Gözlerini kapamaktan korkan küçük bir kız. Çaresizce çocuğunu uyutmaya çalışan bir anne. Uyku vaktinin ne zaman korku getirmeyeceğini hayal eden bir çocuk. Ve Suriye… Şam diyarının mazlum ve masum çocuklarının yurdu.
Ali Altunkaya / Genç Dergi
İsveçli ödüllü fotoğrafçı Magnus Wennman, sınır kapılarında sığınma izni bekleyen ve hayat sürmenin oldukça zor olduğu mülteci kamplarında yaşamaya çalışan kimsesiz çocukların, ne koşullarda ve nasıl uyuduğunu tüm dünyaya göstermek ve bu konuya ilgi çekmek amacıyla “Where the Children Sleep (Çocuklar Nerede Uyuyor)” isimli bir fotoğraf sergisi oluşturdu.
Suriyeli mülteci çocukların fotoğraflarıyla birlikte hikayelerinin de paylaşıldığı sergi, Avrupa’da oldukça ses getirdi ve yüz binlerce insan tarafından ziyaret edildi.
Birçok ülkeden onlarca mülteci kampında yüzlerce fotoğraf çeken Wennman, yaşadıklarını ve gördüklerini aktardığı bu sergiyi bir de kitaplaştırdı.
İşte yürek burkan o fotoğraflar ve çocukların kalplerimize oturan hikayeleri…
Yiyecek almak için evden çıkan Lamar ve ailesi, geri döndüklerinde rejimin attığı bir bombayla enkaza çevrilmiş evlerini bulurlar. Böylece artık İdlib’te yaşayamayacaklarını anlayarak Türkiye üzerinden kaçak bir bota binerler ve diğer mülteciler ile beraber Hırvatistan sınırına varırlar.
Yolda babası bottan atılan Lamar, İdlib’teki evinden her bahsedildiğinde oyuncak treni, bebekleri ve topundan söz ediyor. Burada diğer mülteciler ile birlikte kampa kabul edilmeyi bekleyen Lamar, şimdi bir ormanda battaniyesinin üzerinde üzgün, tedirgin ve üşüyerek uyuyor. Dünya sessizce Suriyeli mültecileri izlerken o uykuya dalıyor. Buna uyku denirse tabi…
Guta’daki evlerine isabet eden bir roketin etkisiyle Maram’ın üzerine çatıdan bir beton parçası düşer. Annesi tarafından hastaneye götürüldükten sonra acilen hava ambulansıyla Ürdün’e sevk edilir.
Maram burada tam on bir gün yoğun bakımda komada kalır. Şu anda bilinci açık olsa da çenesi kırıldığından konuşamaz vaziyette… Etrafındakiler ile tek iletişim yolu ise savaşı, vahşeti ve çaresizliği gören gözleri…
Yanındakiler Hırvatistan’a kaçak olarak girebilmenin planlarını yaparken ortalıktan kaybolan Ahmet, bir gece yarısı çimlerin üzerinde uyuyakalır. Amcası ve yanındakiler yanına döndüklerinde ise Ahmet’i soğuktan donmuş bir halde ölmek üzereyken bulduklarını anlatırlar.
Kendisinin çok cesur olduğunu ve sadece bazı akşamlar ağladığını söyleyen amcası, Ahmet’in babasının Suriye’nin kuzeyinde öldürüldüğünü ve diğer kardeşlerinin ise nerede olduklarını bilmediğini ağlayarak anlatır.
Abdullah Suriye’nin Derʿâ şehrinde, kız kardeşinin rejim askerleri tarafından tecavüz edildikten sonra katledilmesine tanık olur. Ardından annesi ile beraber buradan kaçarak bir mülteci kampına sığınırlar. Hâlâ şahit olduklarının şokunu atlatamayan Abdullah, burada her gece kâbus görüyor. Annesi, yorgun ve hasta olan Abdullah için gördüğü her yardım görevlisinden ilaç istiyor.
“Hayatımda hiç iki ekmeği yan yana göremedim” diyen Abdullah, hastalığının ilerlemesi ile her geçen gün ölüme yaklaşıyor.
Üstelik dünya ekmek israfında rekora koşarken…
Halep’teki evleri bombalandığında henüz bir yaşını yeni dolduran Walaa, sağlıksız beslenmenin de etkisiyle geceleri baş ağrısından uyuyamıyor.
Yaşadığı travma nedeniyle her gece kabuslarla uyanan 5 yaşındaki Walaa, Halep’teki evine bir an önce dönmek istiyor. Annesiyse, biraz da olsa ona evi hissettirebilmek için Walaa’nın etrafına yastıktan duvarlar örüyor.
Ancak Walaa geceleri hâlâ uyuyamıyor, en ufak ses bile saatlerce uykusuz kalması için yeterli. Baş ağrısı ise annesinin sadece ilaç bulabildiği zamanlarda olmuyor.
Walaa bu gece yine uyuyamadı, yine yorgun ve uykusuz şekilde sabahı bekliyor.
5 yaşındaki Moyad ve annesi, el ele gittikleri bakkaldan dönerken içine bomba yerleştirilen bir taksi büyük bir şiddetle patlayınca, Moyad gözyaşları içerisinde annesinin cansız bedenini bulur.
Patlamada kafasına ve sırtına şarapnel isabet eden Moyad, Ürdün’de bir hastaneye götürülür. Günlerdir hastanede herkese annesini ve gördüğü o sarı taksiyi anlatıyor. Moyad, o taksinin annesini geri getireceğine inandığı için, her gece uyumadan, “Sarı taksi ne zaman gelecek” diye soruyor.
Doktorlar psikolojik olarak eski haline dönmesinin yıllar alacağı görüşünde…
Annelerini ve ağabeylerini Şam’da patlayan yüzlerce bombadan birinde kaybeden Ralia ve Rahaf kardeşler, mülteci olarak geldikleri kamptan kaçıp Lübnan sokaklarında yaşamaya çalışıyorlar. Ancak burada hava geceleri oldukça soğuk oluyor.
Üzerlerindeki yeni olan montları nereden buldukları sorulduğunda ise,bir hayırseverin yanlarından geçerken bıraktığını söylüyorlar. Yalnızlıklarını birbirleri ile paylaşan bu iki kardeş, çok sevdikleri ve bir an bile ayrılamadıkları montları ellerinden alınır korkusu ile kampa bir daha geri dönmek istemiyorlar.
Mülteci olarak hayata gözlerini bir çadırda açan 20 aylık Amir, doğduğundan beri tek bir kelime bile etmemiş. Annesi, Amir’in rahmindeyken travma geçirdiğine inanıyor.
Amir, gündüz her ne kadar ses çıkaramasa da, geceleri belli belirsiz bir anda çok gülmeye başlıyor. Bu kamplarda gülmenin bile acı olduğunu söyleyen annesi, küçük oğlunun hiç durmadan dakikalarca gülmesini çaresizce gözyaşları ile izliyor.
Bölgede savaş başlayınca annesi henüz yeni doğmuş oğlu Şiraz’ı bir battaniyeye sarıp Kobani sınırından Türkiye’ye kadar sırtında taşıyor.Burada kamp doktorları yolda çocuk felci geçiren Şiraz’ın felçli kalacağını söylüyorlar.
Şiraz, şimdi felçli bir şekilde yaşam mücadelesine devam etmeye çalışıyor. Aşırı uykusuzluktan sadece ilaçlar ile uyumaya çalışan Şiraz’ın hayatındaki tek kişi, ona bakan hasta annesi.
Evlerine bomba isabet etmesi sonucunda küçük kardeşini yitiren Ahmet, her gece yüzlerce Suriyeli gibi Yunanistan sınırındaki bir otobanın asfaltında uyumaya çalışıyor.Ailesinin geri kalanı sorulunca cevap vermeyen Ahmet, sadece günlerdir uykusuz olduğunu söylüyor.
Ülkeye sığınmalarına izin verilmeyen mültecilerin burada ne kadar kalacakları ise belli değil.
Bu çocuklar ve bunlar gibi nicesi…
Hikayesi bilinen ya da bilinmeyen daha yüz binlercesi…
Hepsi ayrı bir hikâye, ayrı bir imtihan, ayrı bir acı…
Başta doğdukları ülkelerin bulunduğu yakın bölgelerde olmak üzere, bugün dünyadaki çocuk mülteci sayısı yaklaşık 10 milyon…
9. yılını geride bırakan Suriye iç savaşı ise her geçen gün binlerce çocuğun daha mülteci olarak hayatına devam etmesine neden oluyor. Üstelik tüm bunların yanında Avrupa`da kaçırılan mülteci çocukların sayıları ve akıbetleri de bilinmiyor.
Kamplardaki kötü yaşam koşulları ve elverişsiz sağlık şartları da düşünüldüğünde her geçen gün bu çocuklar savaşın acı yüzüyle bir kez daha yüzleşiyorlar. Böylece mazlumlar ve mağdurlar kendi imtihanlarını yaşarken, bir yandan onların yaşadıkları da bizim imtihanımız oluyor.
Bir gün ebedi ahiret yurduna göçtüğümüzde, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızdan, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden ve söylemememiz gerekirken söylediklerimizden hesaba çekileceğiz.
Öyleyse sokağımızdan başlayarak, Suriye ve ötesine uzanan bir sorumluluk, olanca ağırlığıyla hepimizin omuzlarında. Gücümüz neye ve ne kadarına yeterse, elden ne gelirse, kalp kimine ne kadar dua edebilir ve düşmana ne kadar buğz edebilirse…
Tüm bunların yanında, aklımızdan asla çıkarmamamız gereken bir gerçek öylece duruyor önümüzde;
“Kimi varılması zor göç yollarında, kimi uluslararası denizlerde her an batacak botlarda, kimisi ise yaşam standartlarının sıfır olduğu mülteci kamplarında… Sizin onlar için bir şeyler yapmanızı bekleyen milyonlarca çocuk var!”
Ve bu çocukların çığlıklarını bir türlü duyuramadıkları dünyaya sordukları tek bir soru: “Bir ömür bir bavula sığar mı?”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *