Sudan’da iki yıldır devam eden kriz henüz çözülememişken Afrika kıtası bugünlerde Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (KDC) cereyan eden olayların gölgesinde yeni bir bölgesel krize doğru savruluyor.
Haliç Üniversitesinden Dr. Serhat Orakçı, Afrika kıtasında yaşanan güncel krizleri AA Analiz için şöyle değerlendiriyor:
***
Sudan’da iki yıldır devam eden kriz henüz çözülememişken Afrika kıtası bugünlerde Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (KDC) cereyan eden olayların gölgesinde yeni bir bölgesel krize doğru savruluyor. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminin Afrika’ya nasıl yansıyacağı, Fransa’nın son yıllarda kıtada yaşadığı güç kaybı ve Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin Afrika coğrafyasında icra ettikleri daha cesur hamlelerle kendilerini daha fazla hissettirmeleriyle oluşan iç ve dış dinamikleri içeren çok katmanlı bir analiz gerektiriyor. Bu minvalde, Afrika kıtasında var olan kriz hatlarına daha yakından bakmak ve yaşanan son gelişmeler ışığında Afrika siyasetini irdelemek yerinde olacaktır.
Trump’ın yeni dönemi ve Afrika
Her alanda Amerika’yı önceleyen (America First) söyleme sahip Trump idaresinin ikinci dönemde nasıl bir Afrika siyaseti izleyeceği ilgili çevrelerce epeydir tartışılan bir konu. Trump idaresinin ilk döneminde dile getirdiği öncelikler bu konuda bazı yararlı ipuçları sunuyor. Trump idaresi ilk döneminde Çin’in Afrika kıtasında artan varlığını önemli bir tehdit olarak algılamıştı. Bu bakış açısı bugün de geçerliliğini koruyor. Bu bağlamda, Trump idaresinin Afrika kıtasından önemli oranda hammadde ithal eden ve bitmiş ürün ihraç eden Çin’in etkinliğini azaltmak ya da en azından onu dengelemek için güvenebileceği Afrikalı müttefiklerden müteşekkil bir blok oluşturma arzusu içerisinde olduğu anlaşılıyor. Çin’in Afrika ülkeleriyle yaptığı ikili ticaret hacmi 280 milyar dolar seviyesini geçerken ABD-Afrika ticari ilişkileriyse kan kaybetmeye devam ediyor.
Yardım yerine yatırımın önceleneceği sinyalini veren Trump’ın gelir gelmez yaptığı ilk icraatlarından biri “dış yardımları” 90 günlüğüne durdurmak oldu. ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekileceğini açıklaması ve dış yardımları durdurmasının Afrika kıtasında özellikle HIV/AIDS ve Malarya (sıtma) gibi hastalıklarla mücadele için DSÖ öncülüğünde yürütülen programları olumsuz etkilemesi bekleniyor. Zira DSÖ verilerine göre dünyada HIV/AIDS virüsü taşıyan insanların yüzde 67’si yani yaklaşık 26 milyon insan Sahra Altı Afrika ülkelerinde yaşıyor ve dünya genelinde sıtmaya bağlı ölümlerin yüzde 95’i Afrika ülkelerinde gerçekleşiyor.
İlk döneminde İsrail ile normalleşme anlaşması olan Abraham Anlaşmalarına garantörlük yapan Trump’ın bu siyasetten sapmayarak Orta Doğu’da güttüğü çıkarlar uğruna Gazze’de yaşananlar sonrasında imaj kaybına uğrayan İsrail’i desteklemeye devam etmesi bekleniyor. 2020’de Fas, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’i İsrail ile normalleşmeye ikna eden Trump İsrail’in güvenliği için Afrika kıtasında stratejik açılımlar yapma arayışına ikinci döneminde de kaldığı yerden devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Bu noktada, son zamanlarda Trump idaresine yakın bazı bürokrat, akademisyen ve kongre üyelerinin dillendirdiği kritik konuların başında Somaliland’in resmen tanınması yer alıyor.
Ayrıca ABD, Afrika topraklarında en büyük askeri üssünün bulunduğu Cibuti’den rahatsızlık duyuyor. Zira ABD’nin, Çin’in askeri beklentilerini olumlu karşılayarak askeri üs açmasına müsaade eden Cibuti’ye alternatif olarak Somaliland’in desteklenmesini tavsiye eden Amerikalı analist, akademisyen ve kongre üyesinin sayısı az değil. Belli çevreler tarafından ikna çalışmasının yürütüldüğü aşikar olan bu propaganda ABD’nin ve İsrail’in Kızıldeniz ve Aden Körfezi gibi son derece stratejik bir lokasyonda stratejik bir ortağa sahip olması için pompalanıyor. Somali ve Etiyopya arasında anlaşmazlığa yol açan ve 2024’e damga vuran Somaliland anlaşmazlığı şimdilik Türkiye’nin arabuluculuğuyla sona ermiş gibi görünse de Trump’ın Afrika Boynuzu’nda izleyeceği siyaseti Çin ve Husiler üzerinden İran gibi bu bölgeye etki etmeye çalışan aktörleri frenleme arayışı şekillendirecek.
Sahel’de Fransa’nın düşüşü ve oluşan yeni konjonktür
Sahel bölgesinde etkinliği neredeyse tamamen kaybolan Fransa Afrikalı liderlere yönelik sitemkar bir tavır takınırken Fransa’dan kurtulmak isteyen Afrikalı ülkeler kervanına Senegal, Çad ve Fildişi Sahilleri de dahil oldu. Özellikle Sahel Kuşağı’nda hissedilen anti-Fransız tepkiler ABD’nin Sahel bölgesindeki askeri yatırımlarını da olumsuz etkiledi. ABD kurmuş olduğu iki drone üssüne rağmen Nijer’den çekilmek durumunda kaldı. Bununla birlikte, Burkina Faso, Nijer ve Mali Batı Afrika’da ABD ve Fransa’nın etki edebildiği en önemli bölgesel örgüt olan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’ndan (ECOWAS) resmen ayrılarak Sahel Devletleri İttifakı (AES) ismini verdikleri yeni bir ittifak kurdu.
1975’de kurulan ve 50 yıldır yürürlükte olan ECOWAS’a alternatif yeni bir birliğin oluşması Batı Afrika’da dengeleri etkileyen yeni bir konjonktür yarattı. Fransa ve ABD’nin nüfuzunun azaldığı Sahel’de, bölge ülkeleriyle stratejik ittifaklar kuran Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler en önemli aktörler olarak öne çıktı.
Ancak uranyum, altın, doğalgaz gibi stratejik yeraltı kaynaklarına sahip olan bölgede Mali krizi merkezi bir konum işgal etmeye devam ediyor. Nijer, Burkina Faso, Moritanya ve Cezayir’in de olumsuz etkilendiği Mali krizinde Wagner’den destek gören Mali ordusu; bir yandan Tuareg isyancıları diğer yandan ise El Kaide ve DAEŞ gibi terör örgütleriyle mücadele etmeye devam ederken Türkiye ile de savunma sanayi üzerinden stratejik ittifak kurma eğilimini sürdürüyor.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Ruanda’yı karşı karşıya getiren bölgesel kriz
Kıtada yaşanan son sıcak gelişmelerden biri 23 Mart Hareketi (M23) isyancılarının geçtiğimiz günlerde Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Kuzey Kivu eyaletinde yer alan Goma şehrini ele geçirmesiydi. Demokratik Kongo’da yaşanan gelişmeler ve çevre ülkelerin reaksiyonları maalesef bölgesel bir savaşın kapıda olduğuna işaret ediyor. Ruanda’nın M23 milislerine alan açtığı ve lojistik sağladığı dile getirilirken Demokratik Kongo’da Güney Afrika Kalkınma Topluluğu (SADC) bünyesinde barış gücü bulunduran Güney Afrika ve Burundi de şimdiden bu krize dahil olan ülkeler arasında yer alıyor.
Kivu Gölü’nün kenarında yer alan Goma şehri 1994’de Ruanda’da yaşanan soykırımla birlikte ilk kez uluslararası medyanın gündemine girmişti. Ruanda sınırında yer alan şehir Ruanda katliamından kaçan Tutsiler için güvenli sığınak olurken KDC ve Ruanda yönetimleri arasında da zaman zaman krize yol açmaya devam etti. Şehrin bulunduğu Kuzey Kivu eyaleti 3 milyona yakın yerinden edilmiş insana ev sahipliği yapıyor. Yaşanan son gelişmelere bakıldığında M23 milislerinin Goma’da kalmayarak Güney Kivu bölgesine sarkmak istedikleri görülüyor ki son günlerde yaşanan çatışmalarda Goma’yı terk eden insan sayısı şimdiden 400 bine ulaştı. Eğer olaylar yatışmaz ve taraflar geri adım atmazsa çatışmaların büyük bir insani krize yol açması olası görünüyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) verilerine göre Sudan’dan sonra en büyük yerinden edilme krizine sahne olan Demokratik Kongo’da 25 milyon insan insani yardıma ihtiyaç duyuyor.
Çin, İsrail, Küba ve Güney Afrika gibi devletler Soğuk Savaş yıllarında ABD-Sovyetler Birliği çekişmesine sahne olan Demokratik Kongo’da kıyasıya mücadele etmişti. O zamandan bu yana zengin maden yataklarına sahip olan Demokratik Kongo’nun kaderi pek fazla değişmedi. Ne var ki KDC’de yaşanan istikrasızlığın çevreye sıçraması ve kıtanın tam orta yerinde bölgesel bir savaşa yol açma olasılığı gerçekten korkutucu bir senaryo olarak karşımıza çıkıyor. Ülkede yaşanan silahlı çatışmalar KDC’de bulunan BM barış misyonu BM İstikrar Misyonu (MONUSCO) ve Güney Afrika ülkelerinin yer aldığı SADC barış misyonunu da olumsuz etkiliyor.
Devam eden Sudan krizi
Sudan, yakın dönemin en büyük yerinden edilme krizini yaşasa da Gazze’de ve Ukrayna’da cereyan eden çatışmaların gölgesinde kaldı. 13 milyon insanın yerinden edildiği Sudan krizi dış aktörlerin jeopolitik çekişmelerinin gölgesinde neredeyse ikinci yılını dolduruyor. Ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında yaşanan mücadele ülkeyi ve Sudanlıları bir hayli yıprattı. Türkiye’nin de arabuluculuk için adının geçtiği Sudan krizi dolayısıyla ülke nüfusunun yarısı yani 25 milyon insan insani yardıma ihtiyaç duyuyor. Eski ABD Başkanı Joe Biden döneminde kendi haline terkedilen Sudan için Riyad, Kahire ve Cenevre’de yürütülen barış girişimleri başarısız oldu. 2023 ve 2024 yıllarına damgasını vuran bu krizin çözümü için en büyük umut son dönemde Türkiye’nin arabuluculuk için daha net ve görünür adımlar atmaya başlaması oldu.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *