ABD Başkanı Trump’ın Afganistan özel temsilcisi Halilzad liderliğinde ABD-Taliban görüşmeleri devam ederken, diğer taraftan sürece dahil olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri özellikle Pakistan üzerinde çalışıyorlar.
İSTANBUL – Ömer Aslan
Afganistan’da savaşı sona erdirme çabaları son haftalarda yeniden hızlandı. Bir taraftan ABD Başkanı Trump’ın Afganistan özel temsilcisi Zalmay Halilzad liderliğinde ABD-Taliban görüşmeleri farklı şehirlerde devam ederken, diğer taraftan sürece dahil olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) özellikle Pakistan üzerinde çalışıyorlar.
Trump, ABD güçlerini Afganistan’dan geri çekme konusunda bir ileri bir geri adım atarken, Taliban’la görüşmelere imkan tanıma adına yedi bin askerinin çekilme talimatını verdiği basına kasıtlı olarak sızdırılmıştı. Bu arada Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid (MbZ) 6 Ocak’ta tam on iki yıl sonra ilk defa Pakistan’ı ziyaret etti. Muhammed bin Selman’ın (MbS) da birkaç hafta içerisinde İslamabad’ı ziyaret etmesi bekleniyor.
Pakistan’ın uzun yıllardır neredeyse her hükümet döneminde yakın ilişkileri olan bu iki Körfez ülkesi, ekonomisi çok zor durumda olan İslamabad’a acil nakit yardımı ve ödeme planı uzun vadeye yayılmış petrol sevkiyatından oluşan yaklaşık 14 milyar dolarlık bir yardım paketi sundu. Suudi yatırımcıların da, Çin’in onayıyla, Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunda (CPEC) yer alan sanayi bölgelerine ve Pakistan’ın güneyinde, Arap Denizindeki limanı Gvadar’a yatırım yapacakları basına yansıdı. Suudi Arabistan’ın yaptığı 6-7 milyar dolara yaklaşan yardım, hassaten Suudi Krallığının Pakistan ordusunca korunması karşılığı yapılmış bir rutin ödeme olarak görülebilirse de, hem Suudilerin hem de BAE’nin Pakistan’dan özellikle Afganistan başlığında bazı talepleri de olabilir.
Afganistan başlığında Suud ve BAE
Taliban güçleri 1996’da başkent Kabili ele geçirdikten sonra, yönetimlerini tanıyan sadece üç devlet olmuştu: Pakistan, Suudi Arabistan ve BAE. Pakistan ve Körfez ülkeleri arasındaki yakın ilişkiler gerçekte çok daha geriye giderken, özellikle Pakistan-Suudi Arabistan ilişkileri ve farklı Afgan gruplarla Suudiler arasındaki ilişkiler Afgan cihadıyla derinleşti. İran’da Şah yönetimdeyken, ABD-Pakistan ilişkilerinde sorunlar yaşandığında, Şah ABD nezdinde Pakistan için lobi faaliyetinde bulunur, ABD Kongresi Pakistan’a silah satışına izin vermediğinde, ABD silah yardımını Şah kanalıyla yapardı. Şah envanterinde bulunan silahlardan Pakistan’a gönderir, ABD de Şah’ın envanterinde boşalan kısmı doldururdu. İran’da devrimden sonra bu rolü, Afgan cihadının da etkisiyle hızla Suudiler devraldı, ABD’nin Afganistan’ı işgalinden sonra BAE de benzer rol oynamaya başladı.
BAE ayrıca 2001 işgalini takip eden yıllarda Afganistan’a asker gönderdi, açıkça Suudi Vehhabizmine karşı ABD’nin de arzu ettiği gibi ılımlı bir İslam anlayışını yaymak için Afganistan’da camilere ve okullara kendi imamlarıyla ve öğretmenleriyle ‘penetre’ etmeye çalıştı, sağlık klinikleri de açarak halk nezdinde çalışmalar yaptı. Suudilerse 2000’li yıllarda bir yandan ABD’ye ılımlı Taliban üyeleri ile iş birliği yapma önerisinde bulunurken, Afganistan’a her zaman İran-odaklı baktı. Suudi Arabistan geçtiğimiz temmuz ayında da sonuç bildirgesi başından belli olan bir alimler konferansı düzenlemiş, konferansta Taliban’ın yürüttüğü direnişin ‘cihad’ sayılamayacağı söylenmiş, Talibanı baskı altına almak istemişti. Taliban ise Suudilerin düzenlediği konferansı Afganistan’ı Filistin’e çevirmeyi amaçlayan bir ‘Amerikan planı’ olarak tanımlamış, kimsenin ciddiye almadığını öne sürmüştü.
Geçen ayın sonunda ABD’li yetkililer Pakistan, Afganistan ve Suudi Arabistan’dan yetkililerin de bulunduğu bir toplantıyı Abu Dabi’de yaptılar. Toplantının Abu Dabi’de yapılması şüphesiz BAE’yi mutlu etmiş olmalı; çünkü BAE Katar’da bir Taliban siyasi ofisi açıldığından bu yana Katar’ın oynadığı bu rolden rahatsız. ABD ile Taliban yetkililerinin mezkûr görüşmesini Pakistan’ın sağladığı bildirildi. Pakistan’ın süreçte oynamaya çalıştığı olumlu rolü de ABD ile son dönemde ikili ilişkilerde yaşanan gerilimi azaltma, bu yapılırsa da IMF ile daha uygun ve CPEC’te sorun oluşturmayacak şartlarda anlaşma yapma isteğine bağlayabiliriz. Bir sonraki ABD-Taliban görüşmesinin yine Pakistan aracılığıyla bu kez Suudi Arabistan’da olacağı söylendi.
Körfez’in ajandası
Suudi Arabistan ve BAE, Afganistan’da çözüm arayışında aktif görünerek ABD yönetimi için kullanışlı olmaya çalışıyor, farklı başlıklarda da ellerini taşın altına sokmaya hazır oldukları algısını yaymaya çalışıyorlar. Suriye’yi yeniden Arap Birliğine kabul etmenin ön hazırlıklarını yaparken akıllarında İran olan her iki Körfez ülkesi ve ABD’nin Suriye’de DEAŞ’tan temizlenen bölgelerdeki çatışmalar-sonrası planlarını 100 milyon dolarlık bir çekle finanse eden Suudi Arabistan, Afganistan başlığını da benzer amaçlarla kullanma peşinde. Yani Körfez ülkelerinin Afganistan ve Pakistan’da sarf ettikleri şey enerji, güç değil. Aslında her iki aktör de ne Pakistan’a bir politika dikte edecek ne de Taliban’ı bir şeylere zorlayacak gücünün olduğunun farkında. Afganistan her iki Körfez ülkesi için de yalnızca İran’ın kontrol altında tutulabileceği, bu yapılırken de öngörülemez Trump’ın sempatisinin kazanılabileceği, asgari-risk başlığı olarak görülüyor. Hem iki Körfez ülkesi hem de İran (ayrıca Hindistan, Rusya ve Pakistan da) çözüm sonrası ortaya çıkacak Afganistan siyasetinin kendilerine yakın olmasını veya karşı tarafın (Pakistan için Hindistan ve aksi; Suudiler için İran ve aksi, gibi) nüfuzuna girmemesinin derdinde. Ancak bu iki Körfez ülkesinin sergilediği aktivizmin ve ABD-Taliban görüşmelerinin izlediği formatın bazı sınırları var ve bu sınırlar karşıt gelişmeleri tetiklemeye aday.
İlk olarak, Pakistan ekonomisi ne kadar zorda olsa ve özellikle Suudiler Pakistan’da etkili bir aktör olmayı arzulasalar da Pakistan üzerindeki etkileri oldukça zayıf. Pakistan zaviyesinden, Afganistan dosyasında istenecek tavize paha biçilemez. Şüphesiz Suudi Arabistan ve BAE, bu tür acil ekonomik yardım paketleriyle daha önce Yemen’de denedikleri gibi, Pakistan ordusunu kendi komutalarında ‘paralı ordu’ olarak kullanmak isteyeceklerdir. 2018 yılının ilk aylarında Trump’ın da dile getirdiği, Milli Güvenlik Danışmanı Bolton’un da sıcak baktığı söylenen, Suriye’de komşu Arap ülkelerinden askerlerin konuşlandırılması önerisi gündeme geldiğinde konunun muhataplarından Suudilerin aklında büyük ihtimalle Pakistan askerleri vardı. Ancak her iki Körfez ülkesinin de bu emellerinde hayal kırıklığına uğraması mukadder. Pakistan askerlerinin Körfez dışında Körfez’in bölücü ajandası için kullanılması konusunda Pakistan’ın dik duruşu açık. Körfez’den ekonomik yardıma muhtaç olan Pakistan için bu ihtiyacın tek olumsuz sonucu, Başbakan İmran Han’ın Körfez’de kötü muamele edilen ve bir kısmı Suudi hapishanelerinde bulunan Pakistan işçilerini koruma sözünü tutamayacak olması.
İkincisi, İran karşıtı Körfez ülkelerinin Afganistan başlığında bu kadar aktif görünmesi, İran’ın sürece dahil olma ve hem Afgan hükümeti hem de Taliban’la ilişkilerini sıkılaştırma güdüsünü tetiklemiş durumda. Taliban’ın üst düzey yöneticilerinin İranlı yetkilerle son günlerde yaptığı iddia edilen görüşmeler bu bakımdan anlamlı. Son olarak, ABD daha önce ‘Afgan hükümetinin sahipliğinde yürümeli’ ön-şartını koşarken, şimdi sürecin dışında bırakılma korkusundan muzdarip ve Taliban’ın hala meşru olarak kabul etmeyi reddettiği Afgan hükümeti, kendi hilafına ve aleyhine bir nihai anlaşmadan çekindiği için, geçmiş müzakere süreçlerinde olduğu gibi İran, Hindistan ve Rusya gibi süreci daha karmaşık hale getirecek ve diğer oyuncuların korkularını tetikleyecek bölgesel aktörleri Afganistan’a davet ediyor. Afganistan’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri de hükümeti bu süreçte zayıf gözükmeme adına bazı adımlar atmaya itecektir. Bunun da seçimlerin Afganistan’da artık alışıldığı üzere ertelenmesi sonucunu getireceğini ve doğrudan Taliban’ın elini güçlendireceğini söyleyebiliriz. Afganistan’da Gani hükümeti son olarak, daha önce Afgan istihbaratının başkanlığını yapan, Pakistan karşıtlığıyla bilinen Emrullah Salihi’ye İçişlerine Bakanlığına vekalet etme görevi verdi. Trump’ın Sovyetlerin Afganistan işgalini ‘o dönem Afganistan’dan Sovyetlere yönelen terör sorunu’na bağlayarak ‘anlaşılabilir’ kılmaya yönelik açıklamaları, Afgan hükümetini şoke etmiş olmalı.
Afganistan’da, ABD ve Afgan hükümetleri arasında bile karşılıklı güven eksikliğinin en üst düzeyde olduğu; Pakistan’ın içinden geçtiği zor süreci atlatmak için Afganistan dosyasında haklı olarak yalnızca adım atar görüntüğü; ABD’nin Keşmir gibi meselelere elini sürmeden Pakistan’ı tavizlere vermeye zorlayabileceğini sandığı ve Pakistan’ı sürece dahil etmeye çalışırken çelişkili biçimde Hindistan’ı Afganistan’da daha aktif ve görünür olmaya ittiği; ama Başkan Trump’ın Pakistan’ı rahatsız edecek boyutta aktivizme sahip Hindistan’ın Afganistan’a altyapı ve insani yardımlarının miktarını medya önünde aşağıladığı, BAE ve Suudiler nezdinde iki Körfez ülkesinin Afganistan üzerinden ABD ile ilişkilerini tahkim etmeyi ve İran’la bölge dışında rekabet etmeye çalıştıkları bir manzara var. Trump yönetimi ile başta ordu olmak üzere devletin diğer kurumları arasında, Suriye’nin aksine medyaya çok yansımasa da mevcut ciddi bir anlaşmazlık ve Pakistan yönetiminden Trump yönetimine iletilen ‘Afganistan geri çekilme konusunda 1989’da düşülen hızlı geri çekilme hatasına düşülmemesi’ talebi de aynı manzaranın parçaları. Böyle bir manzaradan da uzlaşma çıkması neredeyse imkansız.
[Ömer Aslan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *