Üniversite’ye dair tevatür ve gerçek!

Üniversite’ye dair tevatür ve gerçek!

Bilimin ve entelektüel yaratıcılığın artık emperyalist sermayenin, komprador burjuvazinin bilgi tacirlerinin ve “neoliberal aydın” bozuntularının sultasından kurtarılmaya ihtiyacı var…

Fikret Başkaya / Özgür Üniversite

Tam bir Apertheid rejimi olan Siyonist İsrail’in Gazze’yi yok etmek üzere başlattığı katliam, kırım, jenosit, Batı Medeniyeti denilen kolonyalist-emperyalist kampın seceresini hatırlatmış olmalıdır… Aslında Filistin’de, Gazze’de yaşananlar, Kristof Kolomb’un macerasıyla başlayan jenositler, yok etmeler katliamlar, kırımlar, sömürgeleştirmeler… geleneğinin 2023’deki tezahürü… Velhasıl, ‘garp cephesinde yeni bir şey yok…’’ Başta NATO bileşenleri olmak üzere, ‘kolektif emperyalizmin (Japonya, Avusturalya, Yeni Zelanda dahil) neden Siyonist rejimin arkasında mevzilendikleri şaşırtıcı değil. Zira Siyonist İsrail, Orta-Doğudaki Batıdır, emperyalizmdir… Siyonist İsrail bir ‘bölge devleti’ değildir…

Emperyalist Batı’nın ve bileşenlerinin İsrail’e sınırsız desteğini anlamak zor değil, lâkin dünyanın geri kalanının tavrını sorun etmek gerekiyor… Onca devletin yaşanan vahşet, işlenen insanlık suçu karşısında (birkaç istisna dışında) sessiz ve tepkisiz kalmaları nasıl açıklanabilir? Aslında dünyanın her yerindeki devletler halkları temsil etmiyor, yönetiyor, “terbiye ediyor”, “hizaya getiriyor”, oligarşik çıkarların bekçiliğini yapıyor… Gerçi devletlerin utanç verici tavrı böyle ama halklar için aynı şey söylenemez… Dünya’nın her yerinde, Doğu’da, Batı’da, Güney’de, kuzeyde halkların kahir ekseriyeti Filistin Halkı’nın haklı davasını sahiplendi… ABD’de bile Siyonist rejime destek %40’ı geçmiyor… Aslında bu durum, yönetenlerle yönetilenlerin ayrıştığının, devletlerin ‘meşruiyet temelinin’ aşınmakta olduğunun da bir işareti sayılabilir…

Başta üniversite gençliği olmak üzere, dünyanın her yerindeki genç kuşak, Gazze jenositi karşısında sessiz ve tepkisiz kalmadı… Bu arada o çok ünlü üniversitelerin yönetimleri de boş durmuyor… Filistin lehine tavır alan, bildiri yayınlayan, miting yapan, forumlar düzenleyen öğrencileri cezalandırmak üzere harekete geçtiler… Sadece öğrenciler değil, öğrencilerin eylemlerine mâni olmakta ‘yetersiz kalan’ rektörler, üniversite yöneticileri de topun ağzında… Birçokları istifaya zorlanıyor, istifa ettirilenler var… Siyonist rejim söz konusu olduğunda ‘ifade özgürlüğü’, gösteri yapma, itiraz etme özgürlüğü kolaylıkla yok sayılabiliyor…

Batı’da, özellikle de ABD’de özel üniversiteler çoğunluktur… Büyük kapitalistlerin fonlamasıyla ayakta kalıyorlar… Birçok sermaye gurubu, Gazze konusunda yeteri kadar “sert davranmayan” üniversitelere yaptıkları yardımı kesiyor veya kesmekle tehdit ediyor… Boşuna finanse eden yönetir denmemiştir…

Bidayette üniversiteler, tarıma dayalı egemenlik sistemini meşrulaştırma, kabullendirme işlevi görüyordu. Misyonları ideolojikti… Sanayi kapitalizmi çağında, sermayenin ihtiyacı olan ‘yetişkin işgücünü’ de yetiştirme işlevine koşuldular… Neoliberal küreselleşme çağında bunlara üçüncü bir ‘işlev’ daha eklendi… Artık üniversiteler diploma ticareti yapılan kapitalist işletmelere dönüşmekte… Zaten varlığı-yokluğu pek belli olmayan ‘bilim etiğinin’ esamesi bile okunmuyor…

Lâkin, misyonları ve varlık nedenleri sömürü düzenini meşrulaştırmak ve kabullendirmek olan üniversitelere dair tevatür başkadır… Üniversitelerin, her türlü düşüncenin serbestçe, özgürce tartışıldığı, radikal düşüncenin filizlendiği, sınırsız tartışmanın yapıldığı, her zaman toplumun birkaç adım önünde olduğu, evrensel düşünce üreten, paradigma kıran, paradigma kuran bilim yuvaları olduğuna dair yaygın bir anlayış geçerlidir… Eğer üniversite (akademi) gerçekten tevatür edildiği gibi olsaydı, dünya bugün böyle olur muydu? Yerlerde sürünür müydü? İnsanlık ve uygarlık yok oluşun eşiğine gelir miydi?

Aslında üniversitelerin misyonu ve varlık nedeni, verili egemenlik ilişkilerini meşrulaştırmak ve kabullendirmektir… Üniversiteler ölü bilgilerin depolandığı kurumlardır… Üniversite (akademi) bilgiyi kapıyor, üniversitenin duvarlarının arkasına saklıyor… Bilginin, ‘eleştirel düşüncenin’ halkla, toplumla buluşmasını engelliyor… Zaten dili de anlaşılmamak üzerinedir…

Üniversiteler böyledir ama ‘bilimsel bilginin niteliğinden ötürü’, çok sınırlı, istisna da olsa, gerçekten bilim namusuna ve entelektüel dürüstlüğe sahip üniversite üyeleri de her zaman vardır… Fakat onlar da belirli aralıklarla yapılan ‘temizlik operasyonlarıyla’ üniversiteden kovulurlar…

Türkiye’de şimdilerde bilgi ticarethanelerine dönüşmekte olan üniversitelerin asıl misyonu, resmî tarihi ve resmî ideolojiyi üretmek ve bekçiliğini yapmaktır… Tabii resmi ideolojinin kural olduğu yerde, eleştirel – bilimsel – radikal düşünceye yer yoktur… ‘Neyin iyi neyin kötü olduğuna devletin adamları karar verdiğine göre… Aslında her şeyin metalaştığı, paralılaştığı, şeyleştiği, nesneleştiği, özelleştirildiği, soysuzlaştığı durumda, kapısında üniversite yazılı kurumların bu sürecin dışında kalması mümkün olmazdı… Bilgi de metalaştı… Türkiye’deki üniversiteler Batı’dakilerin kötü kopyasıdır… Herhangi bir devlet kurumundan farksızdır… Hiçbir insanî, toplumsal, evrensel soruna dair söyleyecek sözü yoktur… İfade özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün, entellektüel yaratıcılığın iflah olmaz düşmanıdır…

Üniversiteler ‘uzman’ yetiştiren kurumlardır… Üniversite üyesi de ‘uzman yetiştiren uzmandır…’ Uzman, maddi sosyal gerçekliğin çok küçük bir veçhesi hakkında fikir-bilgi sahibidir ama ‘bütünden habersizdir’, ağacı görür de ormanı görmez… Oysa geçek bütündedir, hakikat bütündedir… Egemenler uzmanı boşuna yüceltmez, baş tacı yapmaz… Elbette bunu söylemek ‘herkes her şeyi bilmeli’ demek değildir… Zaten öyle bir şey mümkün de değildir… Bununla söylenmek istenen, sınırlı bilginin ‘sınırını’ hatırlatmaktır…

O halde ne yapmak gerekiyor? Aslında yapılması gereken bir sır değil. Bilimsel bilgiyi, özgür, eleştirel, yaratıcı düşünceyi devlet/sermaye ikizinin tasallutundan kurtarmak… Aksi halde bilginin bir sömürü ve egemenlik aracı olmasının önüne geçilemez…

İrade sahibi insanların bir araya gelerek, kendi eğitim kurumlarını, okullarını, üniversitelerini, enstitülerini, araştırma/tartışma mekanlarını, entellektüellerini yaratmaya bir engel var mı? Ellerimiz daha ne zamana kadar armut toplamaya devam edecek?

Velhasıl, bilimin ve entelektüel yaratıcılığın artık emperyalist sermayenin, komprador burjuvazinin bilgi tacirlerinin ve “neoliberal aydın” bozuntularının sultasından kurtarılmaya ihtiyacı var…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *