Saraçhane Parkı’nda bazı sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilen Suriyelilere destek eylemi provokatör bir grubun saldırısına uğradı.
Mazlumder, Özgür-Der, Mülteci Hakları Derneği ve Hukukçular Derneği Suriyeli muhacirlere yönelik zorunlu ikamet politikasını protesto etmek amacıyla Saraçhane Parkında bir araya gelerek basın açıklamasında bulundular.
Protesto esnasında, bozkurt işareti yaparak saldıran bir grup ile polis arasında arbede çıktı.
Yapılan eylemde, gazeteci Adem Özköse, Hukukçular Derneği başkanı Cavit Tatlı, Mazlumder adına Ramazan Beyhan ve Özgür-Der adına Rıdvan Kaya konuşma gerçekleştirdi. Konuşmalarda, ırkçılığa geçit verilmemesi gerektiği vurgulandı.
Basın açıklamasının tam metni ise şöyle:
Muhacir Kardeşlerimize Gardiyan Değil, Ensar Olmalıyız!
Devletiyle, halkıyla tam 8 yıldır Suriye mevzusunda ağır bir sınavdan geçen Türkiye, tüm dünyanın kaderine terk ettiği ve zalim Esed rejimi ve destekçilerinin sistematik, kitlesel ve yoğun katliamlarına maruz kalan mazlumların hamisi olmuştur. Gerek Suriye topraklarında mazlumları savunarak, gerekse de ülkelerini terk etmek zorunda kalıp kendisine sığınan milyonlara ev sahipliğiyle Türkiye bu süreç boyunca güzel bir örneklik sergilemiş, çıkar mantığını değil, insani ve ahlaki değerleri ön planda tutan dünya halklarının takdirini kazanmıştır.
Ne var ki, son dönemlerde muhalefetin yoğunlaşan baskıları ve toplumda yaygınlaştırdığı ırkçı nefret dalgasının da etkisiyle yorgunluk alametlerinin belirginleştiği şeklinde bir görüntü ortaya çıkmıştır. Bu durumun bazı kararlara ve uygulamalara yansıdığını üzülerek müşahade ediyoruz. Öyle ki,İçişleri Bakanlığının Suriyeli muhacirlere yönelik başlattığı uygulamalar, zulümden ve katliamdan kaçarak Türkiye’ye sığınmış insanlar için bir korku atmosferi oluşturmuş haldedir. Arapça tabela kısıtlamasının ardından, kayıtsız göçmenlere ve belirlenmiş iller dışına çıkmış olanlara yönelik sokaklarda başlatılan arama, gözaltı ve iade uygulamaları, bu ülkeyi güvenli liman olarak gören muhacirler açısından büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır.
Çaresizce sığındıkları bu ülkede ayakta kalma ve kendileri için bir gelecek tesis etme çabasındaki insanların seçim sonrasında bir anda hedef haline getirilmeleri büyük bir haksızlıktır. Her ne kadar hükümet bu uygulamaları göçmen sorununu düzene koyma adımları olarak sunsa da, yaşananlar kamuoyunda Suriyeli muhacirleri göçe zorlama kampanyasının başlangıcı olarak yorumlanmaktadır.
Muhacirlere yönelik sokaklarda köpürtülen ırkçı-şoven tepkilere ivme kazandırılmaya çalışıldığı bir vasatta gündeme gelen bu uygulamaların ne hukuk devleti ilkesiyle, ne vicdanla, ne de akılla bağdaşmadığı açıktır. Muhacirler sorununa polisiye tedbirlerle, baskıcı kararlarla değil, kardeşlik ve hukuk temelinde çözüm aranmalıdır. Bu çerçevede şu hususların altını çizmeyi gerekli görüyoruz:
İstanbul’da ikameti bulunmayan Suriyelilerin ikamet aldıkları illere geri gönderilmesi kararı büyük sıkıntılara yol açabilecek bir düzenlemedir. Birçoğu iş imkânı bulamadıkları için ikamet aldıkları illerden ayrılıp İstanbul’a gelmiş bulunan bu insanları hiçbir iş güvencesi, barınma imkânı sağlanmadan aileleriyle birlikte geldikleri yere göndermek açlığa, sefalete sürüklemek anlamına gelebilir. Ayrıca da yıllardır kendilerince bir düzen kurdukları şehirlerden bu insanları göçe zorlamanın ne insani açıdan, ne de sosyal barış açısından bir izahı yoktur. Eğer metropollerde aşırı nüfus yoğunlaşmasının önüne geçilmek isteniyorsa, elbette farklı illerde ikamet teşvik edilebilir ama bu zorlamak suretiyle değil, gönüllülük esas alınarak yapılmalıdır.
Zorunlu ikamet uygulaması aileleriyle birlikte hayatlarını sürdürmek isteyen pek çok muhacir için bir zorluk oluşturmakta, kimi durumlarda bürokratik keyfilik nedeniyle yeni evlilik yapan çiftlerin aile birleşimine bir engel teşkil etmektedir.
Suça karıştığı iddia edilen Suriyelilerin geri gönderilmesi uygulaması da başlı başına bir keyfilik alanıdır. Bir kişinin suç işlediğine karar verecek olan mercii kimdir? Eğer ortada bir mahkeme kararı yoksa bir kişinin suça karışmış olduğunun kesin olarak iddia edilebilmesi mümkün değildir. Bu noktada suç ve suçlu tarifinin polisin inisiyatifine bırakılmaması, mutlaka hâkim kararına bağlanması şarttır.
Suriyeli muhacirlerin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için katkı payı ödemeye zorlanmaları da yeni bir sıkıntı konusudur. Büyük çoğunluğu itibariyle zaten toplumun en tabanında, en sağlıksız koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışan bu insanların pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaları gerekir.
Arapça tabelalara getirilen kısıtlama kararı da hem özel mülkiyet ve iş serbestisi hakkını zedeleyen bir uygulama, hem de kültürel bir dayatmadır. Batı dillerine getirilmeyen sınırlamaların Arapçaya getirilmesi büyük bir çelişkidir.
Suriyeli muhacirleri yük olarak gören anlayış sorunun temelini oluşturmaktadır. Bu bakış açısı değişmelidir. Suriyeli muhacirler inancımız itibariyle kardeşlerimiz, evrensel hukuk açısından da ev sahipliği yapmakla sorumlu olduğumuz mağdur insanlardır. Yapılması gereken şey soruna adalet ve kardeşlik temelinde çözüm aramaktır. Bunun yolu ise öncelikle ulus devlet anlayışının ürettiği dar kalıplardan kurtulmaktan ve milliyetçi zihin yapısının şartlanmışlığını kırmaktan geçer.
MAZLUMDER, ÖZGÜR-DER, UMHD, HUKUKÇULAR DERNEĞİ
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *