Gazze’deki katliam, bölgesel sorunlara bölgesel çözümler üretmek yerine, Batı’dan çare bekleyenlerin dramının son perdesidir vurgusunda bulunan gazeteci Mehmet Kancı’ya göre, “Bu süreçte, insan hakları ve uluslararası hukukun Viyana’nın doğusunda yaşayanlar için geçerli olmadığının ispatıyla yüzleşildi.”
Mehmet A. Kancı, “İsrail’in 100 günlük Gazze fiyaskosu” başlıklı yazısında şöyle diyor:
İsrail’in 16 yıllık kuşatmasına karşı Gazze Şeridi’ndeki direniş gruplarının 7 Ekim 2023’te, işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı Yahudi yerleşimlerine ve askeri üs bölgelerine başlattıkları saldırının üzerinden 100 gün geçti. Netanyahu 7 Ekim’den çok önce 2009 ile 2021 yılları arasındaki 12 yıllık başbakanlık döneminde “Savunma Sütunu”, “Koruyucu Hat” ve “Surların Muhafızı” kod adlarıyla Gazze Şeridi’ne muhtelif saldırılar düzenledi. 2021’in Mayıs ayındaki “Surların Muhafızı” saldırısı, son 100 günde şahit olduğumuz katliamın provasıydı. İsrail ordusunun 11 gün süren saldırısında 66’sı çocuk, 39’u kadın 255 Filistinli katledilmişti. Bu saldırıda önce medya kuruluşlarının binaları hedef alınarak, hazırlığı yapılan katliamın dünya kamuoyuna ulaşmasını engellemenin yolunu aramışlardı.
Enkaz altında kalan insan hakları ve uluslararası hukuk oldu
Geride kalan 100 günde, geçmişteki tecrübelerden farklı olarak İsrail ordusunun yarattığı yıkımın altında kalan yalnızca Gazze’deki siviller olmadı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel barışın muhafazası için inşa edilen çok taraflı kuruluşlar, uluslararası hukuk kuralları, insanlık prensipleri… Tamamı İsrail’in yağdırdığı bombaların altında ezildi. 2012 yılındaki “Savunma Sütunu” kod adlı saldırıdan bu yana Netanyahu ve çevresindeki siyasi siyonizmin savunucularının hazırladığı katliam planı hayata geçirilirken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetimi Gazze nüfusunun 100 günde yüzde 4’ünün katledilmesi ve sakat bırakılmasına seyirci kaldı. Dahası ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bölgeye bu sürede yaptığı 4 ziyaret incelendiğinde, Washington’ın maksadının diplomatik çözüm bulmaktan ziyade, İsrail üzerindeki baskıyı hafifletmek ve bölge ülkelerini oyalamak olduğu da aşikar hale geldi. ABD, 1975 yılında Batı Bloku’nu “Helsinki Nihai Senedi” belgesinin çevresinde toplayarak insan hakları savunuculuğuna soyunmuştu. ABD’nin insan hak ve özgürlüklerini yalnızca Birinci Soğuk Savaş sırasında SSCB önderliğindeki Doğu Bloku’na karşı silah olarak kullandığı, bu kavramların özüyle yakından uzaktan ilgisinin olmadığı artık yadsınamaz bir gerçek. Beyaz Saray’ın 100 gün boyunca İsrail için kurduğu hem diplomatik hem askeri savunma şemsiyesi ile Gazze’nin bombalanması maksadıyla temin ettiği binlerce mühimmat bunun ispatı. ABD, Batı dünyasına atfedilen değerler bütününe ihanetinde yalnız değildi. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Japonya da bu ihanette kayıtsız şartsız Washington’a itaat etti. Gazze’de geride kalan 100 gün, G7 ülkelerinin kendilerini dünyanın geri kalanından nasıl ayrıştırdıklarını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mekanizmasını kendi çıkarları söz konusu olduğunda sakatlamaktan kaçınmayacaklarını uluslararası topluma öğretmiş olmalı.
Gazze’de yaşananlar aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya 5’ten Büyüktür” sloganıyla yıllardır anlatmaya çalıştığı, Birleşmiş Milletlerin (BM) yıpranan yapısının da iflasını ilan etti. Gazze’deki sivillerin son sığınağı haline gelen Birleşmiş Milletler okullarının yerle bir edilmesi karşısındaki sessizlik bu iflasın ilanıydı. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) 143 çalışanı öldürüldü. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve yardımcıları, İsrail’in BM Temsilcisi tarafından alenen tehdit edildi. BM’ye karşı bilinçli şekilde yürütülen saldırılar, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu dünya düzeninden de vazgeçtiğini gösteriyor. Dünya şu anda Gazze Şeridi üzerinden uluslararası düzenin ve çok taraflı kurumların cenaze törenini izliyor.
G7 ülkeleri ve Batı medyasının önlenemez itibar kaybı
İtibarını yitirenler G7 ülkeleri ile sınırlı değil. İsrail’in savaş suçlarının gölgelenmesine gönüllü destek veren Batı medyası da 100 günün sınıfta kalanları arasında. Buna karşı Anadolu Ajansı ve TRT’nin çabaları, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanında İsrail’in mahkum edilmesi için başlatılan sürece kanıtlar temin edilmesinde önemli rol oynadı. İsrail, 1948’den bu yana Filistin topraklarını işgal ederken yalnızca silahlı gücünden yararlanmadı. Hollywood’un yanı sıra Batı medyasının manipülasyon rüzgarıyla da yelkenlerini şişirerek yol aldı. Gazze saldırısında ise internet ve sosyal medya, İsrail’in üretmeye çalıştığı dezenformasyon kasırgasını tersine çevirdi. el-Ehli Baptist Hastanesi’nin 17 Ekim’de bombalanmasına dair sosyal medyada paylaşılan görüntüler üzerinde yapılan bilimsel incelemeler İsrail’in yalanlarının ortaya saçıldığı zincirdeki en kritik halkayı teşkil etti. İsrail’in yalanlarının ispatlanması Batı’nın yıllardır Filistin’de yaşananlara dair dayattığı jargonun değişmesine de vesile oldu. Meselenin artık Filistin değil “İsrail sorunu” olarak, Batı Şeria topraklarına getirilen Yahudilerin “yerleşimci” değil “terörist” olarak adlandırılmaları gerektiği çıkarımları sürecin belki de en önemli kazanımlarıydı. Alınan bir başka ders ise ABD akademik dünyasında, maddi güçleriyle üniversitelere şantaj yapan siyonist bağışçıların hegemonyalarının hangi noktalara ulaştığının anlaşılmasıydı. Üniversitelerinde Filistin yanlısı eylemlere izin verdikleri için istifaya zorlanan rektörlere şahit olduk. Bunun bir izdüşümü de Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki sanat, edebiyat ve spor dünyasında yaşandı. Filistinli edebiyatçıların ödülleri iptal edildi. Filistin’e destek mesajı veren futbolcuların formaları ellerinden alındı. İsrail’in katliamlarını kınayan sinema ve dizi oyuncuları işsiz kaldı.
Amerikan tutarsızlığı Yemen’i ateşe verdi
100’üncü güne yaklaşılırken, Gazze’de soykırım yapıldığına dair “belirti” görmediğini açıklayan Joe Biden yönetiminin tutarsız politikalarına da bir yenisi eklendi. İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla Doğu Akdeniz’e 2 uçak gemisi ve muharebe grubu gönderen ABD’nin argümanı, çatışmanın bölgesel nitelik kazanmasını önlemekti. 98’inci günden itibaren aynı ABD’nin yanına İngiltere’yi de alarak Yemen topraklarını bombalamaya başladığını izliyoruz. Gazze’deki sivillerin hayatı için etkili bir Birleşmiş Milletler kararı çıkartılmasının önüne duvar ören ABD, ticari çıkarları ve konteyner maliyetlerini önceleyerek Husilerin Kızıldeniz’deki ticareti tehdit ettiği iddiasıyla ivedilikle 2722 sayılı kararı Güvenlik Konseyi’nden geçirdi ve 48 saat sonra da Yemen topraklarına füzelerini ateşledi. Yemen’deki iç savaşın felakete sürüklediği siviller için 2014 yılından bu yana parmağını oynatmayan ABD’nin konteynerler için duyduğu hassasiyet ibret vericiydi.
İsrail’in Gazze’yi yaşanmaz hale getirerek Filistinsizleştirmek için çıktığı yolun 100 günlük kısmı, aslında Orta Doğu ülkelerinin 100 yıllık tarihinin özeti. Gazze’deki katliam, bölgesel sorunlara bölgesel çözümler üretmek yerine, Batı’dan çare bekleyenlerin dramının son perdesidir. Bu süreçte, insan hakları ve uluslararası hukukun Viyana’nın doğusunda yaşayanlar için geçerli olmadığının ispatıyla yüzleşildi. Dar kapsamda Orta Doğu ülkelerinin, geniş perspektifte ise 13 Aralık 2023’te Gazze’de insani ateşkes talebi içeren karar tasarısına destek olan 153 ülkenin, artık nasıl bir tehditle karşı karşıya olduklarını anlamaları gerekiyor. Uluslararası hukukun değil, ABD’nin tahayyül ettiği “tek kutuplu dünya düzeninde” güçlü olanın sözünün geçtiği “orman kanunları” hakimiyetine karşı, yeni bir dünya düzenin tesisi, Gazze’den geriye kalanların ve gelecekteki olası kurbanların savunulması için tek çıkar yol.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *