İslâm dini bahis konusu olunca söz söylemeyecek kimse yok desek abartmış olmayız. Ateistinden tutun solcusu sağcısı liberali kemalisti dindarı dindar olmayanı, farklı zemin ve bağlamlarda dinimize ilişkin yorum yapar.
Mehmet Yavuz Ay / Her Taraf
1990’lı yıllarda, Türkiye’de görev yapmış Amerikalı diplomat ve CIA ajanlarının temel bir değerlendirmesi: “Başta Türkiye olmak üzere, halkı Müslüman ülkelerde İslâmcıların iktidara gelmesinin engellenmemesi” olmuştur.
Söz konusu kanaat kimi düşünce kuruluşlarında açıkça ifade de edilmiştir. Gerekçesi de şöyledir: “İslâmcıları yeraltına iterseniz toplumların cazibe ve umut merkezi olmasının önüne geçemezsiniz. İktidara gelsinler, hayatın sert gerçekliği içinde tüm sorunları karşılarında bulsunlar… Kurtarıcı rolleri, albenileri yara alsın; sistem değiştirme bilgi, imkân ve cesaretini bulamasınlar”…
3 Kasım 2002 seçimi ile başlayan 19 yıllık Ak Parti iktidarı döneminin birçok yönden sağlıklı değerlendirmesinin yapılmış olduğunu söylemek mümkün değil kanaatimce… Bir araya getirilmiş veriler elimizde olmasa da dönemin fert, aile ve toplum üzerindeki yansımalarını görebiliyoruz.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası görünürlüğü artan kadim tartışmaların geldiği nokta itibariyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı ortadadır. Netameli konular ve sorunların bütünüyle burada ele alınması mümkün değil. Birkaç yazıdan yola çıkarak; soğukkanlı, samimi, hakkaniyete uygun, yapıcı bir bakışaçısıyla sorular sormak, yer yer belgelere dayalı görüş bildirmek, hasılı, eleştirel yaklaşımla büyük yüzleşmeye götürecek yolun başına gelmektir niyetimiz.
Ali Murat Güven’in, “dindar adam ve kadınların çeyrek yüzyılda (Ak Parti dönemi) nasıl çürüdükleri”, “toplumun farklı öbeklerinin İslâmî kesime açtığı kredi ve güven duygusunun kaybedildiği” ve nihayet “Mustafa Kemal Paşa ile kavgasını bitirmeyecek İslâmcıların bu ülkede geleceğinin olmayacağı” içerikli yazılarından yola çıkarak kimi Müslüman parti lideri, yazar, gazeteci, edebiyatçı ve akademisyenlerin yorumları üzerine sözümüzü söylemeye çalışalım.
İslâm dini bahis konusu olunca söz söylemeyecek kimse yok desek abartmış olmayız.
Ateistinden tutun solcusu sağcısı liberali kemalisti dindarı dindar olmayanı, farklı zemin ve bağlamlarda dinimize ilişkin yorum yapar.
Ateistim diyen kişi, varlığını reddettiği Tanrı üzerine tartışmalar yapar. Oysa kendini tanımlamasının (Tanrı tanımaz) merkezinde yine Tanrı vardır.
Ülkemizde itibarsızlaştırılmaya maruz kalan aziz İslâm dini için, batılı oryantalistler ömrünün 40-50 yılını niye verir? Çok azı hariç, oryantalistler hadis olduğu söylenen ve muteber hadis kitaplarında yer alan metinler üzerinden birçok spekülasyon, kuşku, güvensizlik, yönlendirme, uç yorumlar yapmışlardır. Bunun yanısıra çok kıymetli çalışmalara da imza atmışlardır. Malzemeleri, ülkelerinin yöneticileri ve ilgili kurumlarının hizmetine sunarak, emperyalizmin keşif kolu vazifesini üstlenmişlerdir.
Ülkemizde birçok insan, İslâm’ı batılı kaynaklar üzerinden tanımayı tercih eder hâle gelmiştir. Bugün buna bile gerek kalmamıştır. Geçmişte oryantalistler ve diğer unsurlarıyla İslâm’ı hadis rivayetleriyle itibarsızlaştırma çabaları, Müslüman coğrafyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi karşılık bulmuştur.
Ulus devletlerin sonunun geldiğini, küresel bir şebekenin tüm dünyaya hâkim olma stratejisinin günbegün ilerlediğini görüyoruz. Savaşlar, kıtlık, doğal afetler, düzensiz göçler, işsizlik, üretilen terör, dünyanın ekonomik kaynaklarının Batı ülkelerinde (Rusya, Çin, Japonya da dahil) küçük bir azınlığın elinde toplandığı bir gerçektir.
Tüm dünya, Yüce Yaratıcı’nın dikkate alınmadığı, dinin kabul görmediği bir hayatı yaşamakta, bir başıboşluk zemininde yuvarlanmaktadır.
Geçmiş bin yıllarda üretilen bilgi, günümüzde 24 saatte üretilir; bitkilerin genlerinden sonra insan genleriyle oynama, insanı yarı robot bir yaratığa çevirme çalışmaları sürerken, ülkemizi çevreleyen gündemler hüzün vericidir.
Geçmişte hadis rivayetleri, Allah’ın Elçisi’nin evlilikleri, üzerinden yapılan saldırılar bugün daha ileriye taşınmıştır. Günümüzde doğrudan Kur’an-ı Kerim ve Yüce Allah’a saldırılar başlamıştır.
“İslâmî Kesim” içinden geldiklerini ifade eden, kimi ilahiyatçı, parti lideri, gazeteci, yazar ve akademisyenler; hadlerini aşan üslûplarla, oryantalistlerin bile yapmadığı saldırıları yapmaktadırlar. Çünkü saldırı! Çünkü, eleştiri; hakkaniyeti gözetir, sövgü- hakaret-şiddet-alay, aşağılama içermez.
Ali Murat Güven, Independent Türkçe’de yayınlanan yazısında( “Mustafa Kemal Atatürk ile yüz yıllık ”kan davası”nı çözmediği sürece, siyasal İslâmcılığın Türkiye’de en ufak bir geleceği dahi olmayacak”, 6 Ocak 2021) şunlardan bahsetmektedir :
“Öyle ki, “Atatürk nefreti”, özellikle sistematik bir dinsel eğitimden gelenlerde yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, ekonomik durum, meslek gibi hiçbir ölçüte bakmaksızın, mutlak bir “ortak değer” görüntüsü vermekteydi.”
“Muhafazakâr kesim kendilerine sunulan yeni bilgilerle asla değişmemektedir.”
“Beylik İslâmcı tez: ”Atatürk’ün tartışılmaz bir put değil, her yönüyle enine boyuna ele alınması gereken ölümlü bir kul olduğu…”
“İmam hatiplilerde körleme Atatürk nefreti”
“Anıtkabir’e uğramadan ölürler…”
“Liderleri alkol, uyuşturucu müptelalığı, çapkınlıkları, cinsel tercihleri ya da dinsel kabulleri üzerinden ölçen yeni bir değerler sistemine geçersek, bu bilim ve akıl dışı ölçüm sisteminin içinden Osmanlı Devleti’nin sultanları da ağır hasar almadan çıkamaz.”
“(İslâmcılar, Sarayın ve bürokrasisinin yetersizliği, yeteneksizliği, vizyonsuzluğunu pas geçerler”
“Yapış yapış Osmanlı romantizmi…”
“ Atatürk, 15 yıllık iktidarında kamuoyuna açık, aleni dinsizlik propagandası yapmamıştır. (…)Dinin etki ve yetki alanını belli ölçüde daraltıp (…) bu olguyu devlet hayatından uzaklaştırarak özel hayatlara geriletmiştir.”
“Tarih abartıları , yalanları sevmez.”
“ İslâmî kesim, seküler, cumhuriyetçi, ulus-devletçi rüzgârlarla ters düşmeyecek serinkanlı bir “tarih analizi” yapmayı öğrenmeli…”
Ali Murat Güven yazısının başında, Azerbaycan’ın Gence ilinden dedesinin, Sovyetler Birliği döneminde, ailesi ile birlikte Türkiye’ye kaçarak iltica edişini anlatır. Buzlu Aras nehrinden geçen babaannesi, babasına hamiledir. İlticalarını, “Gazi Paşa Hazretleri” kabul etmiştir. Nesilden nesile anlatılan bu hikâye dolayısıyla Ali Murat Güven, Mustafa Kemal’e tutkuyla bağlıdır…
Evet… Nesnel bir kanaat :”Tarih abartıları, yalanları sevmez.”
1920 yılını başlangıç kabul edersek Cumhuriyet, yüzüncü yılını doldurdu. Yanlışıyla doğrusuyla tarih bizim tarihimiz. Sevgi ve nefret insanın gözünü kör edebilir. Parçacı, aşırı duygusal, inandığı gerçekliği mutlaklaştıran, bütün faturayı “öteki”ne çıkaran, egemen nizamın mutlak iyiliğine inanmış, ailesine yapılan iyilik üzerinden, üsttenci bir dille büyük muhafazakâr kitleyi esas duruşa davet eden bir yazı…
Sevgi, gönüllere girilerek kazanılır. Kimin sevilip sevilmeyeceğine dair elimizde mutlak bir ölçüt de bulunmamaktadır. İnsanlar tercihlerde bulunurlar, tercihlerinden dolayı kınanamazlar. Liderler başta olmak üzere hiçbir insan, küfür, hakaret, aşağılama ve şiddete maruz olmamalıdır. Ailesi ve yakınları üzerinden de suçlanmamalıdır.
Hikâyeler üzerinden gidilirse bizim de hikâyelerimiz vardır. Yüz yıl sonra bile gerçek bir tarihe sahip olamadık. Bizim derdimiz hakikat olmalı. Cepheleşerek, hırçınlaşarak, farklı düşünenleri hain ilan ederek varılacak bir yer yoktur. Bütün sorunları görmezden gelerek, önyargılı değerlendirmelerin kime ne faydası olabilir.
Benim hikâyem, 1977’de başladı. Milliyetçi bir genç olarak girdiğim Kara Harp Okulu’nda aklımın havsalamın almadığı bir gerçeklik vardı. Namaz kılamıyor, oruç tutamıyorduk. Eline Amerikan piyade talimnamesi ST7-10B’yi almış bir üsteğmen :” Harbiyeliler, bu talimname sizin Kur’an’ınız, (merkez site binasını göstererek) şurası sizin Kâbe’nizdir.”
Dershane, yatakhane ve yemekhanelerin olduğu binada namaz yasaktı. Nöbetçi bir üsteğmenin okul camisine postallarını çıkarmadan girdiğine şahit oldum. Harbiyeliler olarak istediğimiz kitap ve dergileri okula getiremiyor, okuyamıyorduk. Milliyet Sanat dergisi ile Unamuno’nun Sis romanını okula getirmek ve okumaktan hapis cezası almıştım
Nasıl giyineceğimiz, kiminle evleneceğimiz, evlerimizde ne bulunduracağımız, ne yiyeceğimiz, nerelere gidebileceğimiz, eşlerimizin hangi kıyafetleri giyebileceği, nasıl inanacağımızın dayatıldığı yıllarım geçti. Zindana dönmüş, kayıp yıllarım.
Üstü örtülmüş, daraltılmış, görmezlikten gelinmiş, inkâr edilmiş bir tarihin öğretildiğini, ilk tayin yerim olan Diyarbakır’da şaşkınlıkla öğrenmiştim. Meğer ülkemizde Türkçe dışında diller, Türk halkından başka bir halklar varmış.
Bütün meslek hayatım sürgünlerde geçti. Dindar olunca makbul bir subay olamıyorsunuz. Ali Murat Güven, vicdanlara hapsedilmiş bir din emrediyor(?!). “Gazi Paşa Hazretleri”nin yaptığı iyiliği minnetle karşılaması son derece doğal bir şeydir. Yanlış olan, oradan yola çıkıp Müslümanlara siyasal bir dayatmada bulunmasıdır. Hangi cesaretle, İslâmî kesime seküler, ulus –devlet rüzgarlarına karşı durmayın diyebiliyor.
Ömrü sürgünlerde geçen, aşağılanan, nihayet eşi başörtülü diye ordudan atılan bir subay, bir Müslüman olarak kimseye nefret duymuyorum. Kimseyi aşağılamıyorum. Herkes inandığı gibi olsun. Kendisini ifade etmekten korkmasın. Hepimiz insanız, “erdemliler ittifakı” gibi insanlığın yararına yapılacak çok işler vardır.
İnançları ve ideolojileri yeraltına iterseniz ikiyüzlü, takiyyeci, sapkın, fırsatını bulduğunda her türlü zulmü yapacak yapıların gelişmesine neden olursunuz. 15 Temmuz darbe girişimi bunun en tipik örneğidir.
Ne yazık! Yüz yıl sonra geldiğimiz yere, konuştuğumuz şeylere bakın. 1920-1938 dönemi tarih bilgileri ne kadar eksik ve yanlı. Bizim cepheleşerek varacağımız bir yer yok. Herkesi hatası ve sevabıyla nesnel bir biçimde değerlendirip, geleceğe yürümeliyiz.
Tam seksen iki yıl kimler yönetti ülkemizi. Dünyada yerimiz neresi.
Ak Parti iktidarı üzerinden İslâm’ın ipini çekmeye teşne olanlar, özellikle Müslüman etiketi taşıyan parti başkanları, yazarlar, akademisyenler, ilahiyatçılar; tercihlerinizde özgürsünüz. Allah’a ve İslâm’a inanmak artık sizin için zorsa, tercih ettiğiniz fikir, ideoloji ve yaşam biçiminizin yolunda yürüyün. İslâm’ın yakasından ellerinizi çekin.
AK Parti iktidarı, ilahî bir vasıf taşımıyor ve taşıyamaz. Erken iktidar dönemlerinde İslâm’ı referans almıyoruz demişlerdi, doğrusu da buydu. Başarılı olmuş bir İslâm devleti yok demek, nasıl bir miyopluktur. Müslümanların akılları, tecrübeleri ile oluşturdukları devlet ve idare modelini, İslâm’la özdeşleştiremeyiz. Müslümanların devleti olabilir ama İslâm’ın devleti olmaz. Allah ihtiyaç sahibi değildir.
AK Parti dönemi, Müslümanlar için turnusol kağıdı vazifesi gördü. Maddî gelişmeler ulaşım, iletişim, savunma sanayii gibi alanlarda atılan adımlar dikkat çekiciydi. Askerî vesayetin kuşatması altındaki yıllarda karar alma mekanizmalarının hızlanması için, başkanlık sistemine geçiş olumlu görülüyordu. Bugünse hayli sıkıntılı kararlar ve uygulamaların hayata geçirildiğine şahit oluyoruz. Bağımsız, nitelikli, tecrübeli, gerektiğinde aykırı düşünce ve yaklaşımları olan bir karargâha ihtiyaç var. Her ülke yöneticisinin yapması gereken en önemli husus, kendilerini kontrol edecek dengede tutacak bir yapıyı inşa etmeleridir.
AK Parti iktidarında dindar Müslümanlar paranın malın makamın sınavıyla yüzyüze geldiler. Sonuç : Kibir, güç zehirlenmesi, bencillik, modern hayatın içselleştirilmesi… Elitist bir evrilme, dinin emirleri ile günahların birlikte gitmesi… İmanların, nefisleri kuşatamadığı, ahlâken çürümenin arttığı; ateist, deist ve agnostik sayısının on milyonu hayli aştığı, uç noktalarda yaşayan kesimlerin birbirine daha da yabancılaştığı…Toplumun farklı kesimlerinin yaşama formlarının hiç olmadığı kadar benzeştiği karmaşık ve müthiş farklı bir dönem…
Onur Atalay’a göre; “Yine de denilebilir ki Kemalizm dar manasıyla bugün artık miadını doldurmuş bir ideolojidir. Fakat farklı bir açıdan bakıldığında, son on yılda muhafazakârların Kemalizm’in temel umdelerini daha önce hiç olmadığı kadar candan benimsediğini, devletle ve onun ürettiği popülist milliyetçi söylemle kendini tamamen özdeş kıldığını, yani otoriter kalkınmacı ideolojinin, büründüğü yeni şekliyle belki de ikinci baharını yaşadığını söylemek de yanlış olmaz. (Onur Atalay, Türk’e Tapmak, İletişim Yayınları, 2018, İstanbul.)
Kemalizm tanımlamasını Mustafa Kemal ve çevresinin kullanmadığı iddiasında bulunur Ali Murat Güven.15 yıllık iktidar dönemine ilişkin veri sunmaz.
Ali Naci Karacan, çıkardığı İnkılap gazetesinde, 2 Aralık 1930 tarihindeki başyazısında ”Rusya da nasıl bir Komünizm İtalya’da nasıl bir Faşizm varsa, bizde de bir Kemalizm olmalıdır” diye yazar. (Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması:1923-1931,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005, s.154)
Falih Rıfkı Atay’a göre “Kemalizm, aslında büyük ve esaslı bir din reformudur.” Bu reformla “Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır. Bununla kalmaz, ibadetleri de belirler. Cenaze namazı ayakta kılınıyorsa, hijyen gereği vakit namazları da ayakta kılınabilir.” (Atay, Çankaya, s.457)
“Edirne milletvekilliği yapmış Şeref Aykut’un, (Mehmet Şerafettin Aykut) imzasıyla çıkan kitabının adı: Kamâlizm. Atatürk’ün sağlığında yayımlanmış ve hususen Kemalizmi anlatmak iddiasındaki iki kitaptan biri (diğeri tekin Alp’in aynı tarihli kitabı) olan kitap, baştan sona dinsellik atıflarıyla doludur. Daha önsözde Aykut. “ Kamâlizm… yalnızca yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir” der. İlerleyen sayfalarda “Kamâlizm, bir dindir ki, onun en büyük ve ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır.” diye yazar. Yine başka bir yerde Kamâlizm “ulusu amacına yönelten bir dindir.” (Onur Atalay, Türk’e Tapmak)
Ulus-devletlerin robotik çağın kapısında cenaze işlemleri yapılırken, adil olmalıyız. Geçmişten dersler çıkararak geleceğimizi inşa etmeliyiz. Kuyruk acısı, evlat acısı bağlamında sabit kalınırsa ortak bir kadere yürümek mümkün olmayacaktır.
İmam Şafii’nin dersini terkeden öğrencisine nasihatı ile bitirelim:
“Yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma! Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir!
Hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme
Günaha öfkelen ama günahkâra acı, ona merhamet göster
Sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster
Görevimiz, hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil.”
15.01.2021, Kardelen/Ankara
Mehmet Yavuz AY
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *