TİKA Başkanı Serdar Çam, Filistin’e insani yardımları içeren 600 projeyi hayata geçirdiklerini belirterek, “Kalkınma yardımı olarak dolaylı etkilerini koyduğumuzda milyar dolarları aştı. Barışın ve huzurun tesisi elzemdir. Yardımlarımız barış için” dedi.
Türkiye’nin dış yardımlardaki en önemli kuruluşu olan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Başkanı Serdar Çam, Kudüs’teki son gelişmeler ve Filistinlilere yönelik Türkiye’nin yardımlarını, Milliyet’ten Abdullah Karakuş’a anlattı.
Filistin’e yönelik insani yardımları içeren 600 projeyi gerçekleştirdiklerini belirten Çam, “Kalkınma yardımı olarak dolaylı etkilerini koyduğumuz zaman milyar dolarları aştı. Orada barışın, huzurun tesisi elzemdir. Barış ve huzurla birlikte ekonomi canlanacak. Ve bir şekilde çatışmalar azalacak. İnsani yardımlarımız barış için” dedi.
TİKA Başkanı Çam, Karakuş’un sorularını şöyle yanıtladı:
– TİKA Filistin’e ne kadarlık bir yardım sağladı?
Filistin’e doğuşundan bu yana Türkiye hassas bir şekilde yaklaşmıştır. Adaletin tesis edilmesi için gasp edilen hakların tekrar iade edilmesi ve bölgede barış ile huzurun sağlanması noktasında Türkiye Cumhuriyeti çok eskiden beri ve son dönemlerde artırarak bu manada katkı vermeye çalışıyor. Diplomatik ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulması ile birlikte de bölgede dengeli ve barışın tesis edilmesine dönük bir çabanın, gayretin içinde hep olmuştur. Ama maalesef son yıllarda yaşanan hadiseler hepimizin malumu. Biz mümkün olabildiğince siyasetin dışında olaya tamamen insani ve vicdani bir bakış açısıyla Cumhurbaşkanımızın ve devletimizin bize vermiş olduğu görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Son 10 yıldır çok özel yatırımlar yaptık. Gerek Batı Şeria’da gerek Kudüs’te gerekse Gazze’de.
Bu manada biz dolaylı olarak çatışmaların azalması tansiyonun düşürülmesi ve tarafların birbirine katkı sağlayacak zeminlerin oluşması için çaba sarf ettik. Yatırımlarımız arasında istihdam oluşturucu zeytinyağı fabrikası gibi tavukçuluk projesi gibi ekonomiye dönük gelir elde edici çalışmaların yanında ağır yaraların sarılmasına dönük sosyal alt yapıların güçlendirilmesine dönük çalışmalar yapıldı. Şu an büyük bir hastane projesi Gazze’de bitti. Hemen hemen her sene 1 tane okul tamamlayıp açtık ve Filistinlilere sunduk. Yani eğitimin, altyapının güçlendirilmesi ve bir şekilde gençliğin eğitimli bir şekilde geleceğe gidebilmesine katkı sağlamak üzere çalışmalarımız ve çabalarımız oldu. Açık ve şeffaf bir süreci yürüttük.
Özellikle belli noktalarda Filistin makamları ve Ramallah Hükümetiyle zaman zaman İsrail’in bir teşkilatı ile Filistin’in işgal edilmiş topraklarla ilgili izinlerin alınması ve süreçlerin yürütülmesi için ofisimiz ve elçilik kanalıyla çalışmalar yaptık. Bugün bakıldığında 600’e yaklaşan projeyi tamamlamış olan bir ofisimiz var. Kalkınma yardımı olarak dolaylı etkilerini koyduğumuz zaman milyar dolarları aştı. Sadece TİKA olarak değil Türkiye’nin Kızılay ve diğer yardım kuruluşlarıyla birlikte.
– Bölgede barışa yönelik neler yapılması lazım?
Temel noktada bakıldığında Filistin’in nüfusu giderek artıyor. 1948 ve 1967 Araplarıyla bakıldığında o topraklarda neredeyse nüfusların eşitlendiği bir duruma gelinmiş noktada. Dolayısıyla yok sayılabilecek, dışlanabilecek bir kitle olmadığı apaçık ortada. Bugün ne kadar problemler ötelenirse ötelensin gerek İsrail gerekse Filistin makamlarının her zaman aklından çıkarmamaları gereken hadise gelecekte ne olacak? Yani 10, 20, 30 sene sonra ne olacak? Bugün 2 milyona ulaşmış Gazze bölgesini bir şekilde elde tutarak yönetilme noktasını sağlasanız bile bu nüfus giderek artacak. Gelecekteki bu nüfusu yönetebilme kabiliyeti giderek zorlaşacak. Onun için orada barışın huzurun tesisi elzemdir. Barış ve huzurla birlikte ekonomi canlanacak. Ve bir şekilde çatışmalar azalacak. İnsani yardımlarımız barış için.
– ABD’nin tavrı ve İsrail Parlamentosunun son kararı bölgeye ne getirir?
O topraklarda yaşayan insanların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ve dengeli hareket etmesi gerekir. Bu durum Erbil’de, Kuzey Irak’ta yaşandı. Dışarıdan gelen itici güçle ya da gazı yiyerek, destek alarak dış dünyadan, kıtalar ötesinden gelen bir torpille o bölgede dengeleri bozmaya çalışmanın faturasını çok ağır bir şekilde ödeme ihtimali var. O bölgede barışın tesis edilmesi 96-97 yılında Arafat döneminde kendilerinin içinde çıkan barış yanlısı İzak Rabin’in daha sonra katledilen Başbakanları dönemine bakıldığında hep o bölgede çözüme dönük çalışmalar yapılıyor. Şimdi ‘güç bende dolayısıyla ben haklıyım’ modunda bir sertlik yanlısı var. Ama İsrail içinde önemli bir kesimi sol ve liberal kesime bakıldığında da çok dengeli makul ve bölgede barışın tesis edilmesine dönük dengeci bir yaklaşımı olan siyasi bir hareket de var. Mevcut hükümet de bu çok uç noktada ve radikal hareketlerle bu liberaller arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor. Bu manada uluslararası bir takım torpilleri, destekleri de kullanarak hareket ediyor. Uzun vadede kesinlikle bu tip hareketler bölgede barışın tesis edilmesine fayda değil zarar getirir. Yani Türkiye hiç bir zaman adaletten kopmadı. İsrail’i diplomatik olarak tanımasıyla birlikte başlayan süreçte aslında hep bölgede kalıcı, adil bir barış için de iki devletli bir sürecin yürütülmesi noktasında önemli katkılar sağladı. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgedeki barışa yönelik çalışmalarını yapıcı ve kuşatıcı adaletli yaklaşımını bir şekilde fırsata çevirme noktasında olmaları lazım.
Yani uzaklardan bu bölgeyi tanımayan, sadece güce dönük hareketlerle ve konjonktürel siyasi avantajlara dönüştürebilecek manevralarla buralardan sonuç çıkması mümkün değil.
– İsrail halkının bakışı nasıl?
İçlerinden bir kesim maalesef marjinal ve radikal yaklaşım içinde. Sürekli göç alıyor ve belirli şekillerde pastanın bölüşülmesi noktasında bir sertleşme yanlısı var. Adamın evine gidip işgal ederek oturan, ondan sonra rezillik, olay , sonra kavga gürültünün arasında da orayı bir şekilde kontrol altına alabilecek bir yapının çalışması mevcut. Ama gerçekten makul yaklaşan ve dengeli bir şekilde özellikle geçmiş dönemlerde Avrupa ve Almanya’da yaşanan o marjinal hareketlerin, sertlik yanlısı ırkçı tavırların hiç bir şekilde fayda vermediğini bilen çok eleştirel yaklaşan belirli bir kesim de var. Dolayısıyla bilgileri doğru alan ve objektif hareket eden belirli bir kesimin bu süreci kesinlikle tasvip etmediğini, özellikle son çıkan yasada da Tel Aviv’de gösteriler yapan İsraillilerin olduğunu görüyoruz. Hem Filistinlilerin içinde makul yaklaşanlar hem İsrail tarafındaki makul yaklaşanların ortak kanallar oluşturarak bu sürecin dengeli bir noktaya gelmesine katkı vermek lazım.
– İslam coğrafyasının tutumu nasıl?
İslam coğrafyasında da marjinal hareketlerin, siyasallaşmış radikal bir takım hareketlerin etkin olması ve olayı tamamen sertlik yanlısına dönüştürmek suretiyle olayların karıştırılmasından fayda uman bir kesim de var. Onun zararları oluyor. Açıkçası Arap dünyası içinde de Türkiye muhalifi olan Türkiye’nin bölgede etkin olmasını istemeyen, dengelerin kurulması başarılı bir şekilde alt yapılarının kurulmasına katkı sağlanmasına çaba sarf eden Türkiye’nin bu başarısından haz duymayan maalesef İslam ülkeleri içinde de ne idüğü belirsiz yansımalar var. Dolayısıyla bunlar bir araya geldiğinde çok çarpık dengesiz kontrol edilemeyen bir süreç yaşandığını görüyoruz.
– Arap dünyası biraz daha ilgi gösterse Filistin sorunu bu noktaya gelmezdi diyebilir miyiz?
Arap dünyasının içinde de karışıklıklar var. Filistin davasını kendi içinde bölücü bir yapıya sokmaya çalışan, Ramallah hükümetini devirip kendilerine yakın olabilen ve çeşitli noktalarda siyasi taraflara çekmeye çalışan değişik isimlerin değişik oyuncuların sisteme sokulmaya çalışıldığı bir anlayış da var. Bütün bu kargaşa açıkçası Ramallah Hükümetinin elini de zayıflatmakta ve barış süreci zemininin gevşemesine neden olmakta.
– Barış için dünyaya çağrınız ne olur?
Kudüs başta olmak üzere Filistin toprakları pek çok kültür ile Hıristiyanlığın, Museviliğin ve İslamın tarihteki peygamberlerine ev sahipliği yapmış olduğu bir şehir. 1917’ye Osmanlı’nın çekilişine kadarki süreye bakıldığında aslında burada bir çatışma yok. 1. Dünya Savaşı’nda devletlerin bölgedeki paylaşımları neticesinde Osmanlı’nın oradan çekilmesi ve 1948 yılına kadar geçen süreç. Bakıldığında bu şehir bütün dünyaya aslında barış mesajı vermesi gereken ve dengeli bir şekilde yaşanmasını teşvik edebilecek bir alt yapıya, kodlara sahip. Bunu bu şehirde makul yaklaşan insanlarla başarabilmeleri mümkün. Yani paylaşılmayacak hiç bir şey yok. Bu kadim şehir bütün Müslümanlara da Hıristiyanlara da Yahudilere de yetecek kadar tarihi geçmişiyle alt yapısını sağlayabilecek bir yapıda. Dolayısıyla bir dini inancın bir siyasi örgütün kontrolüne geçirilmesine zemin oluşturulmasıyla birlikte bütün dünya harekete geçiyor. Milyarları etkileyen bir şehir burası. Milyarların huzuru, sükuneti ve dengeli bir şekilde yaklaşımı için bu bölgelerde çatışmayı azaltacak çaba aslında bütün dünyadaki çatışmayı azaltacaktır. Buradan bütün kıtalara aslında barış mesajı gidecektir. Bunu başarabilmek mümkündür. Bir tek şartla; Türkiye’nin kıymetini bilmekle. Ankara’nın, Sayın Cumhurbaşkanımızın samimi çabalarını, bir şekilde çatışmaları bir tarafa bırakarak, sözel dalaşmaları bir tarafa bırakarak Ankara’yı anlayarak sadece adaletine güvenerek bu dengelerin korunması mümkün. Onun için TİKA olarak bu dengelerin sağlanmasıyla birlikte dolaylı olarak barışın ve huzurun teminine çaba sarf eden kuruluşlar olarak başarılı olacağımızı düşünüyorum. Nerede sıkıntı varsa orada etkin olmaya çalışarak oradaki alt yapının güçlenmesi ihtiyaçlarının giderilmesiyle sadece kavga ile değil barışla da bu işin çözülebileceğini anlatmaya çalışıyoruz. Onun için şuanda bizim nerede çatışma varsa orada ofislerimizin olduğunu görmek lazım. Nerede bir kriz varsa oraya giderek krizin büyümemesi ve çatışmaların artmaması için ekonomik desteklerle kalkınma hamleleriyle çaba sarf ediyoruz.
– TİKA’ya yönelik eleştirilere yanıtınız ne olacak?
Biz nerede mazlum varsa devlet olarak millet olarak her zaman onların yanında olduk. Bugün yeryüzünün en mazlum milletlerinin başında Filistinliler geliyor. Haksızlıkla, acımasızlıkla vefasızlıkla bugün koca bir topluluk kendi doğdukları topraklarda çok acı çekerek var olma mücadelesi veriyor. Onun için Türkiye olarak ne pahasına olursa olsun Filistin davasının yanında olacağız. Ve bütün kuruluşlarımızla, ekonomik imkanlarımızla o topraklara destek olacağız. O topraklardaki adaletin tesis edilmesi ve yaşatılması, bu hiç bir zaman anti İsraillilik yaklaşımı olarak algılanamaz. Biz aynı şeyi 1. Dünya savaşında Musevilere de yaptık. Nerede mazlum varsa biz zalimin değil mazlumun yanında yer alacağız. Biz bunları yaparken iyi ilişkiler ve diplomatik kurallara riayet ederek karşılıklı ikna ve bilgilendirme çalışmalarını yaparak projelerimizi yapacağız. TİKA aleyhinde iftiralar, TİKA’nın Batı Şeria ve Gazze’de etkin olmasını içine sindiremeyenler bir şekilde iftiralar atarak dolaylı olarak ‘terörizme destek oluyor’ gibi bir takım yaklaşım ve iftiralarla bizim önümüzü kesmeye çalışma hadiselerini biz kesinlikle kabul etmiyoruz. Açıkçası TİKA’nın varlığı gerek İsrail’in gerek Filistin’in dolaylı ve uzun vadede, onların barış ve huzur adına lehlerine olduklarını çok iyi biliyorlar.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *