WhatsApp’ın merak ettiği soru şu: Alışkanlıklarımızdan ve konforumuzdan mı yoksa güvenlik ve mahremiyetimizden mi vazgeçeceğiz? “Bilerek ve isteyerek” ikincisinden vazgeçmenin önemli bir eşik olduğunu söylemek gerekiyor.
Mücahit Gültekin, son günlerde toplum gündeminin birinci sırasına yükselen WhatsApp konusunu irdeledi. Bir mesajlaşma programı olan WhatsApp’ın yeni ‘kullanıcı sözleşmesi’ ile aslında ne ölçmeye çalıştığını ve devletleri bypass edip doğrudan kullanıcının “onayını” neden istediğini sorgulayan Gültekin, dikkat edilmesi gereken noktaların da altını çizdi. İşte o değerlendirme:
Whatsapp Sınavı
Mücahit Gültekin / İslami Analiz
Facebook şirketinin bünyesinde bulunan WhatsApp bir kaç gün önce gönderdiği bir bildirimle, kullanım koşullarını ve gizlilik ilkesini güncellediğini belirterek, kullanıcılarından yeni sözleşmeyi kabul etmelerini istedi. Başka bir ifadeyle 2012’de Instagram’ı 2014’te ise WhatsApp’ı satın alan Facebook, Inc. kullanıcıların özel bilgilerini kaydetmek ve bu bilgileri diğer şirketleriyle paylaşmak için kullanıcılarından onay istedi. Daha doğrusu onay vermeye zorladı. Çünkü sözleşmeyi kabul etmeyenler WhatsApp’ı artık 8 Şubat’tan itibaren kullanamayacak. Konuyu bir kaç başlık altında özetlemeye çalışalım:
1. WhatsApp kullanıcılarının hangi bilgilerini paylaşacak?
WhatsApp yeni sözleşmeyle kullanıcılarının ulaşabildiği bütün özel bilgilerini kaydedecek ve diğer şirketleriyle paylaşacak. Bunların arasında hesap bilgileri, telefon numarası, mesajlar, bağlantılar, kullanım bilgileri, IP adresi, konum bilgileri, WhatsApp’la yapılan görüşmeler, Whatsapp’la yapılan ödeme işlemlerinin bilgileri, cihaz/telefon bilgileri, işletim sistemi, tarayıcı, servis sağlayıcı bilgileri vs var. Bunlara çerezler aracılığıyla toplanacak veriler de dahil. Ayrıca WhatsApp, üçüncü tarafların (telefon rehberindeki bir kişi ya da hizmet aldığınız başka bir şirket gibi) kullanıcı hakkında sağlayacağı veriler için de kullanım ve paylaşım onayı istiyor. WhatsApp’ın Facebook ve Instagram gibi sosyal medya uygulamalarına göre daha çok kişisel/özel mesajlaşmalar ve dosya paylaşımları için kullanıldığını belirtmek gerekiyor.
2. Niçin kullanıcılarını “ya kabul et, ya terket” diyerek kabule zorluyor?
WhatsApp “zorlamaya” dayalı bir karar alırken kullanıcılarının nasıl davranacaklarına ilişkin muhtemelen bazı öngörülerde bulunuyor:
1. Pek çok kişi zaten sözleşmeyi okumadan onaylayacaktır.
2. Okusalar da mecburen kabul edeceklerdir. Çünkü kullanıcılar pek çok gruba üyeler, bugüne kadar yaptıkları pek çok yazışma/paylaşım var. Bir bakıma ilişki ve iletişim hafızaları WhatsApp’ta kayıtlı. Hatta bazı resmi işlerini bile WhatsApp grupları aracılığıyla yürütüyorlar. O yüzden mecburen kullanmaya devam edecekler.
3. Bazı kullanıcılar diğer seçenekleri işlevsel bulmayacak, alışkanlıklarından vazgeçmeyeceklerdir. Örneğin, “Bırakıp nereye gideceğim? Telegram’a geçsem orada da Ruslar takip edecek, takipten kaçış yok; alıştığım bir uygulama, iyisi mi burada kalayım” diye düşünüp kalacaklardır. Gerçekten de insanların alışkanlıklarından vazgeçmesi hayli zordur.
4. Kullanıcılar zaten bilinen bir şeye onay vermekte zorlanmayacaklardır. Nitekim Facebook’un Cambridge Analytica skandalından sonra sabıkalı bir şirket olduğunu herkes biliyor ama kullanmaya devam ediyor. Yani pek çok kişinin “Adamlar zaten takip ediyordu, bunu resmileştirmiş oluyor, değişen ne ki? Alt tarafı girdiğim sitelerde bana ‘reklam’ gösterecekler” diye düşünüp WhatsApp’ta kalacaklardır. Bu düşünce, 2. ve 4. maddelerdeki düşünceye de eşlik edecek, “meşrulaştırıcısı” olacaktır büyük oranda.
5. Bazılarının da -ki bunların çok az bir grup olacağını düşünüyor olmalı WhatsApp- kabul etmeyip WhatsApp’ı bırakacaklardır.
1, 2, 3 ve 5. maddeler için söylenecek çok şey yok. Ama dördüncü maddedeki düşünme tarzının önemli olduğunu söylemek gerekir. Biraz sonra bu maddeye geri döneceğim.
3. Niçin kullanıcılarından onay almak istiyor?
Daha önce Facebook’a Cambridge Analytica skandalından sonra dava açılmış, şirketin kurucusu Mark Zuckerberg Amerikan Kongresi’nde ifade vermişti. Geçtiğimiz Aralık ayında ise ABD’de Facebook’a (Facebook şirketinin bünyesinde WhatsApp ve Instagram gibi başka büyük şirketler de var) hayli büyük bir dava açıldı. Şirket, dijital pazardaki hakimiyetini kötüye kullanmakla itham edildi. Texas Savcısı ise, WhatsApp mesajlarının Google’la paylaşılması için iki şirket arasında gizli bir anlaşma olduğunu öne sürdü. Google’ın uzun zamandır WhatsApp mesajlarını takip ettiği medyada gündeme geldi. Halbuki WhatsApp mesajlarının “uçtan uca şifreleme” ile korunduğu belirtiliyordu.
Özetle Facebook’un uzun zamandan beri “veri politikası” ile başı dertte. Kullanıcılarının onayını alarak aslında bugüne kadar yapmış olduğu şeye bir yasallık kazandırmış olacak. Zaten yaptığı şeyi “yasal” olarak yapmaya devam edecek.
Ama şu sebebi de göz ardı etmemek gerekir: Bu aslında küresel ölçekte bir deney aynı zamanda. WhatsApp’ın 2 milyarı aşkın kullanıcısı olduğu belirtiliyor. İnsanların ne kadarının kendi mahrem bilgilerinin kullanılmasına rıza gösterip göstermeyecekleri önemli bir konu. Şu iki şey arasında fark var: Sizin hakkınızda gizlice veri toplanması/paylaşılması ve sizin bunu biliyor olmanız ayrı bir konu, sizin toplanan/paylaşılan bu verilere onay vermeniz ayrı bir konu. Her ikisinin de sadece hukuki açıdan değil aynı zamanda psiko-sosyal açıdan da sonuçları farklı. Ayrıca WhatsApp bütün kullanıcılarına aynı şekilde davranmıyor. Örneğin “Avrupa Bölgesi’ne” orada Genel Veri Koruma Yönetmeliği olduğu için aynı sözleşmeyi dayatamıyor.
4. Ne yapılmalı?
Biraz önce söylediğim gibi “zaten beni takip ettiklerini biliyorum” düşüncesi ile, “benim özel/mahrem bilgilerimi kaydedip/paylaşmanıza onay veriyorum” düşüncesi arasında önemli bir fark var. O farkı “hak” kavramıyla açıklayabiliriz. Birincisinde “Hakkı yok ama yapıyor. Ben de çeşitli gerekçelerle buna engel olamıyorum ya da göz yumuyorum.”; ikincisinde ise, “Şirketin bunu yapması için ‘hak’ veriyorum” demiş oluyoruz. Duruma yasallık kazandırmaktan öte bir şey bu. Çünkü kişinin “rızası” var.
Mesela, bir devlet şüpheli gördüğü birinin telefonlarını dinlemek için yasal bir karar çıkarabilir. Bu durumda kişinin dinlenmesi yasaldır ama yine de kişi bunun “haksızlık” olduğunu öne sürebilir. WhatsApp’ın kullanıcıların önüne koyduğu sözleşme “takip, kaydetme ve özel bilgilerin paylaşımına” sadece Facebook, Inc. için yasallık sağlamıyor aynı zamanda kullanıcıların “rızasını” da sağlıyor. Bu daha “güçlü” bir gerekçedir. Örneğin, WhatsApp birinin mahrem bilgilerini üçüncü kişilere ifşa ettiğinde o kişinin buna bir itirazı olamaz. “Verilmiş olan rıza” sadece yasal açıdan değil, kamu vicdanı açısından da o kişiyi “haksız” duruma düşürür. Size söylenecek olan şey “biliyordun” değil, “onay verdin!” olacaktır.
Tıp etiğinde “aydınlatılmış onam” diye bir kavram var. Hastaya bir tedavi uygulanacağı ya da operasyon yapılacağı zaman yazılı bir rıza alınır. Tedavinin olası riskleri bildirilir ve bu risklerin sizin tarafınızdan “anlaşılması” sağlanır (en azından teoride böyle olması gerekir). Sadece anlamış olmanız, “Tamam biliyorum” demeniz yetmez, “onay” vermeniz gerekir. Çünkü bilmek, “onay vermek” anlamına gelmez. Kaldı ki, sosyal medya platformlarının hazırladıkları sözleşmeler sıradan bir vatandaşın okuyamayacağı ve çoğu zaman da anlayamayacağı bir biçimde yazılıyor. Bu tür sözleşmeler üzerine çalışan bir araştırma ekibinin vardıkları sonucuna göre bazı sözleşmeleri anlamak için doktora düzeyinde eğitim gerekiyor.
Hukukta da kast kavramının “bilme” ve “isteme” olmak üzere iki ayrı unsuru var. İstemek bilmeyi içerir ama bilmek istemeyi her zaman içermez. Hukukçular kasta asıl özelliğini veren şeyin “isteme” olduğunu belirtiyor. Örneğin mahalle arasında arabayla hız yapmanızın kazaya sebep olabileceğini bilebilir ama böyle bir şeyi istemeyebilirsiniz. Eğer hem bilerek hem de isteyerek bunu yapmışsanız sadece hukuki açıdan değil kamu vicdanı açısından da farklı sonuçları olacaktır.
Bazıları, -farkında olmadan ya da “sosyal medya tecrübesizliğinden” dolayı- “bazı sözleşmelere zaten onay verdik” diye düşünebilir. Bu, “battı balık yan gider” mantığıdır. Dijital teknolojiler pek çoğumuz için yeni ve tam anlamıyla nasıl çalıştığını bilmiyoruz. Ama öğrendikçe haksız uygulamalara itiraz kabiliyetimiz de artmalıdır. “Zararın neresinden dönülürse kârdır” mantığıyla hareket etmek daha doğrudur.
Burada sorulması gereken bir soru da şudur: WhatsApp niçin “özel/mahrem bilgiler” için devletleri bypass edip doğrudan kullanıcının “onayını” istiyor? Örneğin yukarıda söylediğimiz gibi, WhatsApp Avrupalı kullanıcılarına bu sözleşmeyi dayatamıyor. Burada devletin vatandaşlarını koruma yükümlülüğü yok mu? Diğer bir ifadeyle WhatsApp milyonlarca vatandaşın “özelini” takip etmeyi ve paylaşmayı o vatandaşın yaşadığı devlete değil de, Afyon’da, Kayseri’de, Yozgat’ta yaşayan vatandaşa onaylatıp öyle yasallık kazanıyor. Eğer devlet buna göz yumarsa “Tamam benim vatandaşımı, istediğin gibi takip edebilir, ondan aldığın her türlü özel bilgiyi de gönlünce kullanabilirsin'” demiş olmaz mı?
Bu konunun başka sonuçlarının da olacağı açıktır. Sorun bazılarının zannettiği gibi sadece internete girdiğimizde karşımıza “bize özel reklamlar” çıkarılması değildir. Ya da “Amaan, beni niye takip etsinler ki!” düşüncesi de doğru değildir. Cambridge Analytica bu mevzunun toplumsal ve siyasi sonuçlarının da olacağının açık bir göstergesidir. Şimdi bu sabıkalı şirket tutmuş her türlü özel bilgiyi “yasal” olarak kullanmak için onay istiyor.
Ama bunları bir kenara bıraksak bile, aslında herkes bir sınavdan geçiyor. WhatsApp’ın merak ettiği soru şu:
Alışkanlıklarımızdan ve konforumuzdan mı yoksa güvenlik ve mahremiyetimizden mi vazgeçeceğiz? “Bilerek ve isteyerek” ikincisinden vazgeçmenin önemli bir eşik olduğunu söylemek gerekiyor.
Eğer her türlü mahremimize ulaşılmasına onay veriyorsak geriye “itiraz edecek” ne kalıyor?
O yüzden siyasal partilerin, STK’ların, düşünce adamlarının vs. WhatsApp’ın dayattığı bu sözleşmeye itiraz etmesi gerekiyor. 8 Şubat’a kadar süre var. O tarihe kadar WhatsApp’ın bu sözleşmeyi geri çekmesi için bir kampanya başlatılabilir. Eğer topluca ses çıkarılırsa WhatsApp muhtemelen geri adım atacaktır. Aksi takdirde evdeki bulgurdan da olmayacaksa niçin pirince gitmesin ki? Tabii ki, bu köklü/asli bir çözüm değildir. Bu kapandan kurtulmanın yolları aranmalıdır. Ama “battı balık yan gider” düşüncesi bu arayışın önünü de tıkayacaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *