‘Trump, Abdullah üzerinden Selman’ı tehdit etti!’

‘Trump, Abdullah üzerinden Selman’ı tehdit etti!’

Doç. Dr. Necmettin Acar’a göre, Trump’ın Kral 2. Abdullah ile gerçekleştirdiği görüşme ve yakında Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile yapacağı toplantı, Muhammed bin Selman ile planlanan görüşmenin birer hazırlık aşaması niteliğinde.

Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Necmettin Acar, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın Trump ziyaretini ve Trump’ın ziyaret boyunca verdiği mesajların satır aralarını şöyle yorumluyor:

***

Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın ABD ziyareti ve ziyaret boyunca özellikle Filistin meselesi başta olmak üzere yapılan açıklamalar, bölgede geniş ilgi uyandırdı. İkinci Donald Trump döneminin en dikkati çekici gündemlerinden biri, hiç şüphesiz ABD ve Suudi Arabistan ilişkilerinin geleceği olacaktır. Trump ilk döneminde daha çok Suudi petro-dolarının ABD’ye akışını garanti altına almak için sıkça “şantaj” ve “tehdit” yöntemleri kullanmıştı. Trump’ın göreve başlarken yaptığı açıklamalar ve Kral 2. Abdullah ile dünkü görüşmesi benzer yöntemlere ikinci döneminde de devam edeceğini gösteriyor.

Kral 2. Abdullah’ın ABD ziyaretinde verilen mesajların satır aralarını analiz etmek önemlidir. Bu noktada, Trump’ın Kral Abdullah ile yaptığı görüşmenin yalnızca Ürdün ile sınırlı olmadığı hatta bu mesajların hedefinden birinin de Riyad olduğu söylenebilir. Trump’ın ziyaret boyunca verdiği mesajlar, “Abdullah sana söylüyorum, Muhammed bin Selman sen anla” tarzında bir uyarı niteliği taşıyor.

Ürdün: Suudi savunmasının dış halkası

Ürdün, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin haritası çizilirken hem İsrail hem de “radikal Araplar” ile Suudi Arabistan arasında bir tampon devlet olarak İngiltere tarafından kurulmuştu. Dolayısıyla Riyad yönetimi, Ürdün’ü krallığın dış savunma hattının en kritik halkası olarak görüyor. Bu nedenle, Ürdün’ün istikrarını korumak Suudi Arabistan’ın güvenliği ve Suudilerin titizlikle üzerinde durduğu Arap Yarımadası’nın istikrarı için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

Ürdün kurulduğundan bu yana, Haşimi ve Suudi hanedanları arasındaki rekabet nedeniyle uzun süre ciddi sorunlar yaşadı. Ancak her iki hanedan da bölgede revizyonist aktörlere karşı işbirliği konusunda benzer tehditler hissetti. 1960’larda Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın liderliğindeki panarabizm ve 1980’lerde İran devriminin lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin liderliğindeki panislamizm her iki ülke için de ortak tehdit olarak algılandı ve her iki hanedan da bu tehditlere karşı birlikte hareket etti. Örneğin, 2004’te “Şii Hilali” kavramı Kral Abdullah tarafından İran tehdidinin boyutlarını ifade etmek amacıyla ortaya atılmıştı.

Arap Baharı sürecinin bölgede yol açtığı kargaşa ortamında da her iki hanedan benzer bir işbirliği ve dayanışma içerisindeydi. Riyad yönetimi, Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çatısı altında yapılan toplantılarda Bahreyn ve Ürdün’e 10’ar milyar dolarlık ekonomik destek sağlama kararı alarak Amman’daki müttefikini destekledi. Böylece geçmişte rekabet ettiği Haşimi monarşisini korumak Riyad’ın bölgesel güvenlik vizyonunun bir parçası haline geldi. Riyad, Amman’daki Haşimi monarşisini ulus ötesi ideolojilerin ve devrimci dalganın Suudi topraklarına ulaşmasını engelleyen bir set olarak görüyordu. Hatta bu dönemde Amman’ın istikrarını sağlamak için KİK’e üye yapılması bile tartışıldı.

Riyad’a yönelik yeni şantaj malzemesi

Trump’ın Kral 2. Abdullah’a Beyaz Saray’da verdiği mesajların asıl hedefinin kim olduğu büyük merak konusu oldu. Bu noktada, Trump’ın geçmişte İngiltere tarafından tampon bir devlet olarak kurulan ve bölgesel istikrarın garantörlerinden biri haline gelen Ürdün’ün istikrarını tehdit etmeyi amaçladığı düşünülebilir mi? Üstelik Ürdün, yıllardır İsrail’den sonra kişi başına en fazla ABD yardımı alan ülkelerden biridir. Bu soruya benim yanıtım hayır olacaktır.

Trump’ın ziyaret boyunca verdiği mesajların asıl adresi ve hedefi Ürdün değil, Suudi Arabistan ve özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’dı. Trump, Kral 2. Abdullah’ı bir aracı olarak kullanarak Bin Selman’a üstü kapalı tehditler gönderdi. Bu strateji, Trump’ın kendine has dış politika üslubu ve “sığ pragmatizmi” dikkate alındığında daha da netleşiyor. Geçmişte Suudi petro-dolarlarının ABD’ye akışını garanti altına almak için tehdit ve şantaj yöntemlerini başarıyla uygulayan Trump, aynı yaklaşımı bu kez Filistin meselesi üzerinden yeniden sahneye koyuyor.

Trump, öteden beri Filistin Devleti’nin Suudi Arabistan ya da Mısır topraklarında kurulması gerektiği fikrini savunuyor. Trump’ın fikri, Filistinlilerin kendi topraklarından sürülerek komşu Arap devletlerinde yaşamaya zorlanmasını içeriyor. Ancak böyle bir durum, İsrail’in saldırgan politikalarının ve askeri eylemlerinin bu komşu Arap devletlerine yönelmesi riskini doğuracaktır. Eğer Gazzeliler zorla yerlerinden edilirse, bunun Batı Şeria’dan da sürgünleri tetikleyebileceği açıktır. Bu senaryoda, uzun yıllardır İsrail saldırılarından görece korunaklı olan Mısır ve Ürdün toprakları İsrail’in askeri operasyonlarına ve toprak genişletme emellerine doğrudan hedef haline gelebilir. Böyle bir gelişme Ürdün’ün istikrarını ciddi şekilde riske sokacak ve bu istikrarsızlık dalgasının Suudi Arabistan’a sıçrama olasılığını da artıracaktır. Dolayısıyla bu tehdit senaryosu yalnızca Filistinliler için değil, tüm bölgesel aktörler için büyük bir tehlike teşkil ediyor.

Trump’ın Kral 2. Abdullah ile gerçekleştirdiği görüşme ve yakında Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile yapacağı toplantı, Muhammed bin Selman ile planlanan görüşmenin birer hazırlık aşaması niteliğindedir. Trump, bu temaslar sırasında Riyad yönetimine açık bir mesaj veriyor: Eğer ABD’nin talep ettiği tavizler verilmezse Suudi Arabistan’ın güvenliği ciddi bir tehlikeye girecektir.

ABD, Riyad’dan ne tür tavizler bekliyor?

Trump’ın Riyad’dan talepleri 3 ana başlık altında toplanabilir. Bunlar, Riyad’ın ABD ekonomisine çok daha büyük ölçekli yatırımlar yapması, Suudi-Çin yakınlaşmasının durdurulması ve İsrail ile normalleşme sürecinin hızlandırılması şeklinde sıralanabilir. Bu talepler, Trump’ın Suudi Arabistan’a yönelik baskı politikasının temel unsurlarını oluşturuyor.

Riyad’ın temel beklentisi ise 14 Şubat 1945’te ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdülaziz Al Suud arasında imzalanan ve bu yıl 80. yılına girecek olan paktın benzeri niteliğinde yeni ve çok kapsamlı bir güvenlik anlaşması yapılmasıdır. Bu tarz bir anlaşma, Prens Muhammed bin Selman’ın Suudi tahtına geçişini kolaylaştıracak ve ülkenin güvenliğine yönelik tehditlerin ABD’nin sağlayacağı fiili güvenlik garantileriyle bertaraf edilmesini sağlayacaktır.

Beyaz Saray’da gerçekleşen Trump-Kral 2. Abdullah görüşmesi, dikkati çekici sahneler ve açıklamalarla öne çıktı. Trump’ın bu toplantıda Gazze’deki Filistinlilerin Ürdün ve Mısır topraklarına sürülmesi planını dile getirmesi, asıl mesajın Muhammed bin Selman’a yönelik olduğunu gösteriyor.

Trump, nüfusunun üçte ikisinden fazlası Filistinli olan Ürdün’e daha fazla Filistinli göndermenin Ürdün’ü fiilen bir İsrail askeri operasyon sahasına dönüştüreceğinin elbette ki farkında. Bu planın Ürdün’ü istikrarsızlaştıracağını da iyi biliyor. Trump yönetiminin uzun yıllardır büyük yardımlarla ayakta tuttuğu Ürdün yönetiminin bile isteye istikrarsızlık sarmalına sürüklenmesine göz yumacağını düşünmek çok mantıklı gelmiyor. Bu noktada, Ürdün’de yaşanacak muhtemel bir istikrarsızlık sarmalından en büyük zarara uğrayacak ülkenin Suudi Arabistan olacağı açıktır. Kısacası, Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesi politikası Trump tarafından Riyad’ı belirli tavizler vermeye zorlamak için bir baskı aracı olarak kullanılıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *