Camp David’de tarafların bir araya gelerek barış için nihai adım atması beklenirken, saldırılar bahane edilerek Trump tarafından müzakere ve barış sürecinin sonlandırılması, pek çok soruyu da beraberinde getiriyor.
Taliban’la barış müzakerelerinde girilen açmaz ve Afganistan’ın geleceği
Dr. Selim Öztürk / AA
Geçtiğimiz yılın Aralık ayından beri devam eden görüşmeler ABD, Kabil hükümeti, Taliban ve Pakistan’ın da katılımıyla sürüyordu ve neredeyse Doha’daki son müzakerelerin başarıyla sonuçlandığı haberleri bizzat Katar hükümeti tarafından açıklanmanın eşiğindeydi. Fakat Afganistan’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri ülkeyi farklı bir gündeme taşıdı. Hem siyasi tansiyonun yükselmesi hem de Taliban’la yapılan müzakere atmosferinin gerginliği ülkeyi tekrar zor bir dönemece doğru sürüklemeye başladı. Afganistan’ın önünde şu an çözülmeyi bekleyen iki önemli mesele var: Birincisi, Taliban’la barışın sağlanması, 18 yıldır süren çatışmanın bitmesi ve Taliban’ın meşruiyet kazanarak sistemin içine dâhil edilmesi; ikincisi ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olası bir iç savaş çıkmadan çözümlenebilmesi.
Geçtiğimiz Eylül ayı başlarında Katar’daki görüşmelerin başarılı geçmesinin ardından, nihai çözüm için taraflar Camp David’e davet edilmişlerdi ki 5 Eylül’de ABD askerlerine yönelik bombalı araç saldırısı düzenlenmiş ve saldırıları Taliban resmen üstlenmişti. Bunun üzerine Trump saldırıların devam etmesi sebebiyle müzakerelerin iptal edildiğini Twitter hesabından duyurmuştu.
Aslında geçtiğimiz ay yapılan Afganistan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de gerginlik tırmanmıştı: Taliban nihai çözüm olmadan yapılan seçimleri tanımadığını bildirmiş, halka da sandık başına gitmemesi yönünde uyarılarda bulunmuştu. Ülkede epey düşük olan seçimlere katılım oranı bunun üzerine daha da düşmüştü. Sandık merkezlerine yönelik Taliban saldırıları pek çok sivilin hayatını kaybetmesine neden olmuş, ülkedeki demokratik sistemin işleyişi de önemli ölçüde zarar görmüştü.
Afganistan’ın huzuru ve düzeni açısından aslında tek tehdit Taliban da değil: Merkezi hükümeti paylaşamayan Eşref Gani ve Tacik kökenli lider Abdullah Abdullah’ın rekabeti de bir tehdit olarak görünüyor. Bir de bunlara, 2017’de rejimle anlaşarak kesin dönüş yapan Gülbeddin Hikmetyar faktörü de eklenmiş durumda. Her üç lider de daha kesin sonuçlar açıklanmadan kazananın kendisi olduğunu ilan etti. Bu minvalde korku duyulan diğer bir husus, tarafların seçim sonuçlarını kabul etmeyip iç savaşa girişmeleri ihtimali.
Taliban’ın ABD askerlerinin kontrol noktası olan yeşil alana bombalı araçla saldırı düzenlemesi, akıllara “Taliban müzakere esnasında şiddeti artırarak pazarlıkta elini güçlendirmeye mi çalışıyor” sorusunu getirse de mesele tam olarak bundan ibaret değil. Öncelikle Taliban tarafı saldırıyı üstlenirken şiddetin tırmanmasından merkezi Kabil hükümetini, yani Eşref Gani rejimini sorumlu tutuyor. Kabil hükümetinin operasyonlara devam ettiğini ve Taliban üyelerine yönelik saldırılarını sürdürdüğünü, ayrıca müzakerelerin ateşkes ortamında sürmediğini, hâlâ sıcak çatışmanın devam ettiğini söylüyor. Taliban ayrıca ABD güçlerinin de askeri operasyonlara devam ederek Taliban güçlerini vurduklarını, ancak kendisinin kayıp vermesi durumunda ABD’nin tek taraflı davranarak müzakereleri sonlandırma kararını keyfi olarak alabildiğini vurguluyor. Ayrıca müzakereler tamamen sonlanmadan ateşkesin de mümkün olmadığını belirtiyor.
Özetle müzakere süreci zaten sancılı bir biçimde geçmiş, özellikle Eşref Gani hükümetinin müzakerelerden dışlanması Kabil’in gelişmelere mesafeli durmasına neden olmuştu. Kabil tarafının görüşmelerde eski Devlet Başkanı Hamid Karzai tarafından temsil edilmesi, “Eşref Gani ABD tarafından gözden çıkartıldı mı” sorusnu süreç boyunca akıllara getirmişti. Tam Camp David’de tarafların bir araya gelerek barış için nihai adım atması beklenirken, saldırılar bahane edilerek Trump tarafından müzakere ve barış sürecinin sonlandırılması, pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Örneğin, ABD’de yaklaşan seçim sürecinden dolayı, Trump iç siyasete yönelik böyle bir karar vermiş olabilir mi? Çünkü barış görüşmeleri süresince içerdeki şahin kesimler Afganistan’dan çekilmeye sıcak bakmıyorlardı. Fakat bu Trump’ın ilerleyen dönemlerde görüşmeleri tekrar başlatmayacağı anlamına da gelmiyor.
Taliban tarafının baş müzakereci Muhammed Abbas Stanikzai aracılığıyla yaptığı açıklamada da kapıların hâlâ açık olduğu, ABD tarafının daha fazla sivil öldürdüğü ve Taliban savaşçılarının da saldırılarda kayıp verdiği vurgulandı. Taliban ayrıca Kabil güçlerinin Doha’da devam eden müzakereler süresince ateşkesten kaçındığını ve Taliban’a yönelik saldırılarını artırdığını da sık sık dile getiriyor. Eşref Gani hükümeti Doha’daki süreçten dışlanmayı hazmedememiş ve sürecin kendisini dışlamasına operasyonları artırarak karşılık vermişti. Diğer bir ifadeyle Taliban sürecin baltalanmasında tek sorumlu olarak görülmemelidir.
Ayrıca Taliban’ın da bir “direniş koalisyonu” olduğu unutulmamalı, içerisinde (ılımlı ve barış yanlısı güvercin kanadın olduğu kadar) şahin grupların da var olduğu ve bunların ABD ile anlaşmaya karşı oldukları göz önünde bulundurulmalı. Taliban merkezî elitinin bu grupları baskılayabilmesi ve üzerlerinde tam kontrolü sağlayabilmeleri bazen mümkün olmamaktadır. Taliban, Kabil hükümeti ve ABD arasında gerçekleşecek barışın tam anlamıyla vücut bulması, büyük ihtimalle yıllara yayılacak bir süreci zorunlu kılmaktadır. Ayrıca Taliban yetkilileri “ateşkesin net olarak ilan edilmediği” savlarında haklıdırlar: Barış müzakereleri başlama periyodunda taraflar arasında ateşkes kararı verilmemiştir.
Eşref Gani yönetiminin son zamanlarda şahin bir tavır takınması ve Taliban’a karşı sert önlemler almaya çalışmasının da Afganistan’daki seçim döneminin atmosferinden kaynaklandığını belirtmek yanlış olmaz. Taliban Peştunların baskın olduğu bir örgüt olduğu için, barışın sağlanmasından sonra, Peştunların temsilcisi konumundaki Eşref Gani’nin en kritik rakibi konumuna gelecektir. Eşref Gani’nin oyunda kendi kitlesine hitap eden başka güçlü bir aktör istememesi ve süreci zora sokması anlaşılabilir bir hamledir. Ancak asıl kaos, seçim sonuçlarının kesin olarak Kasım ayında ilan edilmesinin ardından, kazanana karşı diğer adayların nasıl tavır alacaklarıyla ilgili olacaktır. Çünkü daha bugünden her bir aday kendi zaferini ilan etmiş durumda. Özellikle Hizb-i İslami lideri Gülbeddin Hikmetyar’ın asıl kazananın kendisi olduğunu ve bunun engellenmesi halinde tekrar silaha sarılacaklarını ima eden açıklamaları dikkat çekiyor. 2014 yılında da Eşref Gani’ye kaybeden, Taciklerin ve Peştun dışı etnik unsurların adayı olan Abdullah Abdullah’ın, Gani’nin tekrar zafer ilan etmesi üzerine nasıl bir tavır sergileyeceği de halen kestirilemiyor. Afganistan’ı hâlihazırda asıl bekleyen tehlike Taliban değil, merkezi partilerin etnik ve siyasi liderlerinin başlatacakları olası bir iç savaş olabilir. ABD’nin ise böyle bir kriz karşısında nasıl bir yol izleyeceği henüz kestirilemiyor. Afganistan’da tansiyonun Kasım ayından sonra artması, Trump yönetiminin Taliban’la kesilen diyalogu tekrar hızlı biçimde başlatmasına neden olabilir. Geçtiğimiz günlerde Taliban’ın Kuner ve Nemruz vilayetlerinin eski valilerini salıvermesi ve bunun ABD tarafından bir jest olarak kabul edilmesi, müzakere sürecinin ilerleyen günlerde tekrar başlama ihtimalini artırıyor.
Taliban yönetimi de yapmış olduğu açıklamalarda müzakerelere devam etmek istediğini, saldırıları kendisine yönelik saldırılara karşı mecburen yapmak zorunda kaldığını belirtiyor, uzlaşmaz tutumundan ötürü Eşref Gani yönetimini suçluyor. Aksi takdirde ABD’ye karşı cihadın sonsuza kadar devam edeceği tehdidinde bulunarak aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor.
Yapılan anlaşmaya göre, ABD askerleri aşamalı olarak önümüzdeki yıllarda Afganistan’dan çekilecek ve buna karşılık meşru sisteme dahil edilecek olan Taliban da el Kaide ve benzeri küresel “cihat” oluşumlarının Afganistan’ın kendi kontrolündeki bölgelerinde konuşlanmasına izin vermeyerek çekilmesini sağlayacaktı. Fakat Taliban yönetimi, halihazırdaki cumhurbaşkanlığı seçiminin kendisinin de sisteme dahil edilmeden yapılmasına karşı çıkmış, seçim merkezlerine giden vatandaşları caydırmak için saldırılar düzenlemekten kaçınmamıştı. Taliban kendisinin de dahil edilmediği bir gelişmeyi ve düzeni hiçbir şekilde kabul etmemekte ve bunu engellemek için de en iyi kullandığı şey olan şiddet kartına başvurabilmektedir.
Trump’ın tekrar kazanması halinde, ABD seçimlerinden sonra Taliban ile müzakereler devam edecek ve bölgede ABD müttefiki, kendi iç savaş sorununu halletmiş bir Afganistan’ın kurgulanmasına hız verilecektir. Bu aslında 1996 yılında Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesini tanıyan ve destekleyen ABD’nin bölgede kendisine müttefik elde etme stratejisinin tekrar sahnelenmesinden başka bir şey değildir. O gün olduğu gibi bugün de bu projenin yürütücüsü yine ABD’nin eski büyükelçilerinden Afgan kökenli Zalmay Halilzad’dır. Trump yönetiminin Afganistan konusundaki temsilciliğini yapan Halilzad o dönemde de Clinton yönetimi için bu vazifeyi ifa etmekteydi.
Kısacası, Güney Asya’da oluşturulacak ABD ve Körfez ülkelerinin yakın müttefiki bir Afgan devleti, kendi içinde düzeni ve güvenliği de sağladıktan sonra, bölgenin güçlü bir aktörü olarak İran’ı da doğudan çevreleyen bir güç olarak konumlanacaktır. Tabii ki burada asıl mesele, Güney Asya’da kendi iç sorunlarını çözmüş, terör sarmalından kurtulmuş bir Afganistan’ın doğu komşusu Çin ve güney komşusu Pakistan karşısındaki pozisyonunun ne olacağıdır. Peştunların baskın olduğu Taliban’ın sisteminde yer alacağı bir Afganistan’ın Pakistan’la ilişkilerinin olumlu seyredeceği, 1996-2001 yılları arasındaki dönemden hareketle de tahmin edilebilir. Fakat Çin’e karşı ABD’nin yanında yer alma şartının, barış müzakerelerinin de en önemli gizli gündemlerinden birini oluşturduğunu tahmin etmek zor değil. Ayrıca bıçak sırtında ilerleyen barış müzakereleri sürecinde İran’ın ne tür müdahalelerde bulunacağı da önem arz ediyor. Bahse konu müzakere sürecinin ABD ile anlaşmayla sonuçlanması bölgedeki İran karşıtlarının elini güçlendireceğinden, Afgan topraklarındaki sorunun çözülmesinde İran’ın pek de istekli olmayacağını tahmin etmek zor değil.
[Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Selim Öztürk selefilik, vehhabilik, terör örgütleri, Orta Doğu’daki devlet dışı silahlı aktörler ve Taliban konuları üzerinde çalışmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *