Kinimiz adaletimizin, geleneğimiz dinimizin, korkularımız gerçeklerin, ihtirasımız vicdanımızın önüne geçtikçe kaybedeceğiz..
Kaybedeceğiz
Yağmur Yaz
“Kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi bilsin ki bütün bir şeref ve itibarın kaynağı Allah’tır. O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten ise imana uygun eylemlerdir…”
(Fâtır/10)
En büyük kusurlarımızdan biri hatta belki en büyük kusurumuz yanlış inanışları ilahi din zannedip onların hükümlerine boyun eğmemiz. Öyle ki bu bâtıl inanışlar bir süre sonra gerçekten de dinimiz haline gelir ve inancımızda Allah’ın dininden eser kalmaz. Öylesine bağlanırız ki din zannettiğimiz bu inanışlara, hakikat karşısında gözlerimiz kör kulaklarımız sağır kesiliverir. Bize ne kadar anlatılırsa anlatılsın sadece kendi doğru bildiğimizi uygulamaya devam ederiz. Asla yanılacağımızı hesaba katmayız. Tabii ki işin sonu hüsrandır. Zira aslında tüm bunların temelinde sabit fikirlilik yatmaktadır.
“Doğrusu Biz, görünen görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden kalpleri olup da kavramayan, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen birçoklarını cehennemlik yapmışızdır. Hayvan gibidir onlar, belki daha da aşağı! Onlar gaflete gömülmüş olan zavallılardır.”
(A’râf/179)
Sabit fikirli, hakikate sağırlaşmış, kendi doğrusunu mutlak doğru kabul edip her türlü dış sese kulağını tıkamış olan insanın durumu da böyledir aslında. Çünkü o da kendi doğrularını o kadar önemser ki bir süre sonra kibrinden burnunun ucunu göremeyecek hale gelir. O öyle bir kibirdir ki insanın dilini, sözünü, bilgisini kirletir. Sürekli gelişiyorum sanarken kişi kendisini, aslında sadece kendi fikirlerinin etrafında dönmektedir. Bu dönüş ise bir ilerleme değil; aksine geriye gidiştir. Halbuki durağanlık ölüm halidir. İnsan, yaptığı işte sürekli aşama kaydetmek zorundadır. Çünkü iki günü bir olan ziyandadır.
“Ve yeryüzünde çalım satarak dolaşma! Unutma ki sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.”
(İsrâ/ 37)
Sabit fikirliliğin ciddi bir hastalık olduğunu kabullenemeyip kendimizi durağanlıktan koruyamadıkça değişimin tadını alamayacağız. Her şeyin hızla değişip geliştiği şu zamanda yerinde saymak insanın kendisine ihanetidir.
Kendimizi, değiştiremediğimiz birtakım düşüncelere mahkum ettiğimizde ve buna gönülden bağlandığımızda beynimiz, yanlış bile olsa, o düşüncelere inanmaya programlıyor kendini. Nitekim insan, kendisini bir şeye inandırmak istemeye görsün. Bu uğurda tüm harfler inancını körükler, tüm varsayımlar hakikatin ta kendisi olur!
“Doğrusu Allah, gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.”
(Nahl/ 23)
Kişi, kendi doğrularını tek doğru kabul ettiği sürece ona eleştiri hastalığı da nükseder. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yazmayan, kendisi gibi konuşmayan herkesi eleştirir. Hatta öyle zamanlar gelir ki yalnızca eleştirmek için eleştirir. Sadece bir söz söylemiş olmak için konuşur. Mutlak doğruyu kendisinin bildiği zannı onu öyle bir çukura itmiştir ki o çukurdan kurtulmayı bile istemez. Çünkü o çukurda tek hükümdar kendisidir. Ve tek doğru ise kendi doğrularıdır. Bu tavır, onun üslubuna da etki eder. Üstten, hükmedici ve kırıcı bir üslup, hiçbir yanlışı düzeltemeyeceği gibi aksine her şeyi daha beter hale getirir. Halbuki Rabbimiz bizlere, birbirimize güzel sözler söylememizi öğütlemiştir.
“Söyle kullarıma: birbirlerine karşı sözü en güzel bir biçimde söylesinler; çünkü Şeytan aralarını açmak ister. Gerçek şu ki, Şeytan insanın apaçık düşmanıdır.”
(İsrâ/ 53)
Kibrimizi artıran bilgi, bizi yanıltır, gözlerimizi kör eder. Adalet tasavvurumuzu yamultur. İçimizdeki öğrenme aşkını söker alır. Onun yerine doğrunun tek kaynağı biz olmalıymışız zannıyla kuşanırız. İleriye adım atmak bir kenarda dursun, sürekli geriler hale geliriz. Çünkü bilmediğini bilmeyen yahut kabullenmek istemeyen insan aslında cahilliğinin doruğundadır. Ve o, bunu bile bilmez. ‘En iyisini ben bilirim’ tavrı insanı tüketir. Bu tavrı kuşanmış kişi her kim olursa olsun empati yeteneğinden yoksundur ve dünyaya sadece kendi dar penceresinden bakar. Görmek istediklerini görür, duymak istediklerini duyar. Görmek ve duymak istemediklerine karşı gözleri kör; kulakları ise sağırdır. Eleştiri ile edepsizlik arasındaki o ince çizgiyi çoğu zaman aşar. Çünkü ona göre önemli olan yapıcı olmak değil; söz söylemiş olmaktır. Eleştirdiği davranışları kendisinin sergileyip sergilemediğini bile umursamaz. Çünkü kafasında yarattığı kendi mükemmel profilinin hata yapma lüksü yoktur. O yüzden de çoğu zaman kendisinde bulunmayan ahlaki meziyetleri bir eksiklik saymaz. Ama aynı meziyetleri başkalarında görmek ister.
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”
(Saff 2-3)
İnsan her zaman gelişmeye ve değişmeye açık olmak zorundadır. Diliyle bunu destekleyip davranışlarıyla değişime kapalı olduğunu gösteren insan, kendi bakış açısını daraltmış ve kendi gözlerini kendisi kör etmiştir. Biz inananlar ki kibrin ne büyük felakete yol açtığını İblis’ten biliyoruz. Belki adını bile anmak istemediğimiz İblis ile aynı davranışı sergilemekten zerre utanmıyoruz. Üstelik Adem ile İblis kıssasını insanlara seve seve anlatmaktan da geri durmuyoruz.
“Diğer insanlara sahici erdemlerle donanmayı öğütlerken sıra size gelince terk mi ediyorsunuz; ve üstelik Kıtabı da tilavet edip dururken? Siz hiç kafanızı çalıştırmayacak mısınız?”
(Bakara/44)
Kinimiz adaletimizin, geleneğimiz dinimizin, korkularımız gerçeklerin, ihtirasımız vicdanımızın önüne geçtikçe kaybedeceğiz..
“Unutmayın ki Allah kendini beğenmiş küstahları sevmez”
(Nisâ/ 36)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *