28 Şubat sürecinde öğrencilerin başörtülerini çıkarmaları için İstanbul Üniversitesinde kurulan ikna odaları, o dönemle özdeşleşen olaylardan biri olarak hafızalara kazındı.
Toplumda derin yaralar açan 28 Şubat 1997’deki postmodern darbenin üzerinden 24 yıl geçti. Dönemin tanıkları ve mağdurları, bu süreçte toplumun yaşam biçimi ve inançlarını yaşayış tarzı üzerinden oluşturulan yoğun baskıyı, aradan geçen yıllara rağmen hala unutamıyor.
28 Şubat’ın en çok etkilediği kesim, başörtüsü takmaları nedeniyle öğrenim hakları engellenen öğrenciler oldu. Başörtülü öğrencilere karşı linç kampanyası başlatıldı, tek istekleri eğitimlerine devam etmek olan öğrencilerin yüzlerine okul kapıları birer birer kapandı.
Öğrencilerin üniversite önlerinde eylem yaparak başlattıkları başörtüsü mücadelesi, kısa sürede tüm ülkeye yayılarak büyük bir direnişe dönüştü. Haklarını arayan öğrenciler, adeta terörist muamelesi gördüler, okul bahçesine dahi sokulmadılar hatta gözaltına alınıp yargılandılar.
İkna odaları başörtülü öğrencilerin kabusu oldu
Öğrencilerin başörtülerini çıkarmaları için İstanbul Üniversitesinde (İÜ) kurulan “ikna odaları” da 28 Şubat süreciyle özdeşleşen olaylardan biri olarak hafızalara kazındı. İkna odaları, henüz daha gençliğinin baharında olan kız öğrencilerin adeta kabusu haline geldi.
İkna odalarında öğrencilere, başlarını açmaları karşılığında birçok teklif sunuldu, okula başörtüsüz gireceklerine dair baskıyla taahhütname imzalatıldı ve bu sırada görüntüleri kamerayla kayıt altına alındı.
Başörtüsü eylemlerinin en yoğun yaşandığı, öğrencilerin şiddete maruz kaldığı o günlerde, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) elebaşı Fetullah Gülen’in “Başörtüsü füruattır” açıklaması yasakçılara malzeme olurken, başörtüsü direnişini de büyük ölçüde sekteye uğrattı.
Bu açıklamanın üzerine bazı öğrenciler başörtülerini çıkarırken, bu durum mücadele eden öğrencilerin üzerindeki baskıyı daha da artırdı; öğrenciler ikna odaları ve karakollarda, bu söz üzerinden yasakçıların telkinlerine maruz kaldı.
“Peruk, bone ve şapka ‘İkna olmadık’ demenin aracı haline geldi”
“İkna Odaları” kitabının yazarı Gülşen Demirkol Özer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İÜ Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmasına çok az bir süre kala okula başörtüsüyle girme yasağının başladığını, ilk başta uygulanabilir olmadığını düşündükleri yasağın her katmanda çok sert bir şekilde uygulandığını, okulda yaptıkları eylemlerde sert müdahalelerle karşılaştıklarını anlattı.
O yıl pek çok arkadaşının mezun olamadığını belirten Özer, Edebiyat Fakültesi’nde başörtüsü protestosu güçlü olduğundan yasağın bir süre geri çekildiğini, o sayede mezun olduğunu ve öğretmenliğe atandığını fakat diğer kamu kurumlarında da yasak uygulandığı için öğretmenlikten aynı yıl ihraç edildiğini söyledi.
Mezun olduğu yıl okula yeni gelen öğrencilerin kayıt öncesi ikna odalarına alınması üzerine onlarla görüşerek “İkna Odaları” isimli bir kitap kaleme aldığını kaydeden Özer, “Konuştuklarımdan 3-4 kişi hariç çoğu ikna odasına girerek bir şekilde okula kayıtlarını yaptırdılar. Okullarına peruk, bere ya da şapkayla giriyorlardı. Bu aslında şunu ifade ediyor, ‘Biz o odalara okuldan kaydımız düşmesin diye mecburen girdik fakat asla ikna olmadık.’ Peruk, bone ve şapka aslında bir dönem başörtünün yerini aldı, ‘İkna olmadık’ demenin aracı haline geldi. Bu nedenle de çok kısa bir süre sonra okullarda peruk ve şapka yasakları uygulanmaya başladı. Konuştuğum kişiler, başındaki kendi saçı mı peruk diye kontrol edilmeye başlandığını anlattılar. Çok üzgünlerdi, psikolojileri dağılmış vaziyetteydi. Hatta pek çoğu kabus gördüğünü söylüyordu.” diye konuştu.
“Başını açmayı reddederse sert bir şekilde muamele ediyorlardı”
Gülşen Demirkol Özer, ikna odalarında başörtülü öğrencilerin maruz kaldıkları baskıyı şu sözlerle anlattı:
“Öğrenci, ikna odasına tek başına alınıyordu. Burada bir psikolog görevlendirilmiş ve yanında okula kayıt yapan bir kadın ve erkek kameraman vardı. Eğer imam hatipliyse dini argümanlar üzerinden değil daha çok ‘Güzelsin, gençsin, gelecek vadediyorsun. Burs verelim, seni okutalım ama okula bu şekilde giremezsin, başını açman lazım.’ şeklinde telkinlerde bulunuyorlardı. Kişi eğer reddederse bu sefer sert bir şekilde muamele ediyorlardı. Ailesini aramakla tehdit ediyorlar ya da dini bilgisinin zayıf olduğunu düşünüyorlarsa Kur’an’da böyle bir emrin olmadığını söylüyorlardı. İkna odasının özeti şu; bir genci her tür argümanla sıkıştırarak önünde bulunan kağıdı imzalatıp o anda başını açmasını sağlayarak onun farklı bir yöne girmesini istediler. Başını açmasını isteyip kayıt aldıklarında aslında öğrenciye ‘Sen artık yenildin, bize teslim oldun, başını açtın bir kere bundan sonra da açmalısın.’ mesajını veriyorlardı.”
Özer, görüştüğü öğrencilerin ikna odasında yaşadıklarını ağlayarak anlattığını, bir yandan da o dönemde okula hala devam ettikleri için tedirginlik duyduklarını aktardı.
28 Şubat’ın tarihte kalmış ve bitmiş bir acı olmadığına, bugün hala o dönemin yaralarının sarılmadığına işaret eden Özer, “Her kademede memuriyetten atılanların yaşadıkları sorunlar devam ediyor. Özlük haklarımızı almadık, iadeiitibar için uğraşıyoruz. Bu, darbenin boyutlarını ve derinliğini gösteriyor. Bin yıl sürmedi belki ama izlerini silemediğimiz için hala kanayan taze bir yara.” ifadelerini kullandı.
“Okula almadılar ama atılma sebebi olarak devamsızlığı gösterdiler”
28 Şubat sürecinde İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü 3. sınıf öğrencisiyken başörtüsü nedeniyle üniversiteden atılan Zehra Ergül Kaya, o dönemde okuluna devam edebilmek için verdiği mücadele ve karşılaştığı zorluklar ile öğrencilerin baskıya maruz kaldıkları ikna odalarıyla ilgili tanık olduğu olayları anlattı.
Okullarda henüz yasak uygulanmaya başlamadan önce dahi baskıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Kaya, sınıftaki başörtülü arkadaşıyla hiçbir gerekçe gösterilmeksizin kazı alanına götürülmediklerini, sınıf arkadaşlarının buna karşı imza topladığını ama işe yaramadığını söyledi.
Yasakların ilk önce Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde başladığını dile getiren Kaya, şunları kaydetti:
“Öğrencileri derslere almadılar. Yaka paça sınav ve uygulama salonlarından çıkardılar. Darbeden birkaç ay sonra da Edebiyat Fakültesi’nde de yasak uygulanmaya başladı. Bir gün okulun kapısına geldiğimizde robokoplar ve köpeklerle durdurulduk. Bir daha da uzun yıllar boyunca okuluma giremedim. Yasak yasal değildi ve uygulayıcılar bunu biliyorlardı. 1998’de devamsızlıktan okuldan atıldım. Başörtüsü kanunen yasak değildi, kılık kıyafet yönetmeliği de atılmayı gerektirmezdi. Bizi okula fiilen almadılar ama atılma sebebi olarak devamsızlığı gösterdiler. Yönetim, okula almadıklarını kabul etmiyordu. Defalarca tartaklandım, yumruk yedim, yerlerde sürüklendim, üzerime köpekleri saldılar. Gözaltına alındım, nezarette yattım hatta cezaevinde tutuklu yargılama talebi olduğu için beraat etmeme rağmen cezaevine giriş çıkış yapmak zorunda kaldım. 1 ay sonra yapılacak yargılama için tutuklu yargılama kararı verildi. Bütün bunlar 3 yılını tamamladığım okuluma son sene de devam etmek istediğin için gerçekleşti.”
“Çok tacizkar bir uygulamaydı”
Okula devam öğrenciler için başı açık fotoğraf zorunluluğu getirildiğini ve kayıt yenileyecekleri zaman kendisinden açık fotoğraf istenildiğini fakat vermediğini ifade eden Kaya, açık fotoğraf veren arkadaşlarının da “Kimliklerinizde açık fotoğraf var, örtülü giremezsiniz.” gerekçesiyle okullara alınmadıklarını aktardı.
Zehra Ergül Kaya, ikna odalarına ilişkin tanıklığını ise şu sözlerle dile getirdi:
“İlk kez kayıt için gelen öğrencilerden de açık fotoğraf istediler. Onları farklı bir girişten aldılar. Okulun önüne perdeleri olan geçici kabin gibi yerler yapmışlardı. Buraya sadece yeni gelen kız öğrencileri alıyorlardı. Çoğu arkadaş ağlayarak o odalardan çıkıyordu. Biz de oradaydık. İçeride kamera karşısında oturtularak verdikleri emeğin o noktada verecekleri karara bağlı olduğunu, eğer başlarını açarlarsa onları çok parlak bir geleceğin beklediğini telkin etmişler. Başörtüsü için ailelerinden baskı görüyorlarsa burs vererek her türlü sahip çıkacaklarını, orada verecekleri kararla geleceklerine yön vereceklerini söyleyerek bir uygulama yaptılar. Bu çok tacizkar bir uygulamaydı. O günlerde yasakçıların kendince daha az şiddetli bir uygulaması gibi lanse edildi. Nur Serter ve ekibi de böyle söylüyorlardı. İstanbul’daki süreci yakından biliyorum, çok acımasızca uygulandı, kimsenin gözünün yaşına da bakmadılar.”
16 yıl sonra aftan yararlanıp 4 çocuk annesi olarak okula döndüğünü belirten Kaya, “Başvurumu kabul eden hoca olarak da sınıf arkadaşımı karşımda buldum. Bu benim için bir kırılma anıydı. Biz yasağa karşı bir duruş gösterirken özgürlük mücadelesi veriyorduk aslında. Çünkü inancımıza uygun olarak yaşamak istiyorduk. Yine de insanın hayatının 16 yıl ertelenmesi çok etkili bir yıkım ve bunun tazmini olamaz. Benim gibi binlerce insanın hayatı ertelendi. Kariyeri yok edildi. Bu çok ağırdı. Zannedildiğinde çok daha fazla kişiyi etkiledi, hala da etkileri devam ediyor.” şeklinde konuştu.
(Zeynep Rakipoğlu / AA)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *