Asıl soru şu: Ak parti ilk döneminde bürokratik oligarşi ile mücadele ederken gördüğü halk desteğini, bu mücadeleden vazgeçip devletçi, milliyetçi ve muhafazakarlaştığı dönemlerde nasıl devam ettirebildi? Bu sorunun doğru analizi için Türkiye siyasal aklını oluşturan parametreleri incelemek gerekir.
Yusuf Yavuzyılmaz / Her Taraf
Hiç kuşku yok ki, Ak Parti’nin yirmi yılı aşan iktidar deneyimi sosyolojik olarak değerlendirmeyi hak ediyor. Bu noktada toptancı ve genellemeci ideolojik değerlendirmelerden uzak durmak, sosyolojik veriler üzerinden değerlendirmek gerekiyor.
Ak Parti’nin yirmi yıllık dönemi, siyasal ve ideolojik tutum anlamında bölümlere ayrılabilir.
1- İktidara geldiği 2002 yılından 2010 yılına kadar devam eden birinci dönem. Bu dönem Türk siyasetinde devrim gibi değişimlerin yaşandığı dönemdir. Muhafazakar dindar siyasal akıl, öteki olarak gördüğü Avrupa algısında önemli kırılmalar yaşanır bu dönemde. Muhafazakar dindarlar, yaşadıkları 28 Şubat deneyiminin etkisiyle, kendilerine yönelik kısıtlama ve hukuk ihlallerinin nedeninin Avrupa değil, Ankara bürokrasisi olduğu yönünde önemli bir anlayış değişikliğine gittiler. Ak Parti, bunu gücü “bürokratik oligarşi” olarak tanımladı ve mücadele etmeye başladı. Bu süreçte Ak parti ve Gülen Cemaati ( FETÖ) arasında, bürokratik oligarşi ile mücadele konusunda bir birliktelik oluştu. Daha sonraları Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” dediği dönem bu dönemdir. Bu dönemde FETÖ, kendine verilen krediyi devlet içinde örgütlenerek çok iyi kullandı.
2- 2010 yılından sonra Ak parti, Cemaatin(FETÖ) gizli bir ajandası olduğu, kendi iktidarını oluşturmak için Ak partiyi kullandığı, ülke dışındaki Türkiye düşmanları ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle mücadeleye başladı. Bu mücadelenin zirve noktası 15 Temmuz darbe girişimi oldu. FETÖ, özellikle askeri bürokrasideki gücüne güvenerek yurt dışı destekli bir darbe girişiminde bulundu. Bu noktada FETÖ, Ak Parti’nin bürokrasideki örgütlenmesini ve hakimiyetini doğru analiz edemedi. Darbeden önce ve sonra, Ak partiyi destekleyen muhafazakar dindar seçmen Ak Parti’nin FETÖ mücadelesinde Ak Parti’ye destek verdi.
3- 15 Temmuz ve Hendek olaylarından sonra Ak Parti’de önemli ve köklü siyasal değişimler yaşandı. Değişimci ve özgürlükçü siyasal anlayışın yerini, milliyetçi, devletçi ve muhafazakar bir yapı aldı. Bu noktada İslamcı aydınların küçük bölümü hariç, büyük bölümü Ak Parti’ye desteğini devam ettirdi.
4- Asıl sorun şu: Ak parti ilk döneminde bürokratik oligarşi ile mücadele ederken gördüğü halk desteğini, bu mücadeleden vazgeçip devletçi, milliyetçi ve muhafazakarlaştığı dönemlerde nasıl devam ettirebildi? Bu sorunun doğru analizi için Türkiye siyasal aklını oluşturan parametreleri incelemek gerekir.
5- Öyle görülüyor ki, Ak parti ile muhafazakar dindarların değişimi eşzamanlı olarak gerçekleşti. Muhafazakar dindar seçmen, Ak Parti’nin milliyetçi devletçi ve muhafazakar değişiminden rahatsız olmadı. Temel amaç siyasal iktidarı ele geçirmek ve zenginleşme olunca, siyaseti ve ekonomiyi ahlaki bir zemine oturtmak iddiası, zamanla yerini iktidarı ve zenginliği korumak için dini değerleri araçsallaştırmaya bıraktı. İslam’ı kökenden hareket eden siyasal hareketlerin zamanla değerlerini bir kenara bırakıp dünya sistemine eklemlenmeleri üzerine derinlemesine düşünmek gerekir. Ne yazık ki, mücadeleye başlarken dillendirilen yeni ve adil bir dünya yaratma ideali giderek kayboluyor.
6- Tarihsel olarak dindarlığın ve yer yer İslamcılığın muhafazakar ve milliyetçiliğe yatkın olması, Ak Parti’nin değişimine karşı olumlu destek vermesiyle sonuçlandı. Bu durum Türkiyeli muhafazakarların büyük ölçüde milliyetçiliğe yatkın olduğunu da göstermektedir.
7- 28 Şubat döneminde başarılı bir muhalefet örneği veren İslamcılık önemli ölçüde iktidarın çekim alanına girdi. Bu noktada İslamcılığın neden özgürlükçü bir iktidar dili geliştiremediği ya da sürdüremediği üzerine odaklanmak gerekir.
8- Gelişen süreçte Dindarlar hak, özgürlük, adalet talep ederek geldikleri iktidarda, iktidarın şehvetine kapılarak muhafazakarlaştı ve ahlaken büyük ölçüde çöktü.
9- Bu noktada etkili ve Ak partiyi aşan bir muhalefetin olmayışı da Ak Parti’nin en büyük avantajlarından biri oldu. Muhalefetin en büyük partisi olan CHP’nin geçmişinden gelen korku, bu partinin muhafazakar dindarlara ulaşmasını engelledi. Daha doğrusu CHP korkusu, Ak Parti’nin hatalarını örten bir faktöre dönüştü.
10- Yaşanan FETÖ darbe girişimi ve iktidarın yanlış uygulamaları dindarlara olan güveni sarstı. Bu durum toplumda büyük bir güven bunalımına yol açtı. Bu bunalım gelecekte daha büyük sorunlara kapı aralayacaktır. Bugün Müslümanlar siyasetten sosyal hayata, ekonomiden kültürel hayata kadar hayatın bütün alanlarında derin bir ahlak krizi yaşamaktadır. Bundan dolayı dindarlık ile ahlak aynı paralelde gitmemekte, giderek birbirinden ayrılmaktadır. İslamcıların önündeki en büyük görev ahlakı yeniden gelenek haline getirip İslam düşüncesinin merkezine oturtmaktır. “Müslümanların bir ahlak problemi var. Hayatlarında İslam gözükmez bir deist gibi yaşarlar, ancak bazı özel an ve zamanlarda dinî olanı görmek isterler. Onlara göre Müslümanlık bu şekildedir çünkü şekilcidirler.” ( Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu) Muhafazakar dindarların tutum ve davranışlarını bunun kadar iyi anlatan bir ifade olamazdı. Şekilcilik zahiri, literal ve gösterişçi bir dindarlıktan beslenir. İçeriğe değil, forma önem verir. Ahlaki değerleri değil, görüntüyü öne çıkarır.
11- Müslümanlar, gelişen olumsuzlukların sorumluluğunu dış faktörlere yüklemeye eğilimli bir zihinsel tutuma sahiptir. Günahın sorumluluğunu kendi zaaflarına, hatalarına, isteklerine değil de Şeytana bağlayan bir zihin dünyası aslında bize şunu söyler: Hatalarımızın kaynağı bizim dışımızdadır. Biz masumuz. Bu söylemi politik alana yükselttiğimizde karşımıza emperyalizm, Amerika ,Rusya ve İsrail üzerinden olayları okumak çıkar. Böyle bir zihnin kendi zaaflarıyla yüzleşmesi mümkün mü?
12- Muhafazakar dindarlar arasında literal, şekilci bir dini anlayış yaygınlaştı. İbadet ve davranışlardaki irfanı boyutu inkar etme şeklinde ortaya çıkan İslamcı selefi tavır sadece sevgisizliği yaymakla kalmadı, dini tavırdaki manevi derinliği de örseledi. Sonuçta şekil ve kuraldan oluşan içerikten yoksun bir dindarlık ortaya çıktı. Fıkıh (kural) irfan (ahlak) dengesi bozuldu. Denge kaybolunca içerik boşaldı. İçeriğin boşalması şeklin yüceltilmesine zemin hazırladı. Sonuçta namaz, oruç, zekât, örtünme gibi ibadetlerin dayandığı felsefe ortadan kalktı ve içeriği boşaldı. İbadetlerini yapan ama yalan söyleyen sözünü durmaya sorunlu tipler ortaya çıktı. Namazı ibadet olarak algılayan zihin yalandan uzak durmayı ve sözünde durmayı ibadet olarak algılamadı.
13- Din istismarı, en çok karşılaştığımız sorunlardan biridir. Kuşkusuz din istismarının iç ve dış sebepleri vardır. Dinin istismarının önünü açan, dinin temel taleplerini yasaklayan zihniyettir. Yasakları ortadan kaldırmak için mücadele eden tüm insanları aynı sepetin içine koyarak din istismarcısı olarak yaftalamak ise yasağı savunmanın bir başka biçimidir. Yasağın olduğu yerde yasağı samimi olarak ortadan kaldırmak için mücadele edenler olduğu gibi, yasağı politik geleceği için istismar edenler de vardır. Bir yasağı istismar eden zihin yasağın ortadan kalkması için çaba harcamaz. Çünkü yasağın sürmesi onun daha çok işine gelmektedir. Geçmişte ezan veya başörtüsü yasağını koyanlar, sürdürenler ve bunu savunanlar mı, yoksa kaldırmak için mücadele edip kaldıranlar mı din istismarcısıdır.
14- Siyasal ve ekonomik hırsları nedeniyle dini değerleri istismar edenler ve bunun üzerinden bir yaşam pratiği geliştirenler bu dine en büyük zararı veriyorlar. Ahlaki temel değer olarak alan İslam’ın karşılaştığı en önemli sorun budur. Bu sorun, seçim kazanmak, siyasal iktidarı ele geçirmek, gelir seviyesini yükseltmek, bürokraside bir konu elde etmekten çok daha önceliklidir. Ahlaki üstünlüğünü kaybetmiş Müslümanların dünyaya verebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır.
15-Tüketim, hayatı devam ettirmek için bir araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiğinde insan bu yeni duruma uyacak bir ahlak üretmek zorunda kalır. Bu ahlak amaca ulaşmak için her yolu meşru gören pragmatist ahlakın özelliklerini taşır. Kişi amaca ulaşmak için inandığı dini bile araçsallaştırabilir. Son yıllarda muhafazakar ahlak diyeceğimiz şey de budur. Bu inancın yarattığı tahribat sadece kişini istismarcı yapmakla kalmıyor, daha da önemlisi inandığı değerlerin toplumsal görünümünü de yaralıyor.
16- Muhafazakar dindarların hırslarına yenik düşmesi de önemli bir faktör olarak karşımıza çıktı. ” ‘ Hırs ‘ kelimesinin kök anlamı konuyu aydınlatmamıza yardımcı olabilir. Dilimize Arapçadan geçen hırs kelimesi h-r-s’den gelir ve bur şeyi aşırı derecede istemek ve arzulamak demektir. Kelimenin kökeni kendi kanını emerek ölen devenin hikayesine uzanır. Çölde günlerce su içmeden yaşama kabiliyetine sahip develerin sevdiği bir diken vardır. Bu dikenin adı haresedir. Dev bu dikeni yiyince ağzı kanar. Kendi tuzlu kanı dikenin tadıyla karışınca onu daha büyük bir iştah ve arzuyla yemeye başlar. Yedikçe kan kaybetmeye başlar fakat ağzındaki taddan da vazgeçemez. Yedikçe daha fazla yer ve kan kaybından ölür. İşte hırs da insanı böyle tüketen ve ölüme götüren kötü bir huydur. İnsanın kendi kanını içerek olması ne korkunç bir şeydir.” (İbrahim Kalın, Öze Yolculuk, İnsan Yayınları, s: 18) Arzu ve isteklerini ilah edinmek insanı felakete sürükler. Çünkü sonsuz bir arzuyla istediği şey için yapmayacağı hiçbir eylem, çiğnemeyeceği hiçbir ahlak kuralı kalmaz. Bu yüzden Kur’an’da nefsini ilah edinenler uyarılmıştır. “Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”(Furkan/43)
17- Modern hayatın en önemli kavramı tüketim kültürüdür. Tüketim kültürü insanın dengesini alt üst ediyor. Tüketim kültürü, yarattığı tatminsizlik sayesinde insanda geç kalmışlık duygusu yaratıyor. Üretim, sürekli geliştiği ve yenilendiği için sahip olmakla tatminsizlik duygusunun üzerinden gelmenin imkanı yok. Tüketim kültürüne esir olan insan, kendisiyle yüzleşme imkanını da kaybetmiştir. Kuşku yok ki, yüzleşme, tüketim kültürünü aşarak daha sahih hedeflerin olmasıyla gerçekleşir.
18- Kuşku yok ki, tarih, öğretici bir alandır. Müslümanlar yaşadıkları deneyimden yola çıkarak, yaptıkları hatalarla yüzleşecek ve dinlerinin kendilerine yüklediği misyona geri döneceklerdir. Alimler, Peygamberlerin yaşadıkları dönemde varisleri olarak, onun mücadelesini vermek, toplumlarını uyarmak ve uyandırmak zorundadır. Bu mücadele, iktidar mücadelesinden çok daha öte bir sorumluluğa işaret etmektedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *