Rusya’nın Orta Doğu politikasının temelinde Avrupa’nın enerji güvenliği politikaları kapsamında Batı tarafından “bypass” edilmesinin önüne geçme çabası var.
Dr. Bora Bayraktar / AA
Rusya Federasyonu’nun bugünkü ulusal güvenlik ve dış politikasını anlayabilmek için 1990’ların ve sonrasının çok iyi anlaşılması gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa’daki gelişmeler ve neoliberal küresel düzenin Moskova üzerindeki etkilerinin değerlendirmesi, bugünkü Rus stratejilerine ışık tutmaktadır. Rusya’nın dış politikasında Yugoslavya’nın dağılma süreci, NATO’nun Bosna ve Kosova savaşlarında oynadığı rol ve NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme çabaları, Ruslar açısından karşı çıkılması gereken önemli adımlar olarak değerlendirilir. Ayrıca 1997’deki Asya ekonomik krizi, bunun Rusya’ya etkileri, 1998 Rus ekonomik krizi ve Çeçenistan Savaşı tecrübeleri, Rus karar vericilerin bugün attığı adımların temelini oluşturuyor.
Bu kapsamda, Rusya’nın temelde NATO ve AB’nin genişlemesine karşı olduğu, Batı’nın etki alanını Rusya’nın yakın çevresine doğru yaymasının durdurulması için -askeri güç kullanmak dahil- gerektiğinde hamleler yaptığı biliniyor. Bundan sonra da benzer adımlar atma niyetinde olduğu, hazırlıklarını buna göre yaptığı söylenebilir.
Petrolün arzı, nakliyesi ve fiyatlarının kontrolü
1998’deki ekonomik krizden epey etkilenen Rusya özgüvenini yitirdi. Çocuklarını yurt dışına evlatlık veren aileler, ucuz işgücü olarak ülke dışında çalışmak zorunda kalanlar ağır psikolojik ve sosyolojik sonuçlar doğurdu. Bu yılların etkisi Rus karar alıcılar üzerinde bugün hâlâ psikolojik bir faktör olarak duruyor. Rusya bu krizden büyük ölçüde petrol fiyatlarının 1999-2000 yıllarında (11,91’den 27,39 dolara) artmasıyla çıkabilmişti. Bu nedenle, sonraki yıllarda petrol ve doğal gaz ticaretinin devamlılığı, arzın sürdürülmesi, piyasaların korunması ve fiyat üzerinde etkin olmak Rus ekonomisinin, dolayısıyla da Rus ulusal stratejisinin ve dış politikasının temel bir unsuru oldu.
Rusya doğalgazı bir silah olarak da kullanmaktan çekinmedi. Ancak 2005-2006 yıllarında Ukrayna’ya uygulanan ambargo Avrupa’yı soğukta bırakınca, Rusya’nın ne kadar güvenilir bir tedarikçi olduğu sorusu da gündeme geldi. Bu tarihten itibaren Avrupalı ülkeler kendilerini Rusya’ya bağımlılıktan kurtaracak bir “Avrupa’nın enerji güvenliği” meselesini değerlendirmeye başlarken Rusya da piyasasını ve etkinliğini koruyacak adımlara girişti. Bu noktada Moskova için Orta Doğu coğrafyasında etkin olmak daha da önem kazandı.
Rusya ve Orta Doğu
Moskova’nın Orta Doğu coğrafyasına ilgisi yeni bir durum değil. Ruslar Çarlık döneminde de Sovyetler Birliği döneminde de Arap yarımadası başta olmak üzere İran, Afganistan, Pakistan ve Kuzey Afrika’yı da kapsayan bu geniş coğrafyada etkin olmayı hedeflemiştir. Güncel Rus ulusal güvenlik stratejisi ve askeri doktrini de yine bu bölgede etkili olmayı hedefliyor. Özellikle son 10 yılda, Rusya’nın başta Suriye olmak üzere Mısır, Libya ve İran sahasında öne çıktığını görüyoruz.
Ulusal dış politika konseptinde Rusya Federasyonu, Orta Doğu bölgesini küresel güvenlik sorunları açısından öncelikli alan olarak gördüğünü ilan ediyor. Nükleer silahların ve kitle imha silahlarının yayılması olasılığı ve terör örgütlerinin bu bölgedeki faaliyetleri öncelikli tehditler arasında sayılıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş daimî üyesinden biri olan Rusya, Orta Doğu Dörtlüsü’nün bir üyesi olarak, kendisini doğrudan Orta Doğu sorunlarının taraflarından biri görüyor.
Ancak Rusya’nın beyan etmediği gerçek ise Avrupa’nın enerji güvenliği politikaları kapsamında Batı tarafından “bypass” edilmesinin önüne geçme çabası. Batılı ülkeler 2005 Rusya-Ukrayna gaz krizinden bu yana, Moskova’ya alternatif enerji kaynaklarına ulaşabilmek, Rusya’yı “bypass” edecek enerji nakil hatları kurabilmek için çaba içinde. Basra körfezindeki doğalgaz yataklarının Avrupa’ya yönlendirilmesi planlarında Doğu Akdeniz sahillerinin kontrolü önem kazanıyor. Rusya’yı tamamen devre dışı bırakan Pars doğalgaz sahasındaki gazın Akdeniz’e taşınması için, 2011’de İran-Irak-Suriye Dostluk Boru Hattı projesi ortaya atılmıştı. Batı’nın Esed yönetimine güvensizliği dolayısıyla, burada bir rejim değişikliği denenmişti. Irak’taki güvenlik sorunları ve Türkiye’nin de enerji transit ülkesi olmasına karşı yürütülen çabalar, meseleyi karmaşık hale getirdi. Bu dönemde Türkiye bir terör koridoruyla sahadan dışarı itilmeye çalışılırken, Rusya 30 Eylül 2015’te Esed lehine Suriye sahasına indi.
İlk iş olarak, askeri müdahaleye gerekçe gösterdiği terör örgütü DEAŞ’a müdahale yerine, Rusya Doğu Akdeniz sahilinde durumu kontrol altına almaya yöneldi. Rejimi bu alanda destekleyerek Akdeniz çıkışını kapattı. Rusya Suriye’de mevcut yönetimi ayakta tutarak kendi istediği gibi yönlendiriyor ve olası projelerin önünü tıkıyor. Ayrıca Suriye’de önemli askeri üsler elde eden Rusya, iç savaşta Esed rejimine verdiği destek karşılığında Tartus ve Hmeymim deniz ve hava üslerini elinde tutuyor. Rusya bu üsler sayesinde ve Suriye’ye yerleştirdiği S-300 ve S-400 hava savunma sistemleri ve Kalibr füzeleriyle, havada ve denizde girilmez alanlarını Doğu Akdeniz’e kadar indirmeyi başardı. Gemilerini ve denizaltılarını Tartus limanı sayesinde 7/24 Akdeniz’de yüzdürebiliyor; bu sayede askeri etkinliğini üst seviyede tutabiliyor. Rusya Çeçenistan ve Dağıstan’da ortaya çıkan bağımsızlık hareketleri içinde gelişen aşırılıkçı akımlara karşı mücadeleyi de Suriye’de, ülke toprakları dışında sürdürüyor. Yani Rusya Suriye’yi önemli bir koz olarak elinde tutuyor.
Rusya Federasyonu, Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Askeri Doktrini’nde açıkladığı üzere, Akdeniz’i önemli bir çıkar sahası olarak görüyor. Rusya donanmasını yeşil (açık denizler) ve mavi (okyanus) sularda etkili kılmak ve sürekli seyrüsefer halinde bulundurabilmek arzusunda. Bu durum Rusya’nın günümüzdeki savaşlarla ilgili yaptığı tespitlerden kaynaklanıyor. Savaşların artık ilk aşamada şekillendiğini düşünen Rusya, bu ilk aşamada müdahale edebilen, sahaya girebilenlerin avantaj kazandığına inanıyor. Bu nedenle, Rusya kriz bölgelerine yakın noktalarda devriye gezmek, varlığını sürdürmek istiyor. Ayrıca Rusya nükleer başlıklı füzelerini gerektiğinde kullanabilmek için, bunları taşıyan denizaltı ve gemilerini Akdeniz’de bulundurmayı hedefliyor. Bunun için onlara göre Suriye’deki Tartus limanı tek başına yeterli değil. Rusya’nın bu nedenle Kuzey Afrika sahillerinde üs arayışı devam ediyor. Bu kapsamda Mısır ya da Libya ile arayışlarını da sürdürüyor.
Libya gerek Afrika’nın en büyük hidrokarbon kaynaklarına sahip olması gerekse de Avrupa’ya yakınlığı ve jeopolitik önemi dolayısıyla Rusya’nın ilgi alanında bulunuyor. Suriye’de olduğu gibi Libya’da da, enerji kaynaklarının Avrupa’ya yöneltilmesi, kurulmaya çalışılan enerji denkleminde Rusya’nın dışarıda kalmasına, arz ve fiyatların belirlenmesinde “bypass” edilmesine yol açabilecek. Moskova yönetimi böyle bir ortamda Libya’daki iç savaşa taraf oldu.
Rusya’nın Orta Doğu’daki üçüncü önemli politika sahasını İran oluşturuyor. İran Rusya için gerek güneye yönelik hava sahası kullanımında gerekse ABD’ye karşı politikalarda bir destek unsuru olarak öne çıkıyor. İran’ın Irak üzerindeki etkisi de bu açıdan önem arz ediyor. Rusya Hürmüz boğazı ve Körfez’de ABD’nin ve müttefiklerinin dengelenmesinde de İran’ı kullanıyor. İran’ın Şii milis gücü de uzun süre Suriye ve Irak’ta Rusya’nın politikalarını desteklemiş, savaşacak insan kaynağı meselesini çözmüştür. İran ayrıca petrol fiyatları ve arzı konusunda da Rusya’nın yanında görmek istediği bir aktör. Bu açıdan Rusya özellikle ABD’nin tek taraflı, baskıcı adımlarına karşı İran’ı destekliyor; ancak Tahran’ın tek başına bir güç olmasına karşı da çabalarını sürdürmeye devam ediyor.
Sonuç olarak, Rusya Orta Doğu’da varlığını giderek güçlendirmeye, askeri ve siyasi kapasitesini artırmaya çalışmaktadır. Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkelerle de farklı angajmanlar içinde olan Rusya, bölgede nüfuzunu artırma arayışında. Rusya’nın bu amaçla Türkiye, Mısır, Cezayir, İran, Suudi Arabistan, Suriye, Libya, Pakistan gibi bölgesel güçlerle ilişkilerini geliştirmek istediğini de göz ardı etmemek gerekir.
[Dr. Bora Bayraktar İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi ve TRT World Programlar Müdürüdür]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *