Aşıya erişim imkânlarının ağırlıklı olarak sanayileşmiş Kuzey ülkelerinde ve az sayıdaki yükselen güçte yoğunlaşmış olması, aşı savaşlarının küresel gelir dağılımıyla paralel bir patika izlemesine yol açıyor.
Aşı savaşlarında son perde: Küresel ve yükselen güç stratejileri
Prof. Dr. Sadık Ünay / AA
Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Anadolu Ajansı için kaleme aldığımız “Post-Hegemonik Dünya ve Aşı Savaşları” [1] başlıklı yazıda yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin çok kutuplu küresel sistemdeki istikrarsızlık dinamiklerini nasıl derinleştirdiğini örnekleriyle ortaya koymuştuk. Uluslararası koordinasyon atmosferinin ve çok taraflı kurumsal yapıların zayıfladığı bir dönemde beliren bu kamu sağlığı tehdidinin ülke yönetimleri tarafından seferberlik mantığıyla ele alındığını; pandemiye karşı kilit önemdeki aşılara ulaşmak için de savaş işaretlerinin ufukta göründüğünü belirtmiştik. Kovid-19 ve farklı varyantlarına karşı geliştirilecek aşılar milyarlarca dozluk küresel biyoteknoloji pazarında üstünlük sağladığı ve özellikle yükselen güçlere siyasi prestij unsuru olduğu için aşı geliştirme süreçlerinde kıyasıya bir küresel rekabet yaşandığını ifade etmiştik. Küresel ve yükselen güçler arasında kur ve ticaret savaşlarından uzay ve teknoloji savaşlarına uzanan hegemonya mücadelesinin yeni cephesinin aşı üretim ve paylaşım savaşları olacağını ortaya koymuştuk.
Bu yazıyı kaleme aldığımız tarihten bugüne kadar geçen altı aylık dönemde çok uluslu ilaç devlerinin, kamu otoritelerinin ve araştırma kurumlarının ortak çalışmaları sonucu aşı geliştirme çalışmalarında belki de tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar hızlı mesafe alındı. Çeşitli firmalar tarafından üretilen farklı aşı türleri, geliştirme ve kitlesel test aşamalarını geçerek hızlandırılmış biçimde lisanslandırılıp ticari piyasalara ve kamusal kullanıma sunuldu. Fakat bu ortamda aşı savaşları, ancak belli bir hızla ilerleyebilen küresel aşı üretim ve dağıtım mekanizmalarının nasıl kontrol edileceği ve aşılamada hangi ülkelerle toplum kesimlerine öncelik verileceği konularına gelip dayandı. Günümüzde küresel aşı pazarındaki tüm başat oyuncular, biyomedikal üretim kapasitelerini en etkin biçimde kullanıp çok uluslu ilaç devleri arasında işbirliklerini teşvik ederek kitlesel aşılama programlarını hızlandırma peşindeler. Ancak pandemi etkilerini hafifletmek için bu zamana karşı yarış devam ederken belli ülkelerin ve bölgesel blokların coğrafi sınırlarındaki aşı üretim potansiyelini öncelikli olarak kendi nüfuslarına yöneltmeleri, giderek güçlenen bir eğilim halini aldı.
Aşı savaşları küresel gelir dağılımı patikasını izliyor
Üretim tesislerinin bulunduğu ülkeler üzerindeki küresel talep baskıları taşınamayacak hale geldiğinde aşağıdaki senaryolarla karşılaşmamız kuvvetle muhtemel: Aşılara yönelik uluslararası ihracat kısıtlamaları, hatta yasakları getirilerek aşı tedarikinde ülke nüfuslarına öncelik verme eğilimi güçlenebilir. Küresel aşı endüstrisinin biyomedikal tesislerin yoğunlaştığı belli ülkelerde konsantre olması ve dünya ekonomisindeki post-Fordizm eğilimleriyle uyumlu bir coğrafi yayılım göstermemesi, bu tür korumacı refleksler için uygun bir zemin oluşturuyor. Üretici şirketlerin tesislerinin bulunduğu ülkelerin ya da Avrupa Birliği (AB) gibi bölgesel blokların ihracat yasakları getirmesi, küresel aşı tedarikinde ciddi problemler yaşanmasına neden olabilir. Ayrıca aşılarla ilgili bir küresel ticaret savaşı hız kazanacak olursa, aşı üretiminde yoğun olarak kullanılan ve ancak belli ülkelerde bulunan aşı hammaddelerinin ticareti konusunda da uluslararası kısıtlamalar gündeme gelebilir. Bu bağlamda yaşanabilecek sıkıntıların niteliği hususunda pandeminin ilk dalgasında maskeler, koruyucu giysiler ve vantilatörler gibi tıbbi cihazlara ulaşmak için ulusal hükümetler arasında yaşanan sert rekabet fikir verici olabilir. Aşı savaşları gündemini kısa vadede tetikleyebilecek temel yapısal problem, dünyadaki toplam aşı üretim kapasitesinin küresel nüfusun 2021 hatta 2022 yılında ancak yarısını aşılayabilmek için yeterli olmasında yatıyor. Ayrıca aşıya erişim imkânlarının ağırlıklı olarak sanayileşmiş Kuzey ülkelerinde ve az sayıdaki yükselen güçte yoğunlaşmış olması, aşı savaşlarının küresel gelir dağılımıyla paralel bir patika izlemesine yol açıyor. Küresel aşı pazarında hem üretim hem de tedarik açısından aslan payını alan yüksek gelirli ülkeler üretim kapasitesinin çoğunu önceden satın alarak tüm nüfuslarını aşılamaya hatta yedek stok biriktirmeye çalışırken, yeni korumacılık dalgalarının da fitilini ateşlemiş oluyorlar.
Kalabalık nüfusa sahip gelişmekte olan ülkeler arasında Rusya, Çin ve Hindistan gibi yükselen güçler dışında aşı geliştirme ve kitlesel üretim potansiyeline sahip aktörlerin olmadığı biliniyor. Bu durumda birçok gelişmekte olan ülke, aşı tedarik edebilmek için Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) üzerinden uluslararası insani yardım kuruluşlarının devreye girmesini beklemek durumunda. 2021 içinde gelişmekte olan ülkelere gerek satın almalar gerekse hibeler üzerinden 2 milyar doz aşı ulaştırmayı hedefleyen COVAX ise, jeopolitik hesaplar ve politik rekabetin gölgesinde kaldığı için epey yavaş ilerliyor. ABD ve Avrupa’da kurulu çok-uluslu firmalar tarafından üretilen aşıların Rusya ve Çin ile bunların etkisindeki ulusal pazarlara girmesi, aynı şekilde Rus ve Çin menşeli aşıların da Batılı pazarlara erişmeleri pek mümkün değil. Dolayısıyla arz-talep dengesizliklerinin yanında ciddi jeopolitik endişeler de küresel aşı pazarının hayli çarpık bir yapı taşımasına yol açıyor. Bu çarpık piyasa yapısı içinde küresel üreticilerin üretim potansiyelleri üzerinde kurulmak istenen kontrol ve tekelleşme girişimlerinin de sanayileşmiş ülkeler arasında ciddi anlaşmazlıkları tetiklediği görülüyor. Geçtiğimiz haftalarda AB ile AstraZeneca arasında yaşanan aşı tedarik anlaşmazlığının tırmanarak Avrupa’da üretilen aşıların bölge dışına ihracatını yasaklama tehditlerine kadar uzanması, bunun en güncel örneği.
“Aşı diplomasisinden aşı haydutluğuna”
Avrupa Komisyonu’nun aşı savaşları gündemini tetikleyen korumacı çıkışları, Pfizer-BioNTech aşısının geliştirildiği Almanya da dâhil olmak üzere, Avrupa ülkelerinin küresel aşılama yarışında bariz biçimde geride kalmalarından kaynaklanıyor. Avrupa Komisyonu, pandemi ortamında oluşan korumacılık reflekslerini dikkate almayan bir bölgesel dayanışma ve finansal rasyonalite yaklaşımı içinde AB üyelerinin aşı satın alma süreçlerini tek elden yönetme kararı aldı. Ülke yönetimlerinin aşı üreticileriyle muhatap olarak tek başlarına anlaşma yapmalarını önleyen bu yaklaşım, yaklaşık 450 milyon nüfusluk AB pazarının sağladığı pazarlık avantajlarıyla daha iyi fiyatlar alınabileceği anlayışına dayandırıldı. Aynı zamanda AB’nin güçlü merkez ülkeleriyle düşük-gelirli çevre ülkeleri arasında sembolik bir dayanışma mesajı verilmesi umularak, bu ülkelerin aşıları aynı anda alacakları ve nüfuslarına uygulamaya başlayacakları bir sistem kurulmaya çalışıldı. Ancak daha birçok ticari aşının piyasaya çıkacağını ve küresel arz problemi yaşanmayacağını uman AB’nin hantal bürokrasisi, ortak kararlar alıp küresel ilaç şirketleriyle anlaşmalar yapmakta çok geç kalınca işler karıştı.
Moderna firmasının neredeyse tüm aşı üretim kapasitesini kendi nüfusuna yönlendiren ABD yönetimi, ayrıca geçen yıl Temmuz ayında 600 milyon doz aşı için Pfizer-BioNTech ile anlaşma yaparken; bu aşının üretiminde sıkıntı yaşanmayacağını öngören AB yönetimi Kasım’a kadar bekleyip 300 milyon doz sipariş verdi. Fakat AstraZeneca ve Pfizer-BioNTech aşılarının da üretildiği Belçika’daki tesislerde yaşanan tedarik sıkıntıları, aşılama programında ciddi gecikmelere neden olup siyasi baskıları artırınca AB’nin bölgesel dayanışma planının da sonu geldi. Pfizer-BioNTech aşısının geliştirildiği ülke olmasına rağmen yeterli aşı bulmakta zorlanan ve aşılamada geride kalan Almanya ile Fransa, Danimarka, Macaristan gibi ülkeler AB’yi devre dışı bırakarak aşı satın alma girişimleri başlattılar. AB ortakları arasında tansiyonun yükselmesine ve “aşı diplomasisinden aşı haydutluğuna geçiş” gibi sert siyasi söylemlerin kullanılmasına uzanan süreç, Pfizer ve AstraZeneca’nın Belçika’daki tesislerinde yaşanan tedarik problemleri nedeniyle teslimat kesintileri yapmalarıyla tetiklendi.
İngiltere’nin ana aşı tedarikçisi olan AstraZeneca, satın alma anlaşmasını üç ay önce yapan İngiliz hükümetinin teslimat önceliği olduğunu belirtse de AB’li liderler firmanın İngiltere’deki tesislerinde yapılan üretimi Avrupa’ya yönlendirerek kesintileri gidermesini istediler. Brexit sonrası dönemin özgüveniyle davranan İngiliz hükümeti ise, kendi vatandaşlarının aşıya erişimde öncelik sahibi olduğunu belirterek böyle bir değişikliğe izin vermedi. Nihayet Avrupa’da üretilen tüm aşılar için ihracat kısıtlaması tehdidini masaya koyan Avrupa Komisyonu, İngiliz hükümetini Belçika’da üretilen Pfizer aşılarını alabilme karşılığında AstraZeneca kotasının bir kısmından vazgeçirmeye çalıştı. AB-İngiltere ilişkilerinde gerginliğe yol açan bu tehditten geri adım atılsa da aşı diplomasisinin rafine metotlar yerine karşılıklı tehditler ve kaba korumacılık taktikleriyle yürütülmesi, küresel sistemde Pandora’nın Kutusu’nu açıp aşı savaşlarını yaygınlaştırma potansiyeli taşıyor.
Küresel adaletsizlikler derinleşiyor
Diğer yandan devlet kapitalizminin farklı biçimlerini uygulayan Çin, Rusya ve Hindistan gibi yükselen güçler de küresel aşı savaşları gündemini uluslararası sistemde siyasi ve diplomatik etkinliklerini arttırmak için önemli bir fırsat olarak gördüler. Batı dünyasında aşı savaşlarının temel aktörleri çok uluslu ilaç şirketleri ve onlarla anlaşma yolu arayan kamu aktörleri olurken, yükselen güçler tarafında siyasi liderlikler daha aktif yönlendirme rolleri oynadılar. Bu bağlamda Rusya’da Devlet Başkanı Vladimir Putin’in oldukça erken bir dönemde ve gerekli klinik ve lisanslandırma çalışmaları tamamlanmadan açıkladığı aşıya Sputnik adının verilmesi, bu konuya aynen uzay savaşları gibi bir ulusal onur meselesi olarak bakıldığını ortaya koyuyordu. Sputnik aşısı, küresel endüstrideki standart klinik prosedürler atlanıp insan denemeleri hızlandırılarak üretilmiş olsa da son dönemde yapılan akademik çalışmalarda etkinliği yüksek bulundu. Bu bağlamda gerek aşı üzerinden güç gösterisi yapan Putin, gerekse Rusya ile yakın ilişkileri ışığında bu aşının etkinliği henüz kanıtlanmadan uygulanmasına izin veren İran, Arjantin gibi ülke yönetimleri epey rahatladılar. Özellikle Pfizer-BioNTech aşısının klinik deneylerine de katılan Arjantin’in Sputnik aşısını tercih ederek pandemiyle başarılı mücadele göstermesi, Rusya’nın kamu diplomasisi hanesine yazıldı. Diğer yandan, Çin’le yakın siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip olan, “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi kapsamında önemli doğrudan yabancı sermaye yatırımları çeken birçok ülke yönetimi, Sinopharm ve Sinovac aşılarını tercih etti.
Özellikle Güney Asya’daki birçok ülke küresel aşı savaşlarında önemli bir aktör olarak öne çıkan Hindistan’la işbirliği yapma yoluna gittiler. Siyasi ve ekonomik olarak Çin’le birçok alanda rekabet etmeye çalışan Hindistan, pandemi ortamında ciddi biyomedikal endüstri altyapısıyla dünyadaki aşı üretiminin neredeyse yarısını gerçekleştiren ciddi bir oyuncu olarak öne çıktı. Bir yandan AstraZeneca aşısının lisanslı üretimini gerçekleştirirken, diğer yandan kendisine ait Covaxin aşısını -tıpkı Rus Sputnik gibi hızlandırılmış süreçlerle- küresel piyasalara sürerek bir zamanlama avantajı kazandı. Ayrıca Modi yönetiminin Bangladeş, Myanmar, Nepal, Bhutan gibi çevre ülkelere milyonlarca doz Covaxin aşısı hibe ederek yürüttüğü kamu diplomasisi, bölgesel jeopolitik etkinliği arttırma ve uluslararası itibar kazanma hedefleri açısından önemliydi. Aşı savaşları, sürekli gerginlik yaşadıkları Çin’e karşı ülkelerinin uluslararası itibarını güçlendirmek isteyen Modi yönetimi tarafından bir fırsat olarak değerlendirildi.
Küresel aşı savaşları, aşı üreten ülkelerle üretmeyen ülkeler; tüm nüfusları için aşı satın alma imkânlarına sahip olan ülkelerle olmayan ülkeler; çok uluslu şirketler üzerinde etki kurabilen ülkelerle kuramayan ülkeler; jeopolitik bağlantıları sayesinde aşı tedarikine ulaşan ve ulaşamayan ülkeler arasında bir uçurum oluşturmaya çoktan başladı. Küresel aşı endüstrisinin üretim potansiyelinin yeni-korumacılık dalgaları ışığında Kuzey ülkelerine yönlendirilmesi hem küresel adaletsizlikleri derinleştiren, hem de pandeminin süresini uzatarak insani ve ekonomik zararlarını artırabilecek bir risk unsuru olarak önümüzde duruyor.
[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *