Abdülaziz Tantik: “Sorunun kaynağı olan bir şey üzerinden çözüm üretebilmek imkânsızdır. Ancak sorunu aşan yeni bir yaklaşım biçimi ile sorunu doğru teşhis ve doğru tedavi imkânı bulunabilir.”
Çağdaş Sorunların Çözümünün Özü?
Abdulaziz Tantik / Düşünce Mektebi
İçinde yaşadığımız dünyada mevcut sorunların kaynağı üzerine derin bir tefekküre olan ihtiyaç her gün biraz daha artarak varlığını devam ettiriyor. Çünkü hala sorunu tespit etmede ve ona yönelik çözüm arayışlarında ciddi sorunlar varlığını sürdürmektedir. Modern dünyada sorunlar, modern paradigma çerçevesinde çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Ancak, sorunlar azalacağına çoğalarak devam etmeyi sürdürmektedir. Her sorun çözme girişimi yeni bir sorunun kapısını aralamaktadır. Sorunun kaynağının bizzat paradigmanın kendisi olduğu söylemi ise büyük bir hışımla reddedilmektedir. Ancak sorunlar büyüyerek varlığını kalıcı hale getirmenin yollarını inşa etmeye devam etmektedir.
Hiçbir sorunun çözülmediğini söylemek insaf ile bağdaşmaz. Ancak çözülen sorunların yeni sorunlara gebe olduğunu söylemek de insaf gerektirir… Hastalıkları iyileştirme konusunda görünürde iyi şeyler yapılmaktadır. Ancak, fakir, fukara, geri kalmış insanlar bu iyileşme şansına nedense sahip olamıyor. Özgürlük verildiği ve köleliğin kaldırıldığı şaşaalı bir şekilde söylemsel diskurlara yediriliyor. Ancak verilen özgürlükleri kullanma konusuna gelince, eşitlik orada ‘paran kadar’a dönüşüveriyor. Eşitsizliğin dibine vurulduğu halde hala batı dışı toplumlarda eşitlik vurgusu üzerinden toplumsallık yapı bozumuna uğratılıyor.
Batı dışı toplumların aydın ve entelektüelleri ise sorunlarının kaynağının kendi geçmişleri olduğu, geçmiş dönemde sahip oldukları düşüncelerin sorumluluğuna inanmakta ve sorunu çözmenin yolunun modern düşünceden geçtiğini söylemektedir. Ancak kendi başına veya duygusal bir anına denk geldiğinde eskiden olan vefa, sevgi, yardımlaşma ve dayanışmaya gönderme yapmaktan da geri durmamaktadır. Hâlbuki bugün bu yeni ahlaki yapının tek müsebbibi koşarak sahip olunmak istenen modern paradigmanın kendisi olduğu ayan beyan ortadadır.
Sorunu çözmeye yönelik atılan her adımı, geri püskürtmeye çalışmak aydın olmanın temel vasfı haline gelmiştir. Geçmişte var olan temel değerler ve kavramlar ise geri kalmışlığın en önemli sorumluları olarak kayıtlara silinmez şekilde geçilmiştir. Ama hayat bütün değişkenliğine rağmen bir türlü istenen verimi sağlamıyor. O zaman meseleye yanlış bir yerden bakıldığı aşikârdır. Bu aşikârlığa rağmen yine de sorunu tam olarak görmek ve ona göre sağlıklı bir çözüm aramak zorunluluk kazanmıştır.
Sorunun özü: mevcut olanı temel alarak çözüm arayışı içinde olmaktır.
Çünkü sorunun kaynağı olan bir şey üzerinden çözüm üretebilmek imkânsızdır. Ancak sorunu aşan yeni bir yaklaşım biçimi ile sorunu doğru teşhis ve doğru tedavi imkânı bulunabilir. Yani sorunlar çoğalarak ve kesifleşerek varlığını sürdürüyorsa, çözümü dışında aramaktan başka seçenek bırakmamaktadır. Bu yüzden paradigmanın kendisi sorgulanmalı ve bu paradigmadan hareketle oluşan sorunların neler olduğu, mevcut hali nasıl etkilediği üzerine derinlemesine bir bakış ile hesaba çekilmelidir. Yapılması gereken ise; mevcudu oluşturan zihni yapıyı hesaba katarak yeni bir bakış oluşturma ve kazandırma ameliyesidir. Mevcut paradigma sürekli yeni olana vurgu yapmasına rağmen yeni bir ‘yeni’ye ise mutlak bir karşıtlık içinde kalıyor. Bu durum gözden uzak tutulmamalıdır.
Şimdi düşünelim: mevcut yapıyı oluşturan düşünce değişmedikçe ve bu düşünceyi oluşturan kültür kodları değişime açık hale getirilmedikçe neyi değiştireceksiniz. Zaten modern olan sürekli değişimi esas almıştır. Bu konuda herhangi bir pervası da yoktur. Bu iyi mi kötü müdür, onu da ayrıca tartışmakta yarar var. Aslında sürekli değişim dediği şey; mevcudun içinde, sınırların dışına taşmamaktır. ‘Tarihin Sonu’nu ilan da buna yönelik bir ‘koruma’ refleksidir. Yani muhafazakârlaşan bir modernlikle karşı karşıyayız. Çünkü bu modernlik sahiplerine dünyayı ayaklarına sermektedir. Her türlü konforu kullanmakta ve ne varsa yoksa hepsine sahip olma imtiyazı kazandırmaktadır. Ayrıca, zaten kültürü kendileri yaratmakta ve uygulamadaki bütün sorunları ortadan kaldırmanın yollarını aramaktadırlar. Bu yaşam tarzı süreklileşerek onların iktidar alanlarını muhafaza edecek yegâne yoldur. Bu yüzden kendi varlıklarının geleceği için ‘muhafazakâr’ olurken en büyük devrimci kisvesine bürünmekten de imtina etmemektedirler.
Batı dışı aydınların düştüğü en büyük tuzak ise ‘eylem’ önemlidir yargısıdır. Düşünceye yönelik her övgü ise sadece modernliğin parantezinde olana yöneliktir. Bu da sorunu çözümsüz kılmaya matuf önemli bir hamle olarak kayıtlara geçilmelidir. Paradigma içi muhalefet bile onların konforlarına yönelik bir tehdit oluşturduğunda o barış havarisi olanların nasıl bir şiddet fenomenine dönüştüğüne tanık olursunuz. Asıl mesele: eylem değil bizatihi teoridir…
Yeni bir teori veya eskiye dair bir düşünce ortaya konulduğu zaman hemen bir saldırı furyası ile karşı karşıya kalırsınız. Ne gericiliğiniz ne de akılsızlığınız kalır! Bu aslında meselenin neliğini izah babında önemli bir olgu, fark edene tabii… Yeni bir teori oluşturulmadıkça bu teoriye uygun bir bakış inşa edilmedikçe ve bu bakışa uygun yeni kültürel kodlar geliştirilmedikçe neyi değiştireceksiniz ki… Kendi değişiminizden başka…
Evet, yeni bir teoriye ihtiyaç vardır. Bu teoriyi kuracak epistemik ve ontolojik bir bakışımız da vardır. Batı düşüncesi olmadan veya modernliğin düşünce serüvenine yenik düşmeden yeniyi, ‘kadim takaddüm eder’ ilkesinden hareketle yeni bir teorinin kodları oluşturulabilir. Dün, aynı düşünce, felsefi mirasa karşı kendi varlığını devam ettirdi. Mistik düşüncelere karşı yeni bir mistik düşünce inşa ederek karşılık verdi. Bugün de yeni paradigmaya yine yeni bir paradigma ile karşılık verecek alt yapıya, düşünsel derinliğe ve teorik çerçeveye sahiptir.
Paradigma içi muhalefet herhangi bir şeyi düzeltemez… O yüzden paradigmatik muhalefet şarttır… Zaten bu paradigma kendisine yönelik paradigmatik muhalefete çok keskin ama paradigma içi muhalefete ise çok yumuşaktır…
Yapılması gereken şey bellidir: aydın, entelektüel ve âlim insanlar bir araya gelerek yeni bir teorik çerçeveye yönelik paylaşma/yardımlaşma zemini kurmaktır. Ya da biri ortaya çıkacak yeni bir teorinin yapısal yapı taşlarını döşeyerek yeni teorinin varlığını izhar edecektir. Zor mu? Hem zor hem kolay bir iş; tarihsel sürekliliği dikkate alarak kendi epistemik yapını doğru anlamlandırdığında sana yeni bir teorinin imkânlarını da sunacaktır. Bunu yapacak olan bilge kişiler ise tarihteki başköşedeki yerini hazır bulacaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *