Yıllar önce müstemleke olan ülkelerde yaşayanların torunları, daha iyi yaşam şartları için gelişmiş ve atalarını sömürgeleştiren ülkelere göç etmeye başladı.
AA’nın “Sömürgeciliğin Yeni Biçimi: Göç” konusunu ele aldığı dosya haberinde, sömürgeciliğin “ötekine uygarlığı götürme” kavramından “ötekini uygarlığa getirme” kavramına nasıl dönüştüğü uzmanlarla görüşülerek anlatıldı.
Yüzyıllardır “öteki” kavramı hiç değişmedi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Atay Akdevelioğlu, tarih boyunca insanların daha iyi koşullarda yaşama umuduyla göç ettiğini, bazı dönemlerde az gelişmiş ülkelerden, Avrupa ve Avustralya’ya kadar geniş bir alana yayılan kitlesel göçler görüldüğünü hatırlattı.
20. yüzyıl koloniciliğinin en önemli sonuçlarından biri olan 1960’lardaki Cezayir olaylarını hatırlatan İltica ve Göç Merkezi Başkanı Metin Çorabatır ise dönemin sömürgeciliğinin, Batılı ülkelerin özellikle Afrika’yı, Asya’yı, Latin Amerika’yı parselleme olarak yapıldığını, bu tür sömürgeciliğin halen başka şekillerde devam ettiğini kaydetti.
“Emperyalizmin yeni formu”
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Zafer Sağıroğlu, yeni sömürgeciliğin 17. yüzyılın sonlarında başlayıp 19. yüzyılın sonlarına kadar devam eden süreçten farklı olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:
“Bir taraftan o post-kolonyal ilişkilerle kurulan sömürge ülkelerinden, sömürenler çekilmiş olsa da politik, ekonomik ve siyasal etkileri hala sürüyor. Bu emperyalizmin yeni bir formu.”
Artık askeri güçle işgale gerek olmadığına dikkati çeken Sağıroğlu, yeni sömürgecilik döneminde askeri müdahale olmadan kültürel, siyasal, ekonomik koşullar ve politikaların ön plana çıktığını kaydetti.
Sağıroğlu, kültürel emperyalizm sonucu göç alan ve veren ülkeler arasında bir hareketlilik ortaya çıktığını belirterek, ülkelerin insan gücünün kültür emperyalizminin merkezindeki ülkelere doğru hareket etmeye başladığını dile getirdi.
Yeni sömürgecilik emperyalizmin rafine tercihlerine bağlı
Göç meselesinin geçmişten farklı olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Atay Akdevelioğlu da son 30 yılda göçün iki şekilde var olduğunu anlattı.
Akdevelioğlu, “Yaşamsal kaygılarla olan büyük kitlesel göçler bunlardan biri. İkincisi de daha iyi bir yaşam için nitelikli insanların göçü. Doğal olarak gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere; çevreden merkeze doğru bir göç.” değerlendirmesinde bulundu.
19. yüzyılda küresel sistemi biçimlendiren emperyalist yapının bugün de devam ettiğini vurgulayan Akdevelioğlu, yeni sömürgeciliğin emperyalizmin daha çok rafine tercihlerine bağlı olduğunu söyledi.
İltica ve Göç Merkezi Başkanı Metin Çorabatır ise bir ülkenin kendi vatandaşını yetiştirip, ardından o bireyin başka bir ülkeye hizmet etmesinin bir boyutuyla “modern sömürgecilik” olarak yorumlanabileceğini ifade ederken bunda bir “gönüllük” esası olduğuna dikkati çekiyor.
Çalışmak kölelere özgüyken ödev haline geldi
Çalışmanın hor görülerek “kölelere özgü” kabul edildiği eski dönemin ardından Orta Çağ sonrası burjuvazisi çalışmayı insanlığın temel görevi olarak görmeye başladı.
Burjuvazi, çalışmanın erdeminden ziyade kendi sisteminin sürdürülebilir olmasını hedefledi.
Sanayi Devrimi’nin ardından ortalama esnaf sınıfının el emeği temelli üretiminin daha büyük çapta yapılma isteği, burjuvazinin insanlara çalışmayı temel ödev olarak tanımlamasının arkasındaki en büyük itici güç oldu. Bütün bunlar yeni pazar ve ham maddeye erişim için özellikle o dönem Avrupa kıtasında gelişen Batı temelli bir keşif ve istila hırsını tetikledi.
1500’lü yılların ortasında başlayan coğrafi keşifler, sömürgecilere kendilerinin sahip olmadığı, başkalarına ait kaynak ve zenginliklere ulaşma imkanı verdi.
Orta Çağ’ın sonlarında barut ve matbaanın keşfiyle teknik devrim niteliğinde bir dönem yaşandı. Rönesans ile hızlanan kolonyal dönem ve kitlesel sömürü, var olanı yıkıp yerine bir şey koymadan 20. yüzyılda kendi “uygarlıklarına” çekildi.
Çin’de afyon ticareti ve afyon savaşları, Afrika’da köle ticareti, Güney Amerika’da kaynakların sömürüsü aslında bugünün temellerinin o günlerde atıldığını ve Avrupa temelli kolonileşmenin en büyük örneği olduğunu gösteriyor.
Bir dönem Portekiz’in on binlerce kilometre ötedeki Makau’da deniz ticaret üssü kurması, Hollandalıların Endonezya’nın kaynaklarını sömürmek için 20. yüzyıla kadar bu ülkede kalması, Çin’in liman kenti Şanghay’ın 1900’lerin başında 5 büyük ülke tarafından mahalle mahalle taksim edilerek kendi imtiyazlı bölgelerini kurmaları, sömürgecilerin kaynaklara erişim için ne denli hoyrat olduğunu gösteriyor.
Avrupalılar, özellikle o çağda gelişimi ve uygarlık tanımını kendilerinden menkul bilerek, kendilerinden olmayan “barbarlara” bir medeniyet götüreceklerini iddia edip sömürmek için kaynağa gidiyordu.
Gittikleri yerlerin kendi uygarlıklarından daha aşağı olduğunu düşünseler de aslolan onların sadece farklı oluşuydu. Sömürgecilik rüzgarı, birçok vahşet, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesiyle 1900’lerin ortasına kadar devam etti.
“Sömürgecilik sadece şekil değiştirdi”
Atay Akdevelioğlu, 19. yüzyılda dünyayı küreselleştiren ve biçimlendiren emperyalizmin bitmediğine vurgu yaparak, “Sadece şekilde değiştirdi, dönüştürdü ve günümüzde de devam ediyor.” değerlendirmesini yapıyor.
Üçüncü dünya ülkeleri ve halkları sömürge altındayken gelişmiş ülkelerin daha da güçlenmesine katkı sağladı ancak uzun vadede kendi gelişimleri olumsuz etkilendi.
20. ve 21. yüzyılda ise sömürülenlerin torunları, daha iyi şartlar için dedelerini müstemleke altına alanların tercih sırasında.
Akdevelioğlu da bu durumu “gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferi” şeklinde yorumladı.
“Ötekini uygarlığa getirme”
Bu ülkeler insan kaynağı maliyetlerini azaltıp tercih ettiklerine fırsatlar sunarken, başka ülkelerin insan ve uzun vadede kalkınma kaynağını da ellerinden almış oluyor. Doğal kaynakları, zenginlikleri ve insan gücünü kendi çıkarları için kullanan sömürgeci güçlerin başlattığı “ötekine uygarlık götürme”, artık “ötekini uygarlığa getirme” halini aldı.
Ali Zafer Sağıroğlu, buna ilişkin “uygarlığa çekme” ifadesini kullanarak, gelişmiş beyinler ve yetenekler için o medeniyetlerin bir cazibe merkezi olarak düşündürülüp insanların oraya doğru hareketlerinin teşvik edildiğini söyledi.
Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere “Batı düşüncesi”, sömürgeciliği başka topraklara “uygarlık götürme” diye tanımladı. Çünkü o dönemin iddiasına göre uygarlık sadece Batı’da var olan bir yapı olarak görülüyor ve dünyadaki diğer halklar da “Batı” seviyesine ulaşmak için kendi kültür ve değerlerini ötelemek zorunda kalıyordu. Çünkü sömürülen ülkelerin kendi kültürleri “uygar” olarak kabul görmüyordu.
Diğer taraftan sömürgeci güçler, yıktıkları dünyanın yerinde ne kendilerine benzer ne de yerel uygarlığın aslolduğu bir medeniyet bıraktı. Hibritleşen bu ülkeler, yıllar içinde tekrar aslına dönme mücadelesiyle elinden alınan kaynaklarına rağmen tekamülünü tamamlamayı sürdürdü.
Geçmişte sömürülen ülkeler, eğitim ve medeniyet inşası ile aslına rücu etmeyi zaman içinde sürdürürken, Anglo-Sakson tipi mühendis, sanayici ve tüccarlar ile bilim insanları yetiştirmeye başladı.
Önce cebrendi, şimdi değil
19. yüzyılda dünyayı küreselleştirerek biçimlendiren emperyalizmin bitmediğini, sadece şekil değiştirdiğini vurgulayan Atay Akdevelioğlu, “Gana’dan İngiltere’ye daha önce zorunlu bir biçimde kaynak transferi varken, cebren İngiltere bu kaynak transferini sağlıyorken günümüzde Ganalı yetişmiş kişi gönüllü olarak İngiltere’ye gidiyor. Birikimini, Gana kaynaklarıyla edindiği değeri İngiltere’ye taşıyor. Burada İngiltere’nin cebri bir rolü yok. Şunu görmemiz lazım ki küresel sistemi başta emperyalist ülkeler bu şekilde kurduktan sonra akışın bu yönde alacağı son derece açık.” değerlendirmesinde bulundu.
19. yüzyılda kurulan küresel sistemin 2024’te devam ettiğini söyleyen Akdevelioğlu, yöntem ve araçların değiştiğini ancak bunun tarihin bir konusu olduğunu, başka bir dünyada yaşıyormuşuz izlenimine neden olduğunu ifade etti.
Akdevelioğlu, “Temele baktığımızda durum bu değil, 19. yüzyılda kurulan merkezden çevreye sermaye transferi ve sonunda da artı değerin tekrar merkeze geri dönüşü sistemi bugün öylesine derinleşerek kökleşmiş ve değiştirilemez biçimde işliyor ki, artık bunun için emperyalist ülkelerin İngiltere’nin Hollanda’nın silahlı kuvvet kullanması o ülkeleri işgal etmesi gerekmiyor. Artık bu yapı tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi halinde.” yorumunu yapıyor.
Ali Zafer Sağıroğlu da gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerde oluşturduğu kültürel bir atmosfer ve o ülkelerde açtıkları okullarla her seviyede kültür taşıyıcılığı yaptığını kaydederek, bunun da göçü teşvik ettiğini vurguladı.
Afganistan’da Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından ABD’ye ait uçakların tahliye sürecini hatırlatan Sağıroğlu, gençlerin uçağa binemediklerini ama uçak havalanırken tekerine tutunmalarının ardından öldüklerini hatırlattı. Sağıroğlu, uçağın onlar için “adeta dünyadaki cennete giden bir araç” olduğuna işaret ederek, oraya varma arzusu ve motivasyonunun boyutlarına dikkati çekti.
Az gelişmiş ülkelerde bu motivasyonu ortaya çıkaracak bir atmosfer oluştuğunun çok açık olduğunu kaydeden Ali Zafer Sağıroğlu, “Özellikle genç kuşaklar arasında Avrupa’nın, Amerika’nın veya gelişmiş ülkelerin oluşturduğu bir atmosfer var. Bunun bir tarafı kendi ülkeleriyle bağlarını zayıflatmak ve bir biçimde onu küçümseyecek bir psikolojinin içine sokmak.” diye konuştu.
Atay Akdevelioğlu, “Nitelikliyseniz, bir üniversite eğitimi aldıysanız dünyanın neresinde olursanız olun siz artık evrensel değerler haline gelmiş, Batı’nın değerlerini, burjuva değerlerini alıyorsunuz. Dolayısıyla bu değerlerin hakim olduğu toplumlarda yaşamak istiyorsunuz. Mühendis, tıp doktoru, sosyal bilimci hiç fark etmez, siz artık burjuva değerlerini içselleştirmiş insansınız ve kendi yaşadığınız bölge de öyle olsun istiyorsunuz. Olmayınca böyle olan bölgelere gitmeyi tercih ediyorsunuz. Tabii ki refah düzeyinizi de yükseltmeyi gözeterek.” değerlendirmesinde bulundu.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *