen, nüfuzlu adamları var, onları da okşamalı… Hâsılı, Patrikhane’yi okşamakla işler sükûnet bulur itikadındayım (inancındayım)… Ben, Rumlar’ı hep okşardım. Benim içtihadım hâricinde bir kere Babıâli’nin Patrikhane ile arası açılır… O vakit Yunanistan ile muharebe zuhur etti (çıktı)… Ne vakit Patrikhane ile aramız bozulursa, arkadan Yunanistan ile mutlaka harp olur… Bu da pek tabiîdir…
Biz, İstanbul’u Rumlardan zaptettik… Fetih günü onlar matem tutmak isterler… Biz tezahürde bulunursak (ortaya çıkarsak) onların hissiyatını rencide ederiz… Benim zamanımda bir kere İstanbul’un fethi günü merasim yapmak istediler… Ben bu hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim… Bunlar hikmet-i hükûmettir, çünki her hükûmet teb’asının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeğe çalışmalıdır… Her nedense biz kendi kendimize mesele çıkarıyoruz…”.
Kutlama yasağından bahsederken, unutmamamız gereken bir husus vardır: Hükümdarın tahtta bulunduğu dönem, imparatorluğun en zayıf günleridir. Abdülhamid sürekli bir taviz politikası uygulamakta, hattâ kardeşi Sultan Vahideddin’in ifadesi ile “Ali’nin külâhının Veli’ye, Veli’nin külâhının da Ali’ye giydirmeye” çalışmaktadır. Yunanistan ile mesele çıkartmamak için Patrikhane ile iyi geçinmesi yahut Rumlar’ın üzülmesine engel olmak için İstanbul’un fethinin kutlanmasına izin vermemesi de bu politikanın gereğidir.
Abdülhamid’in koyduğu yasak İkinci Meşrutiyet’in ardından İttihad ve Terakki tarafından kaldırıldı, ilk kutlama 1910’da yapıldı ama bir hataya düşüldü: Fetih günü Milâdî değil Rûmî takvimle 29 Mayıs olarak kabul edildi ve kutlamalar Rûmî 29 Mayıs’a tekabül eden 11 Haziran’da yapıldı. Üstelik o senelerde İstanbul’un surlarına bayrağı ilk diken kişi olarak Balaban Çavuş isimli bir yeniçeriden bahsediliyordu ve Ulubatlı Hasan’ın ortalarda yoktu!
500. YILDA HAYAL KIRIKLIĞI
Derken 1953’e, yani fethin 500. yıldönümüne gelindi…
Kutlama için İstanbul’da birkaç sene öncesinden hazırlıklar yapılmış, fetih ve Fatih Sultan Mehmed ile ilgili kitaplar çıkartılmış, kuşatma sırasında şehid olan askerlerden bazılarının mezarları bulunup restore edilmiş ve Fatih’in gündemin ilk sırasında olması için çaba gösterilmişti.
Ama bütün bu faaliyetleri üniversiteler, dernekler ve gönüllüler yapmıştı; hükümet işin içerisinde yoktu, zira fetih kutlamalarının resmî bir şekle bürünmesi hâlinde ilişkilerimizin düzelmeye başladığı Yunanistan’ın “rencide olabileceğinden” endişe ediliyordu.
Hükümet, işte bu yüzden 29 Mayıs 1953’teki kutlamalara resmen iştirak etmeyeceğini duyurdu, kararından Yunanistan’ı haberdar etti ve Yunan hükümeti de memnuniyetini bildirdi! Zamanın başbakanı Adnan Menderes, 29 Mayıs’ta Ankara’da olacak, dolayısı ile törenlere katılmayacak ama hemen ertesi günü, İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth’in tahta çıkış törenine katılmak üzere Dışişleri Bakanı Prof. Fuad Köprülü ile beraber Londra’ya gidecekti…
Menderes Hükümeti’nin 500. yıl kutlamalarına hiçbirşey şekilde iştirak etmediğini söylemek aslında hatâ olur: Hükümet iki tarih profesörünü, Tayyip Gökbilgin ile Akdes Nimet Kurat’ı Yunanistan’da bu konuda düzenlenen bir toplantıya gönderdi ve İstanbul’un fethini anlatan renkli bir filmin ham hâlinin de banyo edilebilmesi için Amerika’ya yollanması konusunda bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarttı.
İstanbul’un fetih kutlamaları konusundaki geçmişimiz böyle maceralarla doludur ve fetih lâyık olduğu şekilde ancak şimdi kutlanabilmektedir!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *