Gazze bölgesel savaşa yol açmadı ama herkes kaybetti!

Gazze bölgesel savaşa yol açmadı ama herkes kaybetti!

Bölge ülkeleri, aralarında büyük çaplı bir savaşın patlak vermesinden kaçınsalar bile süreç Gazze savaşından daha da zayıf çıkmalarıyla sonuçlanacak. Başlıca tüm aktörler kaybedecek…

Robert Ford / Al Majalla

Çok sayıda analist, ABD ve Birleşik Krallık’ın 11 Ocak’ta Husilere karşı başlattıkları ve korkuları artıran hava saldırılarının ardından Gazze’deki savaşın kolayca daha geniş çaplı bir bölgesel savaşa dönüşebileceğini düşünüyor. Fakat şu an, Avusturya, Rusya ve Almanya gibi ülkelerin topyekûn savaşa girme niyetinde olduğu 1914 Avrupası yok. Bu kez ne Washington ne de Tahran sınırsız bir bölgesel savaş istiyor. Bunun yanında her ikisi de kendi askeri güçlerini doğrudan bir çatışmadan uzak tutabilecek kabiliyete sahipler.

Sonuç olarak Gazze savaşı muhtemelen büyük bir bölgesel yangına neden olmayacağı, buna karşın tüm büyük aktörleri zayıflatacağı söylenebilir.

Biden büyük bir savaş çıkmasını istemiyor

ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, İran’ı ve müttefiklerini ABD ya da İsrail’in çıkarlarına saldırmaktan caydırmaya, askeri operasyonların eninde sonunda azaltılmasını ve bölgenin göreceli de olsa yeniden istikrar kazanmasını sağlamaya çalışıyor.

ABD’nin askeri konuşlanmasına bir bakın: 5 Ocak’ta bir grup donanma gemisi USS Gerald Ford uçak gemisiyle birlikte Akdeniz’den ayrıldı.

Bu gelişme, Washington’ın sınırlı hava saldırıları düzenleyebileceğinin güçlü bir göstergesi olurken İran’la büyük bir savaş istemediği ya da beklemediği anlamına geliyor.

Washington’da siyasi hesaplar yapılıyor. Daha da önemlisi, İran’la büyük bir savaşa yönelik halk desteği asgari düzeyde kalıyor.

Gallup tarafından geçtiğimiz aralık ayında yapılan bir anket, ABD’lilerin yüzde 36’sının ABD’nin İsrail’e yardım etme konusunda çok ileri gittiğini düşündüğünü ve sadece yüzde 24’ünün ABD’nin İsrail için daha fazlasını yapması gerektiğine inandığını gösterdi.

J.L. Partners, tarafından geçtiğimiz yıl ekim ayında yapılan bir anket ise ABD’lilerin yalnızca yüzde 32’sinin İsrail’in yanında savaşmak üzere asker gönderilmesini desteklediğini, yüzde 48’inin ise buna karşı olduğunu ortaya koydu.

İran da caydırıcılık istiyor

Gazze’deki savaş devam ederken Tahran da rahat değil. Ekonomisi zayıf ve halkın düzenlediği protesto gösterilerini güç kullanarak bastırmak zorunda kalıyor. Öte yandan müttefiki Hamas’a doğrudan somut yardım sağlayamaması bölgesel gücünün sınırlarını gösteriyor. Ayrıca Hamas’ın ortadan kaldırılması ya da ciddi şekilde zayıflatılması, Lübnan’da Hizbullah’ı İsrail’in olası bir saldırısına karşı daha savunmasız hale getiriyor. Bu da İsrail’i İran’a saldırmaktan caydırma yeteneğini sınırlıyor.

ABD’li bazı analistler, 7 Ekim’den hemen sonra Hamas Hareketi’ni yok etmenin İran’ın çizdiği kırmızı çizgiyi aşacağına inanıyordu. Aslında Tahran, kamuoyu önünde bölgesel bir savaş istemediğine dair açıklamalar yaparken müttefiki olan silahlı grupların hiçbirini sınırsız askeri operasyon başlatmaya yönlendirmedi.

İran’ın büyük bir gerilimin fitilini ateşlemek için çizdiği kırmızı çizgi, Hamas’ın İran’ın askeri bir aracı olarak hayatta kalmasını içermeyebilir gibi görünüyor.

Kızıldeniz’de hava saldırıları düzenleniyor ama bu bir savaş değil!

Tahran ve müttefikleri bir yandan sonu gelmeyecek bir savaşa girmekten kaçınmaya çalışırken diğer yandan İsrail ve müttefikleri üzerinde baskı kurmayı hedefliyorlar. İran’ın Husileri cesaretlendirmesinin ve Kızıldeniz’deki ticari gemileri taciz etmelerine yardım etmesinin nedeni de bu.

Bu yılın başlarından beri uluslararası deniz taşımacılığı şirketlerinin 10’undan 7’si gemilerini Kızıldeniz’den uzaklaştırdı. Ekonomik analistler arz kesintileri ve fiyatların önce Avrupa’da, ardından Kuzey Amerika’da artmasını bekliyorlardı.

Halihazırda 2022 sonları ile 2023 başları başlayan fiyat enflasyonu konusunda kamuoyunda memnuniyetsizlikle karşı karşıya olan Başkan Biden ise bu haberi hiç hoş karşılamadı.

ABD liderliğindeki ortak deniz operasyonu, şimdiye kadar Kızıldeniz’in sularını sakinleştirmeyi başaramadı. ABD’nin 31 Aralık’ta Husilerin 10 üyesinin ölümüne yol açan silahlarla donatılmış üç teknesini batırması, ticari gemilere yönelik saldırıların önünü kesemedi. Eğer Husilerin uyarıları inandırıcı ise 11 Ocak’taki hava saldırılarının ardından her iki tarafın da Husileri kesin olarak caydırmayı amaçlayan başka saldırılar düzenlemesi gerekebilir.

Ancak İran’ın kırmızı çizgisi, Kızıldeniz’deki seyrüsefer özgürlüğün kapsamadığından, İran’ın bu konuda doğrudan bir müdahaleye girişmesi ve ABD’lilerle karşı karşıya gelme kararı alması beklenmiyor. İran, bunun yerine uzun soluklu bir oyun oynayacak ve Husilerin direnmesini sağlamaya çalışacak. Kızıldeniz’de ABD ve müttefikleri üzerinde sınırlı, ancak kesintisiz baskıyı sürdürmelerine yardımcı olacak. ABD’liler böyle bir durumla yaşayabilir.

Petrol tankerlerinin Kızıldeniz’den geçmeye devam ettiğini belirtmekte fayda var.

Irak’ta zaman İran’dan yana

Tahran ve Washington, Irak ve Suriye’de de aynı şekilde hareket etmeyi sürdürecekler.

ABD’nin Nuceba Hareketi’ne yönelik 26 Aralık’ta Hille’de ve 4 Ocak’ta Bağdat’ta düzenlediği hava saldırıları, 7 Ekim’den bu yana ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri üslerine 130’dan fazla saldırı düzenleyen İran destekli silahlı grupları bu saldırılardan caydırmayı amaçlıyordu.

Nuceba Hareketi liderlerinden Ebu Takva es-Saidi’ye karşı 4 Ocak’ta Bağdat’ın merkezinde insansız hava aracı (İHA) ile düzenlenen saldırı gerilimi tırmandırdı. ABD’nin Ebu Takva’yı hedef alan saldırısı, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) yurtdışı kolu Kudüs Gücü eski Komutanı Kasım Süleymani ve İran’a yakın Haşdi Şabi Güçleri eski Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in 3 Ocak 2020 tarihinde düzenlenen hava saldırısıyla öldürülmesinden bu yana bir askeri komutana karşı düzenlenen ilk suikast saldırısı oldu.

ABD’nin gerilimi tırmandırması, İran’ın kırmızı çizgisi olabilecek olan silahlı grupları yok etme amacı taşımıyordu. Dolayısıyla İran’ın buna verdiği tepki nispeten ölçülüydü. Tahran, çok sevdiği Süleymani ve el-Mühendis’in suikast sonucu öldürülmesine misilleme olarak Irak’ta ABD güçleri tarafından kullanılan Ayn el-Esad Hava Üssü’nü balistik füze yağmuruna tuttu. Ancak burada İran’ın saldırı öncesinde ABD’yi uyardığını belirtmekte fayda var. İran’dan uyarı yapıldığı haberi daha sonra Ayn el-Esad Hava Üssü’nden ABD’li bir subay tarafından teyit edildi.

Her iki tarafın da büyük kayıplar vermekten kaçınması, ABD’liler ile İranlılar arasında yazılı olmayan kurallardan biridir.

Tahran, Ebu Takva’nın öldürülmesine misilleme olarak kapsamlı bir eylem yerine, Irak’ta Ebu Takva’ya alternatif bir isim bulmaya çalışıyor. Ayrıca Tahran, geçtiğimiz aralık ayında yapılan il seçimlerinin sonuçlarında da gördüğümüz gibi, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden Iraklı siyasi müttefiklerinin kademeli olarak ilerleme kaydettiğini biliyor.

İran’ın bu müttefikleri, ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesini istiyor. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ise ABD güçlerini sınır dışı etme konusunda bir acelesi olmadığını, ancak ABD’lilerin Irak’ta bulunma sebeplerinin sona erdiğini ve onlarla görüştükten sonra ayrılmaları gerektiğini söyledi.

Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden bir kaynak, 6 Ocak’ta Irak`ta yayınlanan El Mada gazetesine yaptığı açıklamada, ABD’nin Irak’taki askeri varlığının önümüzdeki beş yıl içinde sona ereceğini söyledi.

Bunun farkında olan İran’ın, ABD’liler Irak’taki güçlü nüfuzunu tehdit etmedikçe gerilimi tırmandırması için hiçbir neden yok. Aynı durum Suriye için de geçerli. ABD’liler ve İsrailliler, 25 Aralık’ta İran destekli silahlı grupların mevzilerini defalarca kez bombaladılar ve liderlerini öldürdüler. Öyle ki, DMO’nun Suriye’deki üst düzey komutanlarından Seyid Rıza Musevi de onlardan biriydi.

Ancak bu hava saldırıları İran’ın Suriye’deki derin varlığını tehdit etmezken, İran destekli silahlı grupların saldırılara yönelik misillemesi de sınırlı düzeyde kaldı.

İran’ın, ABD’nin Irak ile Suriye arasındaki Elbukemal (Kaim) Sınır Kapısı’nı kontrol etmeye yönelik hamlesine karşı gerilimi artıracağını hayal etmemiz zor değil. Çünkü Elbukemal Sınır Kapısı İran için Suriye’de hayati önem taşıyan bir lojistik koridor. Ancak Washington, şimdiye kadar böyle bir gerilimin patlak vermesinden kaçındı. Biden yönetimi mevcut durumun olduğu gibi kalmasını ve Suriye’de daha geniş kapsamlı bir savaş değil, istikrar istiyor.

Benim ve Obama yönetimindeki diğer kişilerin 2012-2013 yıllarında Suriye iç savaşının ilk aşamalarında yaptığımız temel hatalardan biri, İran’ın Hizbullah’ın Lübnan’daki varlığı ve güçlü kalacağı yönündeki iddiasını küçümsemekti. Çünkü bu, İran açısından, İsrail’in Lübnan sınırına yakın bölgelerden yerinden edilen 80 bin İsraillinin güvenli bir şekilde geri dönmesiyle ilgili başlıca talebiyle çelişebilecek bir kırmızı çizgiydi.

Hizbullah ya da İsrail tarafından gerçekleştirilen büyük çaplı saldırıların, karşı tarafın güçlü bir karşı saldırısını tetikleyerek çatışmaların patlak vermesine yol açması yönünde somut bir risk söz konusu.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, 7 Ocak’ta Wall Street Journal (WSJ) gazetesine verdiği röportajda, İsrail’in Gazze’de görülen yıkımı Lübnan’da tekrarlayabileceği uyarısında bulundu.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve Tahran, Hizbullah’ın karşı karşıya olduğu siyasi ve askeri risklerin farkında. Bu yüzden İsrail’e karşı geniş çaplı füze saldırıları düzenlemekten kaçındıklarını görüyoruz. Nasrallah, İsrail’in 2 Ocak’ta Beyrut’ta üst düzey bir Hamas yetkilisine suikast düzenlemesine rağmen 5 Ocak’ta yaptığı konuşmada İsrail ile Lübnan arasındaki kara sınırı konusunda nihai müzakerelerin yapılabileceğini ima etti. Ancak bu tür müzakerelerin yapılabileceği uzak bir ihtimal olarak görülüyor. Bu arada gerilimin tırmanması potansiyeli de hala yüksek. Bu yüzden ABD, İsrail’e itidalli davranması konusunda baskı yapıyor.

Buna karşın İsrail, ABD’lilerin, Fransızların ve diğer arabulucuların Hizbullah üzerindeki güçlerini sınırdan uzaklaştırması için yaptıkları baskıyı artırmaları için saldırılara ve tehditlere başvuracaktır.

Tam ölçekli bir savaşa sürüklenmekle taktiksel olarak geri çekilmek arasında net seçim yapma zorluğuyla karşı karşıya kalan Tahran ve Nasrallah, basit bir stratejik taviz vermeye daha meyilli görünüyorlar. Zira öncelikli hedefleri, Hizbullah’ın büyük askeri gücünü ve özellikle de Hizbullah Hareketi’nin Rıdvan Gücü’nün sınıra yakın konumları konusunda çıkan bir çatışmada askeri yeteneklerinin çoğunun yok edilmesi riskini almak yerine İsrail’i vurabilecek füze cephaneliğini korumak.

En nihayetinde herkes kaybetti

Bölge ülkeleri, aralarında büyük çaplı bir savaşın patlak vermesinden kaçınsalar bile süreç Gazze savaşından daha da zayıf çıkmalarıyla sonuçlanacak.

Başlıca tüm aktörler kaybedecek. Gazze’deki Filistinliler korkunç ve dehşet verici kayıplar verdiler.

İsrail, her ne kadar Hamas’ın askeri gücünü ve dışarıdan yardım alma kabiliyeti de dahil olmak üzere Gazze’yi yönetme gücünü azaltmada büyük ölçüde başarılı olsa da bundan kendisi de zararlı çıktı. Çok sayıda can kaybına neden olan savaşın İsrail’de yaklaşan seçimlerin sonuçlarını potansiyel olarak etkileyebilecek siyasi yansımaları olabilir.

Suriye savaşında Beşşar Esed rejimi gibi İsrail’in önemini anlayamadığı bazı hususlardan biri olarak İsrail, Gazze’den vahşet görüntülerini dünyanın dört bir yanındaki evlerin oturma odalarına cep telefonları aracılığıyla aktaran videoların küresel etkisinden dolayı, dünya kamuoyu önündeki imajı hiçbir zaman tam olarak iyileşemeyecek gibi görünüyor.

Bu dönüşüm, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) İsrail hakkında açtığı soykırım davasından Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (MSF) ve Birleşmiş Milletler’in (BM) üst düzey yetkililerine kadar insani yardım kuruluşlarının sert eleştirileri gibi çeşitli çevrelerden gelen güçlü tepkilerde ve eleştirilerde açıkça görülüyor.

Papa’dan ve İsrail operasyonlarına karşı sokaklarda gösteri yapan milyonlardan bahsetmiyorum bile. Tüm bu çevreler, 1967, 1973 ve 2006 savaşlarına tamamen farklı tepkiler göstermişlerdi.

İran konumunu kaybederken, Hamas ve Husilere yönelik saldırıları durduramadı.

Suriye ve Irak’taki İran yanlısı silahlı gruplar, ABD güçlerinin ülkede kullandıkları üsleri vurabilirler ama onları yakın zamanda sınır dışı edemezler.

Hizbullah’ın Lübnan’daki ihtiyatı, artık sadece onun zayıflığının bir göstergesi.

Tüm bu sınırlı tepkiler kısmen Tahran’ın riskten kaçınmasından kaynaklanıyor.

İran’ın şu an İsrail’i caydırma yeteneğinin 6 Ekim 2023 tarihi öncesinden daha büyük olduğunu söylemesi zor. Artık İsrail’i İran değil, ABD baskılıyor. Buna karşın ABD, İsrail’i dizginleyebilecek tek güç olarak görüldüğünden nüfuz kazanmış gibi görünüyor. Ancak bu nüfuz artışı, ABD’nin çıkarlarının Ortadoğu’dan Çin’e ve daha az ölçüde de Rusya’ya doğru kaydığı bir dönemde ortaya çıktı.

Gazze savaşı, özellikle ABD’li yetkililerin Ortadoğu’daki çatışmaların önemini küçümsedikleri eski açıklamalarının gölgesinde Amerikan bilgeliği imajını güçlendirmeye yetmedi. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 29 Eylül’de Ortadoğu’nun nispeten sakin olduğu ve İsrail’le normalleşmeye ve ticarete odaklandığına dair açıklamasının kimsenin hafızasından silinmeyeceğine eminim.

Filistinlileri görmezden gelmenin ve normalleşmeyi sağlamanın bedeli artık daha yüksek. Filistin sorununu ötekileştirmenin ve İsrail ile normalleşme arayışının maliyeti de arttı.

Belki de en önemli ve uzun vadeli yansıması, Biden’ın 2022 yılında yayınladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin kapsayıcı hedefi olan, özellikle uluslararası standartların güçlendirilmesi konusunda ABD’nin küresel liderliği üzerinde olacak.

Lahey’deki soykırım davası ve küresel liderlikteki değişim, ABD’nin nüfuzunda potansiyel bir düşüşün işareti olurken, bu durum uzun vadede ABD’nin çıkarlarıyla daha az tutarlı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *