Doğu Akdeniz bölgesi son dönemde Türkiye’nin yakın çevresinde önemli gelişmelere sahne oluyor. Bu durumun başlıca sebebi, bölgenin özellikle petrol ve doğalgaz bağlamında ciddi bir rezerv potansiyeli barındırdığının ortaya çıkması.
Konuyu Star gazetesi Açık Görüş için değerlendiren, Doç. Dr. İsmail Numan Telci, ekonomik sıkıntılar ve siyasi istikrarsızlıklarla mücadele eden bölge ülkelerinin bu rezervlerden elde edeceği gelirlerle kısa vadede ciddi kazanımlar elde etmeyi hedeflediklerini belirtti.
Telci, bölgede yanan yeni gelişmeleri tetikleyen hadisenin, 31 Ağustos 2015’te İtalyan enerji şirketi ENI’nin yaptığı bir açıklamayla dünyanın en büyük gaz rezervlerinden birisini Doğu Akdeniz’de Mısır açıklarında bulduğunu duyurması olduğunu vurguladığı, “Doğu Akdeniz enerji rekabetinin geleceği” başlıklı yazısında bu rekabetin geleceğine ilişkin olarak şunlar paylaştı:
Zohr ismi verilen ve 100 kilometrekarelik bir alanı kapsayan sahada var olduğu tahmin edilen doğalgaz rezervinin Mısır’ın on yıllar boyunca gaz ihtiyacını karşılayabileceği açıklandı. Port Said kentine 190 kilometre mesafede keşfedilen doğalgaz rezervinde çalışmalarını yoğunlaştıran şirket, 2017’nin Aralık ayında ilk gazı ürettiğini duyurdu. İşletme ve risk maliyetlerini azaltmak isteyen ENI Zohr sahasındaki hisselerinden yüzde 30’unu Rusya’ya ait Rosneft’e daha sonra yüzde 10’luk hisseyi de Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Mubadele Petrol şirketlerine satmış, ancak Zohr’daki büyük ortak olarak kalmaya devam etmiştir.
Jeopolitik rekabet
Zohr doğalgaz rezervinin keşfedilmesi ve üretime geçmesi son dönemde Doğu Akdeniz’de artan jeopolitik rekabeti daha da derinleştirmiştir. Nitekim bölgede önemli enerji kaynaklarına sahip diğer ülkelerden İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır ile ortak strateji geliştirerek bölgesel ve küresel enerji piyasasında bir blok halinde hareket etme istekliliği, başta Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmak üzere Doğu Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkeleri harekete geçmeye zorlamıştır.
Doğu Akdeniz’deki enerji ittifakı çerçevesinde Mısır önce Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile zirveler düzenleyerek uzun vadeli bir ittifakın temellerini atmayı hedeflemiştir. Ekonomik anlamda sıkıntılar yaşayan Mısır, benzer durumda olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de bu anlamda cesaretlendirmiştir. Öte yandan bu ülkeleri ittifak kurma konusunda motive eden bir başka unsur da Türkiye karşıtı bir blok oluşturmalarının kendi güvenlikleri açısından da hayati önem taşıdığına inanmalarıdır. Nitekim Mısır gibi askeri anlamda güçlü bir devletle kurulacak ittifak sadece enerji bağlamında değil güvenlik bağlamında da önemli bir işlev görecektir. Bu nedenle Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan orduları sık sık Akdeniz’de tatbikatlar düzenlemiştir. Geçtiğimiz sene Mısır’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ndeki büyükelçisi “Türkiye’nin olası bir agresif tutumunda Mısır’ın müttefiklerini korumaktan başka seçeneği kalmayacaktır” diyerek bu anlamda Kahire’nin tutumunu açık biçimde ortaya koymuştur.
Son olarak bu ittifaka eklemlenen bir diğer ülke de yine bölgenin askeri ve siyasi açıdan güçlü ülkelerinden İsrail olmuştur. Tel Aviv yönetimi Arap coğrafyasında kendisine en büyük tehdit olabilecek ülkelerden Mısır’la ittifak kurmayı dış politikasının temel önceliği olarak benimsemiştir. Bu çerçevede 2013 yılında Müslüman Kardeşler adayı Muhammed Mursi’nin askeri darbeyle görevden uzaklaştırılmasının ardından ciddi bir rahatlama içerisine giren İsrail, darbe sonrası kurduğu baskı rejimiyle ülkesinde tüm muhalif kesimleri susturan Sisi rejiminin ihtiyaç duyduğu meşruiyeti sağlama konusunda ciddi bir çaba içerisinde olmuştur. Öyle ki İsrail hükümeti Mısır’daki Sisi rejiminin ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından destek görmesi konusunda diplomatik bir çaba içerisinde olmuştur.
Sisi rejimi de İsrail’in bu desteğinin karşılığını Tel Aviv’le ilişkileri normalleştirerek hatta bölgesel politikalarda destek vererek göstermiştir. Bu desteğin önemli bir boyutu ise Doğu Akdeniz’deki enerji ittifakıdır.
Mısır’ın girişimiyle 14 Ocak 2019 tarihinde başkent Kahire’de gerçekleştirilen zirvede kurulmasına karar verilen Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na İsrail’in de davet edilmesi bu ittifak şekillenmesinin bir sonucu olarak görülmelidir. Doğu Akdeniz’e kıyısı olan birçok ülkenin davet edilmediği forumun diğer üyeleri ise Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya, Ürdün ve Filistin olarak belirlenmiştir. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, Suriye ve Libya’nın toplantıya davet edilmemesi ise kurulan forumun gerçek manada bir bölgesel ittifak olmaktan öte, üye ülkelerin özellikle ekonomik çıkarlarını korumak amacıyla kurulan bir birliktelik olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte birçok Doğu Akdeniz ülkesinin foruma davet edilmemesi, bu girişimin başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engel olarak görülmelidir.
Ana hedefi Doğu Akdeniz ülkeleri arasındaki işbirliği ve koordinasyonu artırmak olduğu belirtilen forumun, üye ülkelerin çıkarlarını önceleyerek bölgesel bir gaz piyasası oluşturulması amacıyla faaliyetlerini sürdüreceği ifade edilmiştir. Forum sonrasında yayınlanan bildiride Doğu Akdeniz’de yapılacak gaz arama faaliyetlerinde uluslararası hukuka uygun hareket edilmesi konusunun özellikle vurgulanması ise doğrudan Türkiye’ye karşı verilen bir mesaj olarak nitelendirilebilir.
Bu noktada kurulan forumun temel motivasyonlarından birisinin bölgedeki en önemli aktörlerden olan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji pazarından dışlanması olduğu belirtilebilir. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail ile ortak politikalar yürüten Sisi rejimi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareket alanını kısıtlamayı hedeflemektedir. İsrail’in Tamar ve Leviathan sahaları, Mısır’ın Zohr sahasında çıkartılan doğal gaz ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi açıklarındaki Afrodit sahasında çıkarılan gazın hem Avrupa hem dünya piyasalarına ulaştırılmasında en önemli aktör olmayı hedefleyen Mısır’ın bu faaliyetleri Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmaktadır.
Türkiye’nin faaliyetleri
Nitekim son dönemde bölgesel aktörlerin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri konusunda haklı bir endişe içerisine giren Türkiye, bu bölgede oldubittiye izin vermeyeceği konusunda net bir tavır içerisinde olmuştur. 2018 yılında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptığı açıklamalarda Mısır’ın faaliyetlerinin yakından takip edildiği ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hem kendi haklarının hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarının savunucusu olacağını vurgulamıştır. Bu çerçevede Türkiye tarafından atılan önemli bir adım ise Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama faaliyetlerinin başlatılması olmuştur.
Bu çerçevede 6 Kasım tarihinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ait sondaj gemisi Fatih, ilk faaliyetlerine Antalya açıklarındaki Alanya-1 kuyusunda başlamıştır. Öte yandan olası doğalgaz rezervlerine yönelik sismik araştırmalar da Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait savaş gemilerinin refakat ettiği Barbaros Hayrettin Paşa gemisiyle yürütülmektedir. Bu gelişmeler Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendisini dışlamaya yönelik tüm çabalara rağmen faaliyetlerine devam edeceğini göstermektedir. Türkiye’nin bu kararlı tutumunun Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetinin geleceğinin belirlenmesinde önemli rol oynayacağı unutulmamalıdır. Enerji ihtiyaçlarının temininde dışa bağımlı olan Türkiye açısından Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol rezervleri hayati önemdedir. Bu nedenle Ankara, gerek Türkiye gerekse de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti karasularında bulunacak enerji rezervlerini bedeli ne olursa olsun çıkarma ve küresel pazarlara iletme hedefini öncelikli strateji olarak belirlemiştir. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin içerisinde bulunmadığı bir oluşumun uzun vadeli olması düşünülemez.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *