‘Hatasız Kul Olmaz’

‘Hatasız Kul Olmaz’

Etrafında pek az kişinin kaldığı anlar yaşadı. Terk edilmişlik vehmine hiç kapılmadı. Karamsarlığa ya da kötümserliğe dair bir tek yakınmada bulunduğunu hatırlamıyorum. “Tek başıma kalsam, ceketim bile beni terk etse, bildiğim doğrulardan asla vazgeçmem” derdi…

Nedim Mescioğlu*

Ölüleri(mizi) hayırla yâd etmek isterim.

Bu Yaz Sen Gelmeyecektin… Yetmişli yılların başında İslâmî çizgiler, bugünkü netliğinden uzaktı. İslâm’ı Kur’an eksenli çizgiye çekme çabası taşıyanlara tanık olmuştum. Ne yalan söyleyeyim ilkin onlar çekmişti ilgimi. Örneğin Ercümend Özkan, Mehmet Sait Çekmegil, böyle bir ilgi sonucu tanımak ve tanışmak istediğim bu iki insandı. Onların düşünceleri ile kendimi örtüşür bulunca ton farkına aldırmaksızın yakınlıklar kurdum. Ercümend Ağabey’le tanışıklığımız böylesi bir pozisyonda gerçekleşince, kendisine fazla itirazım olmadı. Benzer şeyleri terennüm ediyorduk. Ancak o, sistematik, oturmuş düşünceleri ile tereddütlerimizi gideriyor; bizi yeniden düşünmeye daha sağlıklı okumaya yöneltiyordu.

Geçmişe ve şimdiki zamana bir bakıma, kendi kafamızla yeniden bakmanın gereğine işaret ediyordu. Bir arkadaşımı hatırlıyorum; onunla ilk karşılaşmasından hayli etkilenmiş, hatta yaşadığı şoku bana açılarak düşüncelerimi öğrenmek istemişti. Salt İslâmî duyarlık taşıyanlar ona fazla direnemezlerdi. Kusurları vardı ama doğru şeyler söylüyordu. Bir şeyhin yanına belki herkes girip çıkardı ancak ona her şeyi soramaz, hele eleştiri hiç yöneltemezdi. Oysa kapısını herkese açık tutuyordu. Her yaştan insanın alabildiğine kendisini eleştirdiğine tanık oldum. Kendisi de acımasızca eleştirirdi. Denebilir ki eleştirilere zaman zaman sert tepki gösterir, muhataplarını kırdığı da olurdu. Dergide de insanları döveyazar, hatır gönül dinlemezdi. Hakkın hatırını her şeyin üstünde tuttuğundandı bu tavrı. Bazen de eleştirileri dinler, soğukkanlı bir biçimde cevaplardı. Onun keskin/bıçkın söyleminin ardında biraz da Mucur’un sert ikliminin onun mizacına bir hatıra bıraktığını görürdüm. Samimiyet dolu bir sertlik tabi… “Sözüm doğru olsun. Lâkin odun gibi olsun” darb-ı meseli onun üslubunda kristalize olmuştu. Bir kez şunu belirteyim ki, o alışılmış, geleneği yücelten bir Müslüman kişiliği taşımıyordu. Fantezi türünden konulara da rağbeti yoktu. Gerçekçi, günceli yaşayan, gözlerini geleceğe çevirmiş bir insandı. Umut doluydu. Bazen de argo konuşurdu. Toplumda gördüğünü/tipleri karikatürize ederdi. Bu kim bilir belki de cezaevinin ona kattığı bir tondu. Bir lider, üstat, ağabey havası esintisi taşımadı üzerinde. Yemeklerde hizmet etmeyi sever, bazen yemekleri kendi elleri ile hazırlardı. Birebir ilişkilerinde çok başarılıydı. İnsanları hemencecik kendi gündemine dâhil ederdi. Çağın yeniliklerinden faydalanmak isterdi. Yeni teknolojilere ilgi duyar, kullanmasını bilir, istifade ederdi. Kalite zevklerin insanıydı. Bayağılığı sevmezdi. Oldukça da sade idi. Onun bu ilgilerini “lüks” bulanlar olmadı değil. Sonunda o lükste, eleştirenlerden gerilerde kaldı oysa. İnsanlarla olmayı çok seviyordu. Yine de kimileri onu anlamak yerine basit şeylere takılıp kalmayı yeğlediler. Hayatında yeterince anlaşılmış kim vardı ki zaten? Oysa izlediği çizgide zigzaglar çizmeyen yönüyle kayda değer bir şahsiyetti, inanın. Her insan beşer olarak zafiyetler taşır. Eksikler, kusurlar olmaması mümkün değildir elbette.

Etrafında pek az kişinin kaldığı anlar yaşadı. Terk edilmişlik vehmine hiç kapılmadı. Karamsarlığa ya da kötümserliğe dair bir tek yakınmada bulunduğunu hatırlamıyorum. “Tek başıma kalsam, ceketim bile beni terk etse, bildiğim doğrulardan asla vazgeçmem” derdi. An an çevresinde depremler yaşadı. Yaprak dökümüne, yalancı bir sonbaharın rüzgârına yakalandı. Ne var ki yılgınlık göstermedi ve de umudunu hiç yitirmedi. İnsanların sahte kıvılcımların cazibesine kapıldığı bir zamanda gözlem ve tespitleriyle kararlı bir biçimde tanımlamalarda bulundu. Bu günleri okuyan bir gözle karşı karşıyaydınız. Ayrıntılara değer verişi de bundandı biraz da.

Boğazova yaylasında hatırı sayılır günlerimiz oldu.

Son zamanlarında, İsmet Özel’in dizelerinde dile getirdiği “Yaz olunca denizin yalayışlarına” kapılan insanların yanında sahillere onurlu insanlarla otağ kuruyordu. Sahilleri onurlandırıyordu. Sağlığını önemsemiyordu. Yaşlılığının ve hastalığının üstünde bir efor gösterdi. Dem dem yanımızda yığılıp kaldığı oldu. Kalp atışlarını elbisesinin kalkış inişlerinden gözlemlediğimiz oldu. Son nefesini Ankara dışında verişi de onun ölümü ne kadar tabii bir “veda” olarak algıladığını göstermeye yeter sanırım.

Bu yaz sen gelmeyeceksin Ağabey… Boşuna bekleyeceğiz. Sen gelmeyeceksin.

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMANCA DÜŞÜNMEDE İKTİBAS DERGİSİ’NİN MİSYONU

Liseli yıllarımızda başlayan uyanış belirtileri… Yüreğimizde heyecanlara mukabil kıpırtılar… Kalbimizi mekân tutmuş esrik fırtınalar… Yeşeren gençliğimize bedel engelleri, tutsaklıkları bitiren özgürlük şarkıları… Yepyeni bir dönemin eşiğinde gibiyiz. Ancak zihinler işgale uğramış, flulaşan görüntüleriyle düşünce hayatlarımız ayaklar altındadır.

Sanki gökyüzünü kaplayan koyu bir sisin nemli, soğuk ve kasvetli görüntüsüne doğru sürüklenip duruyoruz. Tıpkı Tevfik Fikret’in “Sis” şiirindeki gibi bir manzara ile yüz yüzeyiz. Ancak bu sefer sis, yalnızca İstanbul semalarına çökmemiş, bütün bir coğrafyayı kaplayıvermiştir.

Halk ekonomik olarak güç durumdadır. Doğu’da ve Güneydoğu’da eşkıyalar dağlarda haraç kesmekle meşgul. Güvenlik sorun olmaya devam ediyor. Zihinler dumura uğramış ve hurafeler ile gününü gün ediyor insanlar. Özgürlük bilinci yeni yeni uç veriyordu hayatımızda. Okunacak kitap bulmanın güçleştiği yıllardı. Okuma yazma bilenler zaten parmakla gösteriliyor, gecelerimize gaz lambaları, haydi bilemediniz “lüks” lambaları eşlik ediyordu. Kitap okumak için bir araya gelenler izleniyor, baskınlara uğruyorlardı. Yaralı bir bilincin oluşması yüzünden gençlik uç fikirlere yelken açıyor, anarşizmin pençesine düşüp yem oluyorlardı.

Devlet, olanca buyurganlığıyla Batı dillerinden tercüme ettiği kitapların dışında başka kitapları okuyanlara iyi gözle bakmıyordu. Baksa da okunacak kitap bulmak ne mümkündü! Yasaklanmış yayınların okunması esnasında ya da geceleri bir araya gelinip sohbet edilmesi yüzünden yaşanılan baskınlar, mahkemelere oradan da mahpushanelere yansıyor, ocaklar sönüyordu.

1970’lerde başlayan görece özgürlük rüzgârlarıyla kapı biraz aralanmış, İslâm Dünyasından da tercümeler başlamıştı. İlginçtir, İslâm Dünyasında Mısır, Cezayir ve Pakistan’da İslâmî uyanışı ve bu uyanışı tetikleyen yayınların ortaya çıkışı Türkiye’den önce başlamıştır. İşte bu esintilerin de kendini gösterdiği bir dönemde, Türkiye’nin belli başlı birkaç kentinde gayretli, arzulu Müslümanların var olan çabalarına, Ankara’dan misyonu ve vizyonu güçlü bir soluk olarak da İktibas’ın katıldığını görüyoruz. 1981 yılında yayın hayatına katılan dergi, pek çok çevrenin de dikkatini çekmişti. Örneğin Ruşen Çakır’ın “Ayet ve Slogan” adlı eseri anılabilir.

İktibas Dergisi’nin bu çabaya mütevazı, özgün, ancak o ölçüde de muhkem bir ses olarak katılması, yayın dünyasına dikkat çekecek bir soluk olarak yansımıştı. Bir bülten görüntüsüyle başladığı yürüyüşünü çok geçmeden dergi havasına ve formatına dönüştürüverdi. Önceleri tamamen basında çıkan kayda değer, ilginç haberlerin alıntılarından, ileriki günlerde izleyenlerine söyleyecekleri olduğunu belli ediyor, meraklı beklentilere yol açıyordu.

Türkiye’nin yakın tarihinde İslâm, halk için geçmişten gelen bir miras olarak belki bir anlam ifade ediyordu. İnsanların anlam dünyasında net bir İslâm algısı yoktu. Kimileyin bir gelenek bazen bir kültür, bazen de atalardan kalan bir hatıra olarak telakki ediliyordu. Bir bakıyorsunuz İslâm, milliyetçilikle özdeşleştirilmiştir. Gün olmuş mukaddes değerler diye anılmıştır. İslamiyet’in muhafazakârlık sayıldığı da bilinmeyen bir şey değildi. Devletin gözünde ise, her zaman bir tehdit ve kod adı “irtica” olan çağdışı bir düzendi. Devletin müsaade ettiği ölçüde bir İslâm vardı; o da ritüelleri aşmayacak bir İslâm’dı. İşte, İktibas Dergisi, kavramsal bir çerçeve tanımı ve dizgesi üreterek kafaların/kalplerin netleşmesine dair bir katkı sunarak bulanıklıkların önünü kesme noktasında kayda değer bir işlev görüyordu.

Sahih bir İslâmî anlayış henüz toplumda yankı bulmamıştı. Hoş bugün ne kadar yankı bulduğu da tartışmaya açık bir konudur. Ne var ki, bu günlerle mukayese kabul edilemeyecek denli bir farklılığı ima ediyor ve betimliyordu. İslâm’ın bir gelenek olarak sunulmasına, hurafelere, tasavvufun şekle ve meskenete yol açan anlayışına, ciddi bir tavır alış ve dikkatleri Kur’an ve onun uygulaması sayılan sünnete yönlendiriş, derginin en belirgin yöntemini oluşturuyordu.

İslâm Dünyasında başlayan uyanışlara imza atan Müslüman aydınların Türkiye’de belirgin bir açlığa karşılık verdikleri de bir gerçekti. Bununla birlikte Türkiye özelinde uyanışın ve İslâmî kaynaklara dönüşün gecikmesinin kendine özgü koşulları vardı. Yeni tasniflere, yeni kodlara, yepyeni tanımlara ihtiyaç duyulması bundandı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan İslâm tartışmalarından, ileri sürülen tezlerden de bihaber bir Türkiye vardı. İstanbul’da çıkan dergiler başta “Büyük Doğu” olmak üzere İslâm söz konusu olduğunda umulanı verecek netlikten uzaklardaydı. Sezai Karakoç, edebiyat/şiir dünyamıza yelken açarak, hiç değilse ufkumuzun sınırlarını zorlamayı başarıyor, enginlere doğru kulaç atıyordu. Bu bağlamda kronolojik bir çalışma yapılması halinde, düşünce dünyamıza katkılar sağlamış daha başka dergilerden de söz edebiliriz.

Yüzyıllar içerisinde yan kolların kirlilik bulaştırmasıyla gölgelenen İslâm ırmağının yeniden yeniye özgün kimliği ile arı duru bir biçimde anlaşılması, orta yere çıkıp boy vermesi için bir çaba gerekiyordu. Örneğin o günlerde Kur’an’dan bahsetmek ne mümkün! “Sen kim, Kur’an’dan bahsetmek de ne!” ithamları gırla gidiyordu. Geçmişin kritik edilmesi kimin haddineydi! Bir tarih eleştirisi bile sizi İslâm’ın dışına itivermeye yeterdi. Mezhepleri kurcalamak naneli konu sınıfına dâhildi ve mezhepsizlik yaygarası, alabildiğine istismara açıktı. Milletin binbir derdi kimin umurunaydı. Kabir azabı, Kur’an’a abdestsiz dokunmak, tesbih çekmek önemli konular arasındaydı…

“Allah’ın gönderdiği din bunların neresindeydi?” gibi sorular düşünen, sorumluluk taşıyan insanların gündemindeydi. Bu sorumluluğu duyan kimi insanlar da vardı kuşkusuz. Ancak bu tür bireysel çabaları da göz ardı etmeden şu notu düşebiliriz: Bunlar birer ekol özelliği taşımıyordu. Bu çabalar içerisinde ben iki ekolü kayda değer görüyorum:

1. Sait Çekmegil’in Malatya’da temsil ettiği ekol: Kendi kulvarında Kur’an’ın gösterici ışığında yorumlanan bir sünnet anlayışı ile anılmayı hak ediyor. 2. Ercüment Özkan’ın ve çevresinde halelenen arkadaş grubunun dillendirdiği Kur’an vurgusu…

Giderek kaynaklara dönüşten Kur’an merkezli bir İslâm anlayışına evrilmeye uzanan kararlılık.

Sonrasında İktibas Dergisi’yle bu anlayışını topluma deklare eden, farklı bir sesin ve tezin yankısıyla çabasını ileri taşımayı sürdürerek bu günlere dek yorulmadan varış. Bir nehir gibi kıraç topraklara bereket taşımayı sürdürerek olmak yolunda asil bir çabayı temsil ediş…

Ercümend Özkan ve çevresinde kümelenen ve o kümenin sesi soluğu olan İktibas Dergisi, hem geniş bir vizyon hem de ortaya koyduğu misyon ile İslâm’ın net bir şekilde anlaşılmasında ve algılanmasında kayda değer bir rol oynadı. Ne türden bir işlev gördüğüne ilişkin olarak şunlar söylenebilir:

Bir kere İktibas Dergisi, bir değerler yelpazesine, bir normlar dünyasına işaret ediyor, bu kulvar ve düzlemde düşüncenin önündeki barikatları bir bir deviriyordu. Konuşmaktan, tanışmaktan, sorunlara yeni baştan bakmak- tan korkmuyordu. Her meselenin özgürce ve uygarca tahlil edilebileceği ilkesinden hareketle hiçbir şeyin halının altına süpürülmesinden yana değildi.

İktibas Dergisi, rahmetli Ercümend Özkan’ın aramızdan ayrılışını takiben paylaşmaya müncer olabilecek maddi başka herhangi bir şeye de tekabül etmiyordu. Dergi, temsil ettiği düşünceyi ve ilkeleri belirleyici kabul ederek, fikri bir önderliğin de öncülüğünü yapıyordu. Dergi, temsil ettiği grubun sevk ve idaresini yürüten Ercümend Özkan’ın aramızdan ayrılmasıyla yayınını sürdürmüş. İslâmî camiada en kıdemli yayın organı olmayı da böylece göstermiştir.

Bu duyarlılık ve düşünce ikliminde bir iman kardeşliği bir dünya/ahiret arkadaşlığı başat bir fenomendi. Paradigma bu anlayış üzerinde yükseliyordu. Paylaşmanın konusu ne para, ne mevki/makam, ne de mülktü. Zaman zaman duygusallıklar yaşanmadı değil. Kırgınlıklar, küskünlükler, alınganlıklar yaşansa da düşünce beraberliği hep vardı ve bunu ilkeli, tutarlı yayın anlayışı da gösteriyordu.

Kim istemezdi ki bu duygusallıklar da, alınganlıklar da yaşanmasın. Daha geniş bir yelpaze çerçevesinde kimseleri dışlamadan, ötelemeden birlikte yürüyüşün bulvarlarında düşlenen bir geleceğe doğru adımlar atılsın. Bir zamanlar birlikte çıktıkları yürüyüşü, koşuyu, benzer/farklı kulvarlarda olanlarla sürdüremeyenler, başka coğrafyalardan katılan Müslümanları nasıl kucaklayabilirler? İktibas’ın bir dergi olarak misyonu, onun etrafında olanlara bu tür bir duyarlığı taşımalarını da gerekli kılıyor, kanımca… Her düşünce ve ekolün bir süre sonra kendi içine kapanma tehlikesi hep vardır. Bu yolda bir algı oluşmasının en başta, derginin ve etrafındaki insanların misyonuna da ters düşeceğini belirtmeden geçemeyeceğim. Zira ülkede İslâmî espri taşıyan en kıdemli bir dergi payesini de ancak böyle bir duyarlılığı gündeminde bulundurarak yerine getirebilir.

* Yola Düşmek, Yolda Düşmek, Nedim Mescioğlu, Artos Kitap, Bursa, 1. Baskı, Haziran 2024, s. 136-144.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Halil yavuzer
    9 Şubat 2025, 16:04

    Saygıdeğer Nedim abim kalemine sağlık ömrüne bereket. Çok uzaklara götürdünüz hayatımızda iz bırakan ender kişilerden biriydi rahmetli Ercümend abimiz Allah rahmet eylesin inşallah, keşkelerin, bunlar olmasaydı dediğimiz, yanlışların yaşandığı ayrılıkların olduğu fakat önemlisi misyon kaybının olmadığı bir dergi ve o darginin etrafında birleşen kur’anı öncrleyenlerin fikri birlikteliğin diriliğini halen devam ettirenlerin olması aslolandır. Gelecek kulaklara tevhid akidesini aktarmanın önemliliğini öncelemenin temennisiyle

    REPLY