İran’ın savunma stratejisini belirleyen, en tepedeki iki isim, geçtiğimiz günlerde Tahran’ın sınır ötesi etkinliğine dikkat çekerek stratejik derinliğin genişletilmesi gerektiği vurgusunda bulundular.
İran’ın yeni savunma vizyonunda başrol Devrim Muhafızları’nın
İran’ın savunma stratejisini belirleyen tepedeki iki isim geçtiğimiz günlerde Tahran’ın sınır ötesi etkinliğine dikkat çekerek stratejik derinliğin genişletilmesi gerektiği vurgusunda bulundular, bu da İran’ın artık Aramco saldırısından sonra daha güçlü bir perdeden konuşmaya başlayacağını gösteriyor.
Tahran’ın Orta Doğu politikasının ana mimarı olarak görülen Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani, ilk kez İran devlet televizyonunda yayınlanan röportajında, Devrim Muhafızlarının 2006 Lübnan savaşına doğrudan müdahil olduğunu ve kendisinin Hasan Nasrallah ve İmad Muğniye’yle birlikte Hizbullah’ın operasyon odasından “direnişi” yönettiğini açıkladı. Süleymani röportajında, “2006 yılında ABD’nin bölgedeki muazzam askeri yığınağına rağmen İsrail’e karşı o zaman zafer elde ettik, şimdi ise ABD askeri bölgede değilken İsrail çaresiz kalır,” şeklinde konuştu. İran’ın güvenlik stratejisini belirleyen siyasi-askeri elitin İsrail’i ortadan kaldıracağına olan inancını sık sık dile getirmesi ve bunu Hendek Savaşı gibi erken İslam tarihine atıfta bulunarak dini bir söyleme oturtması, Devrim Muhafızları’nın (DMO) geniş ölçekli bir askeri çatışmadan kaçınmayacağı ve daha geniş alana nüfuz etmek isteyeceği şeklinde yorumlanabilir.
Süleymani’nin röportajından iki gün sonra İran Lideri Ali Hamaney, Devrim Muhafızları komuta kademesine hitaben yaptığı konuşmada, ülkenin hem iç hem de dış stratejilerinden artık Devrim Muhafızlarının sorumlu olduğunu ifade etti. Bundan önce Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Avrupa’yla müzakere girişiminden memnuniyet duymadığını belirten Hamaney, DMO komutanlarına verdiği yetkiyle Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in diplomatik manevra alanını daha da daraltmış oldu. Bu anlamda DMO’nun, Tahran’ın Arap dünyasında izlediği yayılmacılık stratejisini ve “küresel emperyalizme karşı direniş” mücadelesini tamamen kendi tekeline almış oldu. Gelinen noktada, DMO tarafından ülke sınırları ötesine yönelik agresif bir stratejinin uygulanması, Dışişleri Bakanlığı’nın defacto olarak ortadan kalkması anlamına gelecektir. Hamaney’in bu konuşmasının ardından Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi artık sadece rejimin güneydoğu Asya ülkeleri gibi ikincil öneme sahip devletlerle ilişkisini ve rejimin kamu diplomasisi ile imaj çalışmasını yürütecektir. İdeolojik bir çerçevede hareket eden DMO’nun yetki alanının böylelikle artık hükümetin içerideki ve dışarıdaki rolünün ötesine uzanacağını tahmin etmek zor değildir.
Sergilenen tüm muhalefete rağmen Devrim Muhafızlarının Dışişleri Bakanlığını Arap ülkelerinde devre dışı bırakma girişimleri bilinen bir husus. İslam Cumhuriyeti’nin şimdiye kadarki en önemli figürlerinden olan Haşimi Rafsancani eski bir röportajında Kudüs Gücü’nün Dışişleri Bakanlığının etkinliğini kısıtlamasını doğru bulmadığını ifade etmişti. Rafsancani, Dışişlerinin en kritik bölgelerde anayasal görevini yürütmekten alıkonulduğunun ve Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan ve Yemen gibi ülkelere Kudüs Gücü’nün onayı olmadan elçi atanamadığının altını çizmişti.
Kudüs Gücü’nün dış politika alanındaki etkinliği, Tümgeneral Kasım Süleymani’nin kendi inisiyatifiyle Irak, Suriye ve Lübnan’a yaptığı ziyaretlerden anlaşılıyor. DMO’nun Suriye’deki güçlerinin eski komutanı Tuğgeneral Muhammed Cafer Esedi, Süleymani’nin Rus hava kuvvetlerinin Suriye’ye sevki için diplomatik çaba sarf ettiğini ifade etmişti. Tuğgeneral Esedi, “Süleymani’nin Putin’le iki saat yirmi dakika süren görüşmesinde Rus liderini ikna ettiğini” söylemişti. ABD Dışişleri Bakanlığı İran Özel Temsilcisi Brian Hook da Mayıs ayında “İran’ın gerçek dışişleri bakanı Kasım Süleymani’dir” demişti. Devrim Muhafızlarının defacto olarak Dışişlerinin görevlerini yürütmesi, Dışişleri Bakanı Zarif’in Şubat 2019’da Beşşar Esed’in Tahran ziyaretiyle ilgili haberdar edilmemesi ve bu gerekçeyle istifasını sunmasının ardından gündeme gelmişti. Zarif istifasını sunarken, “Dışişleri Bakanlığı’nın ülkenin dış politikasının tek sorumlusu olduğu bilinmelidir. Hükümetin içindeki ya da dışındaki her kurum ayrı bir dış politika yürütemez. Bu durumda Dışişleri Bakanlığına ihtiyaç yoktur,” ifadelerini kullanmıştı. O dönemde Kasım Süleymani, “Zarif, dış politikanın asli sorumlusudur” diyerek konuyu kapatmaya çalışsa da bu otorite çekişmesi uzun süre tartışma konusu olmuştu. Fakat son gelişmelerin ardından bu faaliyetlere artık ülke lideri Hamaney tarafından açıkça meşruiyet tanındığına göre, bundan sonra askerlerin Dışişleri Bakanlığını devre dışı bırakmasının önü açılmıştır.
Hamaney’in açıklamalarının Ruhani’nin BM mesaisiyle eş zamanlı yapılması başkomutanlık yetkisine sahip Ali Hamaney’le cumhurbaşkanı arasında farklı yaklaşımların izlendiğini gösterdiği gibi önemli iki anlam daha içeriyor. Bunlar Hamaney’in iç politikada Devrim Muhafızlarının etkinliğini meşrulaştırması ve İran’ın Orta Doğu’da “caydırıcılık temelli savunma” söyleminin yerine yeniden “devrim ihracı” söylemini gündeme getirerek daha agresif bir stratejiden açıkça bahsetmesidir. İran Lideri, ülkenin iç ve dış güvenlik stratejisinin ana hatlarını belirleyen bu önemli konuşmasında ayrıca, “ülke sınırlarıyla yetinilmemesi” gerektiğini ve “sınır ötesi tehditlere duyarsız kalmanın” yanlış olduğunu ifade ederek Devrim Muhafızlarının İran sınırlarını aşan bu geniş vizyonun sorumluluğu dahilinde olduğunu ve ülkeye “stratejik derinlik” sağladığının altını çizdi. Hamaney’in ülkenin stratejik derinliğini genişletmenin “bazen en gerekli farzlardan daha elzemdir” şeklindeki çıkışı, Velayet-i Fakih rejiminin stratejik çıkarlarının itikadî meselelere nazaran daha ağır bastığını gösteriyor. Bu yaklaşım aynı zamanda Suudi Arabistan ve İsrail gibi hasım devletlere karşı daha agresif bir tutumun ilanı olarak da değerlendirilebilir.
Bu son gelişmeler İslam Cumhuriyeti’nin uzun süredir bölgesel güvenlik mimarisiyle ilgili revizyonist yaklaşımının Aramco saldırısı sonrasında daha da keskinleştiğini gösteriyor. Devrimin 40. yaşını doldurmasının ardından durgunluk ve gerileme değil “büyük cihat doğrultusunda ikinci etaba girildiğini” vurgulayan Tahran, bu aşamada “direniş eksenini güçlendireceği ve direniş bayrağını Batı Asya bölgesinin tamamında yükselteceği” umudunu taşıyor. Tahran bölgedeki “direniş” güçlerinden biri olan Hizbullah aracılığıyla, İran sınırlarından 1,700 km uzaklıktaki İsrail’in kendi egemenlik alanına yapılacak doğrudan bir saldırı ihtimalini kısıtlıyor. Stratejik derinliğini Irak, Suriye, Afganistan ve hatta Latin Amerika ülkelerindeki faaliyetleriyle genişleten Tahran, bu gücü İslam Devrimi’nin yayılmacı politikası sayesinde kazandığına inanıyor.
Hamaney’in son açıklamalarını ve Devrim Muhafızlarına yüklediği yeni misyonunu, Aramco saldırısı öncesinde yaptığı çıkışlarıyla karşılaştırırsak, İran’ın “oyun değiştirici” bir hamle yaptığının farkında olduğunu gösteriyor. Hamaney’in Haziran 2019’daki “bugün Batı Asya’da hiçbir sorun İran’ın katılımı olmadan çözülemez” şeklindeki ifadesi ve Dışişleri Bakanı Zarif’in bölge ülkelerine hitaben sık sık yaptığı diyalog çağrıları, İran’ın çok taraflı bir çözüm arayışı içerisinde olduğunu ve ülkenin daha fazla izole edilmemesi gerektiğini vurgulamaktaydı. Fakat Aramco saldırısı sonrasında İran artık “oyun kurucu” bir aktör olarak karşı cepheyi tepkisel davranışa sürüklediğini ve bu yüzden çok taraflı bir diyalog çağrısına gerek kalmadığını düşünüyor. ABD’de Trump’ın azil süreci tartışmaları ve 2020 Başkanlık Seçimlerinin yaklaşması, İsrail’de yenilenen seçimlere rağmen hükümetin kurulamaması ve bu durumda Tel Aviv’in geniş çaplı bir savaşa girmeyi göze alamayacağı gerçeği ve son olarak Suudi Arabistan’ın bölgede diplomatik çözüm arayışlarına yöneldiğini de dikkate alırsak Tahran’ın neden kendini oyun kurucu pozisyonunda algıladığını anlayabiliriz. Değişen bu dengelere göre artık kendi tarafının ağır bastığı algısıyla hareket eden Tahran, kendi şartlarına göre yeni bir güvenlik mimarisini bölgeye dayatmayı amaçlıyor.
Son olarak unutmamak gerekir ki, Hamaney ve Devrim Muhafızlarının dış dünyaya yönelik bu agresif tutumu, ülkenin iç politikasında da bazı “siyasi mühendisliklerin” önünü açacaktır. Dışarıda aktif bir mücadelenin sürmesi ve gayri resmi bir olağanüstü halin ilan edilmesi ülke içinde siyaset alanını neredeyse tamamen tıkayacak ve militarist güçlerin manevra alanını genişletecektir. Bu güçler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Hamaney sonrası döneme geçiş sürecinde belirleyici bir rol üstleneceklerdir. Ekonomiden kültüre, spordan dış operasyonlara kadar uzanan bir faaliyet alanını kontrol altında tutan Devrim Muhafızları, dışarıda stratejik derinliği genişletmeye yönelirken içeride neredeyse bir askeri yönetime doğru ilerleyecektir.
[Hadi Khodabandeh Loui İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Şiilik Araştırmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmacı olarak görev yapmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *