Akademik yapısı ne olursa olsun; ilkokuldan lise son sınıfa, mesleki eğitimden yurt dışı eğitime, özel eğitimden kurslara kadar hemen her alanda görüş veren danışma mercii olarak Talim ve Terbiye Kuruluna, epistemik cemaat demeli miyiz dememeli miyiz?
Kâmil Yeşil / Star Açık Görüş
Türk eğitim sisteminin en önemli kurucu, oluşturucu, sürdürücü birimi, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığıdır. Bu tasviri, Kurulun bugünkü yasal statüsüne bakarak değil, tarihte yüklendiği misyona göre yaptım. Çünkü günümüzün Kurulu, kuruluş zamanına göre çok radikal değişimler geçirdi. Ancak insanların zihninde eski haliyle yer ettiği için, birtakım zihinlerde Talim ve Terbiye Kurulu hâlâ etkili, kuşatıcı, karar verici yetkili bir organ olarak kabul edilmekte; eğitim sisteminin bütün günah/sevaplarından (daha çok günahlarından) Kurul sorumlu tutulmaktadır.
Köprünün altından çok su aktı
Bir kurul ki zamanında; talebeye verilecek bütün ders kitaplarını yazıp, denetleyip, bastırıp dağıtmakla kalmamış; roman, şiir, tiyatro, hikaye, sözlük gibi edebi eserlerin hangi yaş seviyesinde nasıl okutulacağını tavsiye kararıyla tespit etmiştir, (yasaklamalar dahil) okul ve sınıf kütüphanelerinin içeriğini A’den Z’ye belirlemiştir, öğretmen ve öğrencilerin kelime hazinesini hazırladığı sözlüklerle tayin etmiştir, kelimelere yeni anlamlar yüklemiştir, nesillerin zihniyetini, kültürünü, zihniyetini ve bu kültürle bağlantılı davranışları belirlemiştir; bu etkin tarih tabii ki zihinlerden kolayca silinmeyecektir.
Köprünün altından çok sular aktı. Günümüzün Kurulu Bakanlığın ihtiyaçlarını, taleplerini hatta direktiflerini göz önünde bulundurmak zorunda olan bir “Danışma Kurul”u olmanın yanı sıra, dünyada ve Türkiye’de gelişen, değişen bilimsel olayları uzmanlar marifetiyle incelemekte, bu birikimin Türk eğitim sistemine taşınmasında, uyarlanmasında programlar ve ders kitapları bağlamında müdahil olmaktadır. Bu yönü ile Kurul, bilimsel bir nitelik taşıdığı için biz onu epistemik bir cemaat olarak tanımladık.
Bilenler hatırlayacaklardır; bu tanımlama bir doktorayı mehaz almaktadır. O da merhum Hüsamettin Arslan’ın Epistemik Cemaat (Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi) adlı eseridir.
Hemen belirtelim ki biz; Hüsamettin Arslan’ın ‘Epistemik Cemaat’ kavramını emanet olarak alıyoruz ve tabirin sahasını genişletiyoruz. Uluslararası bir anlayışı kendimize has bir Kurula adapte ediyoruz.
Talim ve Terbiye Kurulu için epistemik cemaat denilebilir mi? Denirse bu iyi bir şey midir? Eğer bu Kurula epistemik cemaat denilebilirse aynı misyonla iş yapan başka kurullar da buraya girer mi?
Anlama cemaati
Hüsamettin Arslan’a göre epistemik cemaat, “bir bilme, bilgi, kavrama, anlama cemaati”dir ve bilgiyi inşa eden, işleyen, geliştiren ve daha sonraki kuşaklara intikal ettiren, bilgiyi taşıyan insanlar topluluğunu ima eder. Arslan’a göre bilimsel bilgiden söz ediyorsak bunun sebebi, bilimsel bilgi dahil, bütün bilgi türlerinin varoluş temelinde epistemik cemaatin bulunmasıdır. Eğer epistemik cemaat yoksa, bilgi de var olamaz. Epistemik cemaat genelde bütün bilginin, özel olarak da bilimsel bilginin kaynağıdır. Epistemik cemaat iki düzeyde var olur. Dar anlamda, bilgiyi inşa eden, işleyen ve taşıyan uzmanlar düzeyinde epistemik cemaat ve geniş anlamda, uzmanlar düzeyinde epistemik cemaatin icra ettiği faaliyete inanan, bu faaliyete yüksek bir değer atfederek bulgularını kullanan bütün insanlar düzeyinde “global epistemik cemaat”. Bu tanımlamaya göre bilim merkezlerine, üniversitelere, doktora, doçentlik jürilerine, bilimsel kurullara, hakemli dergilerin yayın ve seçici kurullarına dar kapsamlı olsa da epistemik cemaat denilebileceğini düşünüyoruz. Çünkü adı geçen etkili ve yetkili merciler ‘ne’yin bilim(sel) olduğunu, ‘ne’yin bilim(sel) olmadığını belirlemekte, ilgili kişiye bilim adamı unvanı vermekte, olay ve olguları bu tespitler doğrultusunda bakmakla kalmayıp okullar başta olmak üzere eğitim öğretimini yapmakta, pratiğe dökmekte, olay ve olguları buna göre yargılamaktadır. Epistemik cemaat bu süreçte yalnız değildir; ona ortaklık eden, destek olan, meşruiyet kazandıran üniversiteler, bilim adamlarının tezleri, makaleler, o makaleleri yayımlayan akademik dergiler, teoriler, tezler ve başka bileşenler de vardır ki bu bilgiyi her ülkede her yaş seviyesine indirgeyerek taşıyan vasıtaların başında ders kitapları ve materyaller gelir.
Dolayısıyla ders kitapları, laboratuar araç gereçleri, materyaller bilimsel bilginin inşa vasıtası, ona meşruiyet kazandıran, kuşaklara aktaran en önemli araçlardır. Talim ve Terbiye Kuruluna epistemik cemaat demenin sebebi de budur. Çünkü Talim ve Terbiye Kurulu, kuruluşundan hemen sonra zihinlere sadece bilimsel bilgiyi taşımadı; tarih algımıza, inanç dünyamıza, din ve ahlak tutumumuza, dilin kullanımına, bütün türleri ile sanat ve edebiyatın içeriğine, aile hayatından toplumsal normlara kadar her şeye el attı, onları tanımladı, tasnif etti, kavramsallaştırdı, bilgi ve norm, davranış ve kimlik haline getirdi, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim-öğretim seviyelerinde bilim, çağdaşlık, terakki, ilerleme, medeniyet adına uygulamanın en önemli ayağı oldu. “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” söyleminin altında böyle bir zemin vardır. Ayrı bir makale konusu olarak ele alacağımız için bir cümle ile belirtelim. Yetkililer, günümüzde yeni nesil yetiştirmekten, eğitimde ve kültürde istenen seviyeye gelmekten bahsederlerken onların zihninde, Kurulun bu “başarısı”na ima ve ihsas var. ‘Geçmişte oldu, şimdi de olmalı, niye olmuyor?’a getiriyorlar ki dediğimiz gibi bu ayrı bir makalenin konusudur.
Günümüz Kurulu ders kitabı yazmasa, materyal üretmese, kitap-dergi-ansiklopedi vs. tavsiye edip yasaklamasa; bilim üreten, çoğaltan, yapan, uygulayan bir merkez olmasa da başka epistemik cemaatler tarafından üretilmiş bilgiye yaygınlık kazandıran, inanç, norm haline getiren ve son mührü vuran yer olduğu için, Kurul; bizim gözümüzde epistemik bir cemaattir. Fakat asıl epistemik cemaat olduğu dönem; kuruluş yılları, seksenli yıllara kadar süren etkinlik dönemi ve askeri darbelerin eğitime el uzattığı olağan üstü yıllardır.
Ders kitaplarına bilim olarak giren değer ve anlatımlara meşruiyet sağlayacak bazı zeminler (epistemik cemaat) var ve o zeminler şunlardır:
1.Deneyler, ispatlanmış tezler, araştırma ve incelemeler, makaleler, kitaplar, dergiler ve bildiriler: Bilime bu kanallarla katkıda bulunmayan hiç kimse “bilim adamı” statüsü kazanamadığı için ders kitapları da geçerlilik, doğruluk ve evrensellik adına bu birikimi esas alır.
2. Bilimsel toplantılar ve konferanslar. Ders kitabı yazarlarının başvurdukları diğer bir kaynaktır. Var olanlar birincil elden görülmüş ve incelenmiştir. Pozitif bilimlerde daha çok kaynakçada yer bulan bu çalışmalar ağırlıklı olarak sözlü kaynakların yazıya geçirilmiş halleridir.
3. Aynı uzmanlık alanında çalışan, ancak farklı kurum ya da mekânlarda yer alan bilim adamlarının mektup, özel ziyaretler ve bilimsel toplantılar yoluyla girdikleri kuraldışı ilişkiler. Bu ilişkilerin meydana getirdiği epistemik cemaat verimlerine ders kitaplarında rastlayamazsınız. Çünkü araştırma gerektiren bir şeydir bu. Ders kitabı yazarlarını aşar. Ders kitabı yazarları veriyi kendileri bulmaz, bulunan verileri çoğaltma, düzenleme, ders kitabı formatına uyarlama işini yaparlar.
Talim ve Terbiye Kurulunun; bilimselliğin nesnesi olarak elinde tuttuğu ders kitabı, eğitim aracı, program gibi dokümanları incelemede esas aldığı bir kurallar dizisi var mı?
Yani bilimsel araştırmaların dayandığı :
a) Üniversalizm,
b) Komünalite,
c) Özel çıkar ve ilgilerden bağımsızlık,
d) Organize edilmiş şüphecilik,
e) Orijinallik/özgünlük;
f) Tevazu,
g) Rasyonellik;
h) Bireycilik,
bu verilerin incelenmesinde esaslı bir şey mi?
Çünkü bu normlar sayesinde bilimin içeriği bilimdışı etkilerden kurtulacaktır.
Diyebiliriz ki üretilen bilgi bu nitelikleri taşır kabul edilmektedir.
Eğer bir arıza varsa, o arıza alt grup epistemik cemaat olarak Talim ve Terbiye Kurulunda değil; bilimin büyük cemaatinde aranmalıdır.
Talim ve Terbiye Kuruluna bu niteliği kazandıran sistem, panel sistemidir. Çünkü kitaplar, materyaller; yazar ve yayın evi, kimlik bilgilerinden arındırılarak panelistlerin önüne gider. Panelistler, malzemeyi, ilan edilmiş ders programına bakarak inceler ve puanlar. İlk incelemeyi birbirlerinden habersiz olarak yaparlar. Panelistlerin en az ikisi akademyaya (başka bir epistemik cemaat) mensuptur. Diğer panelistler de en az beş yıllık öğretmendir ve aralarında yüksek lisans ve doktora yapanlar da bulunur.
Hüsamettin Arslan, bilimsel faaliyet sırasında en çok ihlal edilen normun “komünalite normu” olduğunu söylüyor. Norm, bilimsel ürünlerin herkesin mülkü olması gerektiğini öne sürmesine rağmen, birçok bilimsel ürün ya askeri, ya ticari ya da endüstriyel sebeplerle gizli tutulmaktadır.
Acaba Talim ve Terbiye Kurulunda böyle bir şey var mı?
Yok dersek doğrunun tamamını söylemiş olmayız. Bu, Kurul tarafından bilerek gizlenmiş, saklanmış bir hakikat vardır anlamında değil; tam tersine sistemin, kanunların, yönetmeliklerin, ideolojik yaklaşıma ait ilkelerin müsaade etmediği saklı veya üzerinde durmadığı bilgilerdir. Mesela, son 10 belki 20 yılda üniversitelerde akademik olarak ele alınan Türk Musikisinin Yasaklanmasına, Tek Parti uygulamalarına, Son Padişah Vahideddin’in Milli Mücadeledeki başat rolüne, Menemen olayları ve 31 Mart’a ait yeni bilgi ve çıkarımlara, Şapka kanunu ve benzeri devrim kanunları ile ilgili taraf ve tartışmalara, Mehmet Akif’in Mısır’a hicret sebebine, Birinci Meclis ile İkinci Meclis arasındaki farka, ‘müntehib-i sani’ye, Kod adı : İrtica 906’ya, Türk’e Tapmak adlı doktora tezine konu olan yeni ulus inşa etmede dini kavramların kişi kültü oluşturulmasında aldığı şekle dair arşiv, belge, hatıra merkezli bir İnkılap Tarihinden söz edemeyiz. On sekiz yaşında (lise son sınıf öğrencisi) seçme ve seçilme hakkı kazanan gencimiz, bu hususta hâlâ yanlış ve de eksik bilgilendirilmektedir.
Cemaatin dili
“Bilimsel dil”, epistemik cemaatin en temel unsurlarındandır. Çünkü bu ortak dil olmadığında bilim adamlarının birbirleriyle anlaşabilmeleri mümkün değildir. Bilimsel cemaatin dili aynı zamanda bilimsel cemaati diğer cemaatlerden (mesela mitik ve dini cemaatten) ayırır.
Ders kitapları, eğitim araçları, programlar açısından bakıldığında Talim ve Terbiye Kuruluna, bu dile sadık bir Kuruldur denilebilir. Bu kavramlar o kadar tartışılmazdır ki ders kitabı yazarlarının (akademisyenler ve onların tedrisinden geçen kişiler) terimlere, sembol, formül ve ifadelere gösterdikleri hassasiyeti; kendi diline, toplumun ortak iletişim vasıtasına geldiğinde o kadar hassas olmadıkları bile söylenebilir. Mesela, Arslan’ın da dediği gibi; tabiatta “elektron”, “kütle”, “madde”, “enerji”, “güç” ve hatta “doğa” yoktur. Bunlar “doğal nesneler” değildir; modern epistemik cemaat tarafından yüzyılları içine alan bir süreçte entelektüel olarak inşa edilmiş şeylerdir.
Talebelerimiz bu kavramları hakikat adına öğrenir, öğreniyor. Ancak bu kavram, terim ve teoremlerin günlük hayatta karşılığı yoktur.
Fizik dili, matematik dili ile işbirliği halinde iken; din dilinin, edebiyat dilinin söz varlığından ayrıştırılmış olması size de garip gelmiyor mu?
İmla meselesini bile halledememiş, Osmanlı Türkçesini ayrı bir dil imiş gibi gören/gösteren ve dili, ideolojinin önüne koyan anlayışların halen hakim olduğu bir ortamda bu hususun Kurulu aştığını söylemeliyiz. (TDK’nın Türkçe Sözlük’üne muhalif olmasa da bir zamanlar MEB’in Örnekleriyle Türkçe Sözlük hazırladığını biliyor muydunuz?)
Türkçenin kelime hazinesini, örneğin Türkçede bulunan bütün fiillerin bütün şekillerini çekimleyerek milyonlarca kelime birikimine sahip olduğumuzu ispatlayan ! akademyaya (epistemik cemaate) göre talebelerimiz kendini ifade etmekten acizdir.
Sözü Arslan’a emanet edelim:
“Bilgi ile inanç arasına her sınır çizgisi çekme eyleminin pozitivist bir tutum olduğunu kaydetmekle yetinelim. Oysa kim diyebilir ki bilim, insanların inançlarından, sanattan, edebiyattan ve hatta politikadan daha az etkilenmiştir? “
Biz, bir toplumun geleceğini tayin etmek hususunda verilen/yüklenen bu ağır görevi masaya yatırmak istiyoruz. Kuruluş döneminde yeni bir ulus inşa etmek isteyenlerin bulduğu bir çare, aradan yüz yıl geçtikten sonra aynen devam etmez. Zaman ve ihtiyaçlar, yöneticilerin, halkın beklentileri, edebi, kültürel, bilimsel yeni gelişmeler bu konuda açılmayı da doğurur.
Bir fizik kitabında, hangi konuların hangi sınırlar içinde nasıl öğretileceğini herkes bilemez ve bu gayet doğal karşılanır.
Bir matematik kitabında bir konu ölçme-değerlendirme bakımından kaç soru ve bütün yönleriyle öğretilebilir?
Bilimsel bir gelişmeyi, Batı’daki teknik bir ilerlemenin ayrıntılarını çocuğuna kazandırmak isteyen aile, toplum, devlet; o kişinin nasıl bir ahlaki donanıma, nasıl bir inanç dünyasına sahip olmasını da belirlemeli değil midir? Birinci hususa müspet bakanlar; ikinci hususa neden olumsuz bakıyor? Neden? Toplumumuzda bilimsel olanı gözetenler kadar ahlakî ve dini olanı bekleyenler de varsa bu nasıl telif edilebilir? Kültürel geçmişi o kadar zengin olan ve çok değişik inanç, ırk, coğrafya, gelir grubuna ait insanların bulunduğu bir yerde herkesi içine alan ve memnun eden ve beklentisine cevap veren bir eğitim sistemi mümkün mü?
Talim ve Terbiye Kurulu bu işi yapmalı mıdır, yapabilir mi, yaptığı yeterli olur mu?
Bir örnek üzerinden ilerleyelim:
İlkokul mezunu bir ebeveyn, çocuğunun elindeki kitabın içeriğini bilmez. Onun için öğretmen esastır ve ona güvenmekten başka çaresi yoktur. Pekiyi, en azından ortaokul, lise hatta üniversite okumuş bir ebeveyn, bir öğretmen, bir doktor, bir avukat, bir öğretim görevlisi; bir romanın, bir hikayenin, bir tarih, bilim, din konulu kitabın önce bir Kurul tarafından okunmasını; varsa sakıncalarının çıkarılmasını ve sonra da kendi çocuğuna tavsiye edilmesini neden ister/bekler? Bu durumda yazarın, şairin, ilim adamının bundan rahatsızlık duyması normal değil mi? Kim, hangi hakla bir edebi metinden ayıklama yapılarak işte bunları oku der, diyebilir? Edebi esere uygulanan bu “sansür” giderek tarihi, dini, felsefeyi, coğrafyayı, biyolojiyi vs. belirlemeye kalkarsa ne olacak? Bilim-özgürlük ilişkisi içindeki süzgecin delikleri ne kadar dar olmalıdır ne kadar geniş? Her talebenin elinde bir bilgisayar, internete bağlı bir cep telefonu varsa bir bilgi ne kadar saklanabilir? Aile büyükleri, çocuğunun giysisinden yediği çikolotaya, içtiği meşrubattan tuttuğu takıma, seyrettiği filmden dinlediği müziğe kadar en belirleyici kişiler iken; iş kitaba, okumaya, kültürlenmeye, tarihi kimliğe, ahlaka, davranışa geldiğinde topu niye Talim ve Terbiye Kuruluna atıyor? Çünkü bu Kurulun mazisi böyle. Ve fakat biz 2021’deyiz ve günümüzde böyle bir Kurul yok.
Bir memleketin lügatinde bulunan bir kelime, sözlüğünde bulunmuyorsa, bir memleketin imlâ kılavuzu ikide bir değişiyorsa, bir memlekette dil üzerinden medeniyet, kültür, yaşam tarzı, ideoloji tartışılıyorsa; o memleketin kitaplarında ortalama bir dilden bahsedilebilir mi? Bir akademyanın yazım/imla, noktalama, sentaks olarak öğrettiği, kaynak ve otorite kabul ettiği uygulamalar başka yerde kabul edilmiyorsa panelist olarak görevlendirilen kişiler doğru yazımda, imlada, noktalamada, sentaksta nasıl birleşebilir?
Bir matematik kitabında, bir soru cümlesinin kuruluşunda şekil olarak virgülün olması anlamı değiştirmiyorsa; bu husus saatlerce tartışılmaya değer mi, bunu tartışmalı mıyız? Bir matematik probleminin kuruluşunda ‘araba’ kelimesi geçtiği için, yayın evi, aslında gereksiz olan bir marka görseli koymuşsa, bunun reklam olup olmadığı tartışmasına ne dersiniz? Bir ağacın dalındaki kuşun, bir meyvenin, bir masanın ayağının, sandalyede oturan öğrencinin kolunun öyle değil de böyle çizilmesinin karara bağlandığı bir ortama epistemik cemaat denilebilir mi? Pekiyi yazıldığı gibi okunmayan İngilizce, Fransızca, Almanca kelimelerin imlasında yan yana üç, dört sessiz harf kullanılırken yanlış yapmayan Türk ders kitabı yazarları; sıra Türkçeye geldiğinde bir kitapta yüzlerce imla yanlışı yapıyorsa bunu nasıl izah etmeliyiz?
Bir ders kitabı yazarı; bilgiyi öğretmek, beceriyi kazandırmak yerine ideolojisinin şairini, karikatüristini lanse etme derdine düşüyorsa (adını sanını bilmese de kendini epistemik cemaat olarak konumlandırıyorsa) tabii ki bir Kurul da olacaktır. Düşünün ki bir ders kitabı yazarı temsil gücü kuvvetli, edebiyat kamusunun kabul ettiği bir kaynak esere gitmektense “bu kitap için yazılmıştır” diyerek örnek öykü, şiir veya bilgilendirici metni kendi yazıyor. Böyle bir durumda epistemik olarak tanımlanmasa da bu misyonu yüklenen birileri olacaktır.
Görsele yerleştirdiği renklerle mesaj vermek isteyenin bulunduğu bir yerde, topun üzerindeki renklere bakıp, burada şöyle bir mesaj var, diyen mutlaka olacaktır. Ders kitabındaki bir fotoğrafından dolayı “Ders kitaplarına girdi” diye afişe edilen bir şarkıcı, bir futbolcu bundan rant sağlayacaksa, ders kitabı birilerini meşhur etmek, zengin kılmak aracı değildir diyen de olacaktır.
Bir şarkıcının bileğine taktığı bileklik, boynuna astığı kolye haç şeklinde ise biliniz ki başkaları da pencere çizimlerindeki artıda haç işareti görecek, bundan Hıristiyanlık propagandası çıkaracak ve bunu manşete çekecektir. Böyle bir ortamın sorumluları da Türk toplumundan örneklemek varken özellikle Batı’dan seçilen aile fotoğraflarının sebebini sorgulayacak, eşitlik adına, bir kitaptaki görsellerde erkek-kız öğrenci dengesi var mı, sınıfta, çarşıda, bahçede, hastanede başı örtülü sayısı ile başı örtülü olmayan sayısında bir denklik gözetilmiş mi sorusuna cevap arayacaktır. Bir ders kitabı yazarı, birincil kaynaktan alacağı bir şiiri, bir öyküyü, doğruluğuna, tam olup olmadığına bakmadan; sanal ortamdan seçiyorsa, bir seçkiden alıyorsa, burada bilimsel bir sorun vardır. Bir ders kitabı yazarı, bilgiyi nötr olarak vermesi gerekirken; aile fertlerinin fotoğrafını kitap sayfasına yerleştiriyorsa buradaki işleyiş ne olmalıdır? Bir ülkede “ders kitabı yazarı” diye bir meslek türü varsa, bir epistemik cemaat da olacağı gibi diplomasını ders kitabı yazarına kiraya veren de bulunacaktır. O zaman ister epistemik olsun ister olmasın, bir Kurul da olur, olacaktır. Dikkat ettiniz mi nerden nereye geldik? Epistemik cemaat olarak tanımladığımız bir Kurulun bu tür işleri de var.
Kurula niçin epistemik cemaat yakıştırması yaptığımız bu sorularla daha açıklık kazandı sanırım. Çünkü Kurul Üyeleri, başka paydaşların yani epistemik başka cemaatlerin ( uluslararası bilimsel kuruluşlar, sendikalar, üniversiteler, dernekler, sahasında temayüz etmiş imzalar vs.) görüşleri de alınarak hazırlanmış programlara göre yazılan ders kitaplarını, araç ve materyalleri incelerken aynı zamanda hukuki, ahlaki olanla bağdaşmayı, talebenin ihtiyaçlarını, kapasitesini, ülkenin ve insanlığın ihtiyaçlarını, olabilirliği, mantıksal tutarlığı da dikkate almak zorundadır. Bu noktada Kurul; “ne’’yin nasıl, hangi süreç içinde, hangi vasıtalarla öğretileceği, hangi becerileri kazandırılacağı gibi hususlarda karar mercii olarak yetki kullanmaktadır. Hemen hatırlatalım ki Kurul bu hususta başına buyruk değildir, her şey müzakere edilmekte, oylanmakta ve Bakan’ın onayına sunulmaktadır.
Son olarak şunu söylemem gerekir: Bir başkan ve 10 üyeden oluşan Kurul için epistemik cemaat tanımı uygun mudur sorusuna tarihi bir olayla ilişkilendirerek cevap vermek hoşuma gidiyor.
Rivayete göre İbni Arabi’nin babası, oğlu Muhyiddin’i, İbni Rüşd’e gönderir. İbni Rüşd, kendisinin zihni olarak vardığı “hakikat bilgisi” ile İbni Arabi’nin sezgi yolu ile vardığı hakikat bilgisinin aynı şey olup olmadığını (içinden) kastederek, İbni A’rabi’yi kucaklarken “Evet” mi der. A’rabi bu soruya önce “Evet” diye cevap verir; sonra sözünü hemen geri alır “Hayır” der. Ehlullah bu mükalemenin çözülememiş sırlardan olduğunu söyler.
Bu metafordan hareketle biz de soruyoruz: Akedemik yapısı ne olursa olsun; ilkokuldan lise son sınıfa, mesleki eğitimden yurt dışı eğitime, özel eğitimden kurslara kadar hemen her alanda görüş veren danışma mercii olarak Talim ve Terbiye Kuruluna, epistemik cemaat demeli miyiz dememeli miyiz? Kararı siz verin.
Benim cevabım şöyle: -Evet-Hayır / -Hayır, Evet!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *