Ulusal Kurtuluş mücadeleleri anti-emperyalist mi?

Ulusal Kurtuluş mücadeleleri anti-emperyalist mi?

“Ulusal çıkarların” metafizik bir anlama bürünmesi ve bir devlet için en yüce değer olarak konumlanması önemli bir zaaftır. Öyle görülüyor ki, ulusal çıkarlar, devletin kutsallığını temel alan imparatorluk geleneğinin bıraktığı ideolojik boşluğu dolduran bir siyasal kavramdır.

Yusuf Yavuzyılmaz / Her Taraf

Türkiye’de ulusalcı entelektüellerin iddia ettikleri gibi “Ulusal Kurtuluş” mücadeleleri, başlangıçta bu tür söylemler içerde de, özünde emperyalizm karşıtı bir mücadele değildir. Çünkü emperyalizm, yapı ve işleyiş bakımından, ulus devletlerden şikayetçi değildir. Nihayetinde ulus devletler, kendi tarihsel ve kültürel birikiminden uzaklaşarak, Batılı değerler üzerinden kendilerini var ederler. Emperyalizme karşı olmak bir yana onu izlerler ve onlar gibi olmayı amaçlarlar.

Emperyalizmin amacı dünyayı ekonomik, askeri ve kültürel yönden kontrol etmektir. İslam dünyasında kurulan bütün ulus devletler, askeri, ekonomik ve siyasi yönden, doğrudan ya da dolaylı olarak sisteme bağımlıdır. Yani ulusal kurtuluş mücadeleleri başlangıçta emperyalizm karşıtı ögeler içerse de, sonraki süreçte, başlangıçtaki emperyalizm karşıtı özelliğini kaybederek, sistemin uyumlu bir parçası haline getirmişlerdir.

Bu yüzden hiç bir ulus devlet, İslam dünyasının en temel sorunlarından biri olan Filistin sorununa özgün bir bakış geliştiremez. Çünkü örgütlenme biçimleri, adalet aramaktan çok ulusal çıkarlarını korumaya yöneliktir. Dolayısıyla her devletin Filistin sorunundaki direnç noktası ulusal çıkarlarının sınırlarıdır.

Filistin konusunda İran üzerinden yürütülen tartışma fazla bir anlam taşımıyor. İrancılık ve karşı İrancılık arasında analitik ve eleştirel bir noktada durmak gerekiyor. İslam Cumhuriyeti diye kendini tanımlamasına karşın son tahlilde İran da diğer bir çok halkı müslüman olan devlet gibi bir ulus devlettir ve ulusal çıkarları doğrultusunda siyaset yapmaktadır. Tıpkı Türkiye ve diğer İslam ülkeleri gibi ulusal önceliklerini dikkate almaktadır. Sünni kökenden gelen yorumcuların İran’ı hedef tahtasına koyan açıklamaları analitik olmaktan çok ideolojiktir. Sanki İran dışında kalan ülkelerin İsrail ve Filistin siyaseti tutarlıdır. İran dışında kalan ülkeler İsrail’e karşı hiçbir askeri operasyon ve yaptırım gerçekleştiremediği gibi, yetersiz de olsa İran’ın yaptığı operasyonları küçümseme yoluna gidiyor. Unutulmamalıdır ki sadece İran’ın Gazze siyaseti değil, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam ülkelerinin Filistin siyaseti çelişkilerle doludur. Asıl temeldeki sorun, ulus devletlerin ulusal çıkarları her türlü ahlaki değerin üzerine koyan siyaset anlayışlarıdır. Ulusal çıkarlar ülkeden ülkeye değişiklik gösterdiği için, İsrail’e karşı ortak bir tavır gösterilemiyor. Çünkü Türkiye başta olmak üzere ekonomik yapıları ve siyasal tutumları sorunlu olduğundan, Filistin sorunu karşısında çok fazla alternatifleri yoktur. Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere çok sayıda İslam ülkesi Batı desteği ile ayakta durmaktadır. Örneğin Mısır, İhvan’a yaptığı darbenin Batı tarafından desteklendiğini biliyor ve ona göre davranıyor. Batı ve ABD’in en büyük endişesi İsrail’in güvenliğidir. Onu tehlikeye düşürecek arayışların karşısında duruyor. Bu yüzden İsrail siyasetine olumsuz bakan iktidarların darbe ile yönetimden uzaklaştırılmasına olumlu bakıyor ve ekonomik olarak destekliyor. Meşruiyeti ABD ve Batıya bağlı olan Sisi iktidarı, Hamas’ı nasıl desteklesin? Çünkü Sisi iktidarı, İsrail’in düşmanı sayılan İhvan’a darbe yaptığı için Batı tarafından destekleniyor. Öte yandan Sisi’nin darbe yaptığı düşüncenin savunucusudur Hamas. Şimdi Türkiye ve Mısırın İsrail’e karşı işbirliği yapmasından ne sonuç çıkabilir? Türkiye, İsrail’in en büyük destekçisi ABD’nin stratejik ortağı, Mısır ise İhvan’a yaptığı darbe sayesinde diktatörlüğüne meşruiyet kazandıran bir liderle yönetiliyor. İkisi de birbirinden farklı gerekçelerle olsa da son tahlilde Batıya bağımlıdır.

O yüzden, Filistin konusunda devletlere değil, uluslararası kamuoyunun vicdanına yönelmek gerekir.

Öte yandan İsrail, kendi varlığına tehdit olarak gördüğü Hamas ve Hizbullah’ı hedef alıyor. Hamas ve Hizbullah’ın beslendiği ideoloji ise çoğu İslam ülkesinde yasaklanmış durumdadır.

Resmi düzeyde, siyasal retorik olarak, en keskin ve sert İsrail eleştirilerini yapan Türkiye’ye İsrail’in hiçbir eleştiri yapmaması da gözden kaçmıyor. Çünkü İsrail, Türkiye’nin ne yapacağı konusundaki sınırlarını biliyor. Azerbaycan ve İsrail arasında yüksek düzeyli askeri işbirliği antlaşması hakkında Türkiye’den Azerbaycan’a dönük hiçbir eleştirinin olmaması da ilginçtir. Bu durum çok katmanlı ilişkiler arasında Gazze’nin içinde bulunduğu durumun çok da önemsemediğini gösteriyor.

Öyle görülüyor ki, ulusal çıkarlar, İslam toplumlarının bir araya gelmesini ve ortak karar almalarını engellemektedir. Ortaya çıkan bir soruna, insani, hukuki ve adalet temelinde bakmak yerine, ulusal çıkarları baz alarak bakmak asıl sorundur.

Öte yandan “ulusal çıkarların” metafizik bir anlama bürünmesi ve bir devlet için en yüce değer olarak konumlanması da önemli bir zaaftır. Öyle görülüyor ki, ulusal çıkarlar, devletin kutsallığını temel alan imparatorluk geleneğinin bıraktığı ideolojik boşluğu dolduran bir siyasal kavramdır.

İslam dünyasının öncelikle adaleti önceleyen yeni bir siyasal paradigma inşa etmesi gerekmektedir. Müslümanların dünyada zulüm üreten merkezlerle mücadele etme imkanı ancak bu inşa hareketini başarmalarıyla olabilecektir. Müslümanlar dünya ölçeğinde zulme uğrayan, baskı altına alınan, yerlerinden sürgüne zorlanan insanlara yardım etmek zorundadırlar. Çünkü müslümanların ötekisi kafirler değil, zalimlerdir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *