Devlete yaklaşmak bozar mı?

Devlete yaklaşmak bozar mı?

Karar gazetesi yazarlarından Yusuf Ziya Cömert’e göre, devlete yaklaşmak her insanı da bozar, dini de bozar. O yüzden devletten uzak durmak ve uzaktan sevmek gerekiyor!

Yusuf Ziya Cömert, “Devlet bozar, fazla yaklaşırsan” başlığı ile bugün Karar‘da yayımlanan yazısında, bir şarkı sözü olarak hayatta da kullanılan ‘Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli’ mısraı ile devlet-din ve insan arasındaki ilişkiye kendi yorumunu getirdi. Devlete yaklaşmanın bozucu etkisi olduğunu öne süren Cömert, devletten uzak durulması gerektiğini savundu. Devletin iyisinin, faydalısının, temizinin de olduğunu belirten, “Sağlıklı olan, mesafeli bir ilişkidir. Mümkünse iki taraf da mayışmasın, yılışmasın.” diyen Cömert’in işte o ‘ilginç’ yazısı:

‘Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli.’

Bu şarkı sözünü birbirlerine söyleyen insanlara ben rastladım.

Çok sık karşılaşmak istemiyor, fazla yüz göz olmaktan kaçınmaya çalışıyor ama mevcudiyetinden şikayetçi değil.

Öyle diyor arkadaşına…

Veya bir alacaklıya, bir vergi tahsildarına.

‘Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli.’

Bu cümleyi devlet için kullanmak doğru olur mu?

Belki ‘sevmek’ kelimesi fazla kaçar.

Uzakta olayım tamam da, niye seveyim ki? Bana ne?

Yani devlet bu. Fazla yüz göz olmayalım. Aramızda mesafe olsun.

Yüz göz olmanın faydası yok mudur?

Vardır. Etinden, sütünden, postundan istifade edersin.

Ama, nasıl GDO’lu, hormonlu gıdalar metabolizmayı bozuyorsa, devletin eti, sütü, yağı, postu da seni bozar.

Sen düzeldim sanırsın.

Hakikati anladığında iş işten geçmiştir.

Devletin bozmadığı insan yoktur. Kadın erkek, hacı hoca, fakir, zengin, hepsini bozar.

Neden etrafta bu kadar çok bozuk insan var sanıyorsunuz?

Ama lazımdır devlet.

‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ sözü, yerinde bir sözdür.

Çok iyi, çok müşfik, çok adil, çok merhametli bir devlet olsa, ahalinin tek başına halledemeyeceği meseleleri halletse iyi olur.

Çok adilini bulamıyorsan az adilini.

Zaten akaid kitaplarında adil bir devlet bulma ihtimalimizin sıfıra yakın olduğu yazar.

Bazı yerlerde Hulefa-i Raşidin ile Ömer İbn Abdülaziz dışında herhangi bir kimseye ‘adil’ demeyi elfaz-ı küfürden sayarlar. Elfaz-ı küfür, dinden çıkaran sözler demek. O kadar riskli, görüyorsunuz.

Bu biraz katı bir tutumdur.

Kazara, bir tane adil yönetici çıkabilir. O yöneticinin adil olduğunu söylersem niye dinden çıkayım?

Fakat eski akaidciler demek ki tahmin ettiler, insanların devlete yaklaşmaya, sırnaşmaya çok meraklı olduğunu.

Sağlam bir mania koymak istediler.

Sen istediğin kadar mania koy, hey yavrum hey!

İnsanlar, ganimeti görünce mania mı dinler?

Ümmetin öncülerinin bile bu konuda zaafa düştüğünü 15 asırdır her nesil birbirine anlatıyor.

Günümüzün okçuları sahabeden daha mı müttaki?

Eskilerin öğütlerinde de, bilhassa alim ve fazıl kişilerin devlet adamlarıyla fazla yakınlaşmaması tavsiye edilir.

Tabii ki biliyorlar, devletin dini bozduğunu.

Tarihen sabittir.

Din, devlete yaklaşırsa, din bozulur.

(Siz bozulmak demeyebilirsiniz buna, hatta düzelmek bile diyebilirsiniz, fakat bütün dinler açısından bu bozulmadır.)

Devlet de biraz bozulur.

Fakat ilişkinin sonunda, devlet dini sürekli emeceği, sömüreceği için geriye şöyle veya böyle bir devlet kalır.

(Bazı bölgelerimizde ‘emmek’ yerine ‘sormak’ denir. Cümle içinde: Devlet dini sürekli sorar. Arkasında ima yok, kelimenin varlığı hissedilsin.)

Devlet kalır, fakat din, pörsür. Dejenere olur.

Sağlıklı olan, mesafeli bir ilişkidir.

Mümkünse iki taraf da mayışmasın, yılışmasın.

Ankara’da bir basın toplantısı yapmıştı devlet eski bakanı Bekir Bozdağ.

Ortada bakan bey, kendisi. Sağında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Hoca, solunda Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş, en solda da Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Huriye Martı.

O gün, Diyanet Kurumu’yla siyasetin bu kadar iç içe olmasının isabetli olmadığını o heyete çok açık bir dille söylemiştim.

Herkes memnunsa, alan razı veren razıysa, siz hariçten gazel okumuş olursunuz.

Ben oldum.

Çok mu kötü devlet?

Hayır.

Hatta iyisi çok iyidir.

Ayrıca, üzgün, temiz bir devlet, hem gerekli, hem de her zaman faydalıdır.

Nereye geldik biz?

Yazıya başlarken zihnimde ‘derin devlet’ vardı.

Var mıdır, yok mudur? Doğru mudur, yanlış mıdır, biraz meşgul olacaktım.

Yazının girizgahı, sonunu tayin etmiş oldu.

Ramazan’ın güzelliği sayın. Mazur görün lütfen.

‘Derin devlet’e müteakip yazılarda bakarız inşallah.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • ersin ertuğrul
    30 Mayıs 2019, 12:37

    Devletle İlişkiye Dair…

    Konu o kadar mühim ki, tespitleri doğru, kısmen doğru veya yanlış, bu farketmez, sırf ele aldığı için dahi Yusuf Bey’i tebrik etmek gerekiyor kanaatindeyim. Umarım bu konuda kısır litaretürümüz canlanır. Bu canlılık bir süre sonra yeni modeller, tarzlar doğurabilir.

    Devlet organizasyonuyla ilişkilerini sağ-sol-Müslüman ve benzeri tüm eğilim sahipleri, kendi zaviyelerinden değerlendirmektedir. Yazılı eserlerine, tarihlerine bakılırsa çok sayıda örnek bulunabilir.

    Enine boyuna değerlendirme yapma imkanından mahrum olduğumuz ve fakat konunun öncelikle Müslümanlar (Müslümanlar içinde de öncülük yapması beklenenler: Münevverler, mütefekkirler, alimler, şairler) için hayati önem taşıdığını bildiğimiz için buraya en azından kayıt düşmek istedik.

    Şunu hepimiz biliriz. İnsan ve insana dair bilaistisna her "şey" düzelmeye ve bozulmaya meyyaldir. Düşünceler, eğilimler, ideolojiler ve dinler düzelmeyi temin için vardır. Veyahut düzgün olanın devamlılığını muhafaza için. Müslümanları ilgilendiren boyutuyla, din madem düzeltmeyi ve/veya düzetilmiş olanı muhafazaya yarar o halde Müslüman için laik mantalite felsefi açıdan isabetsizdir.

    Ayrıca dinin, devlet organizasyonundan uzak kalması mümkün gözükmemektedir. Çünkü hayat boşluk kabul etmiyor. Dini veya herhangi bir ideolojiyi devletin takip ettiği paradigma olmaktan uzaklaştırınca yerine bir başkası geliyor. Bu kaçınılmaz.

    Ancak sapla samanı ayırt etmek lazım. Devlet organizasyonunun iş görmesinde yön tayin eden paradigmaya esas teşkil eden şeyler vardır. Bu paradigma bir din, ideoloji, felsefe olabilir. Din veya herhangi bir ideolojinin de mutlak hakikatleri/muhkemleri esas alınır. Müteşabihlerinden de "fikri zenginliği temin" için istifade edilir. Öyle sanırız ki tarifimizin teokrasiye işaret etmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla teokrasiye tepki olarak doğan laikliği de tercih etmek isabetsizlik olacaktır.

    Devletin niteliğine dair bir değini oldu yukarıdaki yazdıklarımız. Bu gerekliydi. Çünkü devlet organizasyonundan uzak olmak ya da en azından mesafeli olmak denince devletin niteliği aydınlatılmalıdır. Devlet ama hangi devlet, yani hangi paradigmaya bağlı kalarak halka hizmet eden organizasyon kast edilmektedir?

    Sosyalist, liberal vb paradigmaları esas alan devletler değil de kendi zaviyemizden meseleye bakalım. Müslümanların çoğunlukta olduğu, İslam’ın paradigmasına bağlı kalarak idare ettikleri devleti mi konuşacağız? Burası sıklıkla ıskalanmaktadır. İslam’ın paradigmasına bağlı devleti konuşmakla Müslümanların çoğunlukta olduğu ama saltanat, krallık, sosyalizm, faşizm, liberal demokrasi paradigmalarına bağlı devleti konuşmak arasında büyük farkı var. Yusuf Bey belki bir hassasiyet gözetmekte. Ve fakat sonuç da birçok Müslüman münevver, mütefekkir, alim, şair ciddi bir ıskalama içinde kanaatindeyiz. Hele hele dindar diye bilinen insanların iktidarda olduğu günlerde bu yanılgı katsayısı artmaktadır.

    İslami paradigmaya bağlı devlet, yönetimlerin örneklerine bakılınca görülür ki laik, lâ-dînî bir yaklaşım söz konusu olamaz. Devlet başkanı da olsa kendisine yanlışını söylemek, doğrusuna ittiba etmek Müslüman için esastır. O halde böyle bir yapıda devlete uzak kalınabilir mi?

    Değerlendirmelerimiz saltanat, krallık, sosyalizm, faşizm, liberal demokrasi modelinin uygulandığı devletlere gelince değişir. Tarihi örnekler de gösterir ki, yukarıdaki tip modellerde "alimler, münevverler, şairler" çoğunluktan ayrılarak devlet yapısıyla arasına mesafe koyar, koymuştur. Sebebi inandıkları gibi yaşayabilmek, çelişkiye düşmemek. Gücün yörüngesine girmeyip, ilkelerinin izinde yürümek için.

    Gelelim yaşadığımız günlere, Müslümanların ilkelerine bağlı kalan devlet organizasyonundan kopularak farklı paradigmalara bağlı modeller uygulandığı günler… İnsanları yanıltan şey, evet bugün de Müslümanlar çoğunlukta, bağlı oldukları-kendilerine hizmet eden bir devlet var ama devletin paradigması artık farklı! Burayı kaçırarak yapılan her hesap yanıltıcı oluyor…

    Post-Modern dönemde devletle olan ilişkisini yeterli hassasiyetle değerlendirmemiş insanların, özellikle de münevver insanların devlet organizasyonlarıyla kurdukları ilişki, fikri anlamda öğütücü, hadımlaştırıcı oluyor. Iskalanan gerçekler, bir süre sonra münevverlerin aydınlatıcı vasıflarını ellerinden alıyor. Orta Anadolu tabiriyle kanaralaşıyorlar. Bir nevi başkalaşım yaşıyorlar.

    Tuhaf ve trajik olanıysa içinde bulunulan vasatı yeterli bir şekilde değerlendirmeyen münevverlerin vakıayı esas alarak konuşmasıdır. Bu bakış beraberinde daima kötülerden iyiyi seçme hatasına düşürüyor kendilerini.

    Hülasai kelam, bozulmaya karşı hassasiyet gözetmek her münevver insanın misyonu. Takdire şayan. Lakin hassasiyet gözetmek kafi değil. Zira doğrunun, ilkelerin tatbikini tesis edecek paradigmaya işaret etmek gerekiyor. O paradigmanın modellemesini güncellemek ya da üretmek icap ediyor. Münevver kimselerden beklenti bu olmayacak da ne olacaktır? Literatürün zenginleşmesi beklentilerin de karşılanmasını beraberinde getirir. Zira iyi niyetli ve usulüne uygun yol alışlar, çabalar karşlılıksız kalmaz.

    REPLY