Neyin ilke olduğunu, neyin normal olduğunu, neyin helal olduğunu, doğru olduğunu, uyulması gerektiğini, evrensel olduğunu; neyin çirkin ve kötü olduğunu, zulüm olduğunu belirlemede, küresel elitleri mi yoksa Allah’ı mı ölçü alacağız? İnsanların her konuda küresel zalimleri ve küresel değerleri ölçü almaları, bir sapma ve muhakeme yetisi kaybı değil midir?
İsa Dervişoğlu / Gazete İpekyol
Öyle açık olgulara, açık hakikatlere, net iyiliklere öyle haysiyetsizce, öyle mantıksız, öyle delilsiz ve ahmakça, öyle hinlik yaparak, ama ve fakat’larla öyle taraf seçmeler, tercih etmeler gerçekleşiyor ki; sözün kesinlikle ve kesinlikle bittiği sonucuna varıyor insan.
ABD ve batının ilah ve Rab, Siyonizm ve sapkınlığın, imanın temel esasları, güçlüye itaat etmenin reel politik olduğu bu dünyada, haklının, izzetlinin, mazlumun, vicdanlı olanın, ilahi olanın dönüp de yüzüne bakan yok. Kim ne ile ayartılıyorsa ayartılmış, kim ne ile nereye sapmak istiyorsa saptırılmış ve kim ne ile uğraştırılmak istiyorsa uğraştırılmaktadır.
Bu bir muhakeme yeteneği kaybıdır. Zira böyle bir dünya, böyle bir statüko, insanın fıtri formunda kalarak yapılabilecek bir iş değil. ‘Kahrolası bir ölçme ve biçme’, küreselleşmiştir.
7 Ekim ile birlikte küresel intifada başlamıştır. Küresel intifada, tüm yeryüzü mazlumları ve iyilerinin, tüm küresel güçlere karşı başkaldırısıdır. Sadece savaştan bahsetmiyorum. Her alanda. Devletlerin, fertlerin kendi gücünce silkinmesi ve toplumlarını hürleştirmesinin adıdır intifada…
Şimdiye kadar, korkarak veya yanlış hesaplarla Emperyalistlerin ve Siyonistlerin yanında durarak toplumlarına zilleti yaşatanların, saflarını ilan etmeleri, pişmanlık ve tevbe ile bu mazlumların yanında mı yoksa şer cephesinde mi olacaklarını belli etmeleri zamanı gelmiştir.
Tarihte Filistinli mazlumlar üzerinde gerçekleştirilen bunca uzun süreli ve küresel muktedirlerin üzerinde ittifak ettikleri soykırımın bir benzeri daha yaşanmış ve bu soykırım böyle sessizce izlenebilmiş ve desteklenmiş midir acaba? Sanmıyorum.
Ama tarihte, kutsalların çiğnenmek istendiği ve karşı koyacak bir gücün olmadığı dönemler olmuş, bu tarz olaylar yaşanmıştır. Ebrehe olayı gibi.
Aslında insanın dünyaya geliş amacı, sınavı, misyonu gereği; insanların, Allah yolunda şer ve zulüm ile mücadele etmesini gerektirir. Allah, zaten onları bu dünyada da cezalandırmaya muktedirdir. Ancak aşağıda ki ayetten de anlaşılacağı üzere bize iyilere düşenin de dünyada yapılması gereklidir. Normal olan, iyilerin, kötü ve bozguncularla mücadele etmesi, onları yenmesi, tutuklaması ve adil bir şekilde yargılamasıdır.
“Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin elinizle cezalandırsın, onları rezil rüsvâ etsin, sizi onlara karşı başarılı kılsın, inananların yüreklerine su serpsin, kalplerindeki öfkeyi yatıştırsın. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilmekte, hikmetle yönetmektedir.
Yoksa Allah sizden cihad edenleri ve Allah’tan, peygamberinden ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yapıp ettiklerinizden haberdardır.” Tevbe:14-16
İyiler, ister güçlü olsun ve vazifesini yaptığını bilsin veya bilmesin, her türlü durumda Allah’ a dayanmalıdırlar. Üzerine düşeni yapmadığı halde Allah’ a dayanarak bir yere varmak isteyen topluluklara Allah’ ın yardımı ulaşmaz.
İyiler, her zaman azdır. İyiyi inşa etmek zordur. Bu kural, işin tabiatı gereği böyledir. İyilere düşen; hayatın her alanında, Allah’ ın gösterdiği şekilde davranmak ve Allah’ a tevekkül etmektir. Konjonktürü dikkate almak ama onu ilah edinmemektir/tek ölçü olarak kabul etmemektir. Konjonktür çoğu zaman, gerçekleştirilmiş bir algıdır ve gerçeği yansıtmaz. Konjonktür, Allah’ ın da bir hesabının olduğunu kapsamaz. Reelpolitik veya konjonktürden önce bakmamız gereken yön, Allah’ ın gösterdiği istikamettir.
Başa dönelim ve muhakeme yeteneğimizi kaybetme belirtileri ve/veya sonuçlarına dikkat çekelim. Hastaneyi, kiliseyi, ambulansı, okulu, camiyi…alan dar olduğu ve kendisi de zarar görebileceği için nükleer silahlarla değil ama aynı sonuçları sağlayan ağır bombalarla bombalayan ve kendi kurucularının tanımladığı soykırım tanımına göre saykırım yapan ve bunu kendilerini kuran BM’ nin Filistin toprağı olarak tanıdığı ve işgalinde tuttuğu halde gerçekleştiren, tüm bunlara rağmen küresel muktedirlerce haklı kabul edilen bir şer odağının, bunu, zaten 75 yıldır yavaş yavaş gerçekleştirirken hissedemememiz ve şimdi de yeterli bir tepki ve şaşkınlık gösteremememiz, muhakeme yetisinin kaybına en bariz örnek değil midir?
Dünya var olalı, her din ve öğretinin sapma ve kötü olarak kabul ettiği fıtri tahribata ve zulme/zorbalığa dayalı küresel statükoya karşı kendi haklarımızı savunma gereği duymamamız, en anormal iş ve ilişkileri, politika ve projeleri normalleşme adıyla normal etmeye karşı duyarsız kalmamız ve çaresiz olduğumuza inandırılmış olmamız, muhakeme kaybına, yanlış muhakemeye bir örnek değil midir?
Mazlumlar zaten ölüyor. Direnseler de direnmeseler de terörist olarak adlandırılsalar da adlandırılmasalar da öldürülmelerine, on yıllarca şehirlere hapsedilip, gıdasından ilacına, yapabilseler nefesine kadar kontrol altında, kamp hayatına, cezaevi hayatına mahkum edilmişler ve meşru savunma haklarını almaya yönelik en küçük bir hareketleri soykırımla, şiddetle karşılık buluyor.
Direniş cephesi denen irade ve güçler, iyiler, erdemliler, tek kutuplu küresel konjonktür değişmeli diyenler bu küresel gidişatı değiştirmeye, bu zillet zincirini kırmaya yönelik bir kalkışma, bir mücadele içine girmişlerdir.
Mazlumlar, tutsaklar, şöyle veya böyle işgal altında olanlar, küresel bir başkaldırı ve direniş başlatmışlardır. Bunu ve sömürüldüğünü fark etmemek, bir muhakeme yetisi kaybı değil midir?
Korkulması ve itaat edilmesi gerekenin, zalimler değil de galip gelecek olan Allah olduğunu fark etmemek, Allah’ a güvenmemek, bir muhakeme yanlışlığı değil midir?
Haklıyı ve mazlumu belirleme ölçüsü Allah değil midir? Neyin ilke olduğunu, neyin normal olduğunu, neyin helal olduğunu, doğru olduğunu, uyulması gerektiğini, evrensel olduğunu; neyin çirkin ve kötü olduğunu, zulüm olduğunu belirlemede, küresel elitleri mi yoksa Allah’ı mı ölçü alacağız? İnsanların her konuda küresel zalimleri ve küresel değerleri ölçü almaları, bir sapma ve muhakeme yetisi kaybı değil midir?
Gerçek şerefin ve galibiyetin Allah’ ın yanında olduğunu, iyi olanın zalime itaat edip zelil ve haysiyetsiz olmak değil; sonunda ölüm bile olsa direnmek olduğunu, izzetli olmanın galibiyet olduğunu bilmemek, görmemek, muhakeme yanlışlığı değil midir?
İnanalar, galibiyet ve mağlubiyete faklı bakarlar. Onlar, Allah’ a dayandıkları sürece her şekilde galip olacak olanlardır. Bu Allah’ ın vaadidir.
Maide, 56: “Kim Allah’ı, peygamberini ve iman edenleri velî edinirse bilsin ki Allah’tan yana olanlar mutlaka galip geleceklerdir.”
Sonuç olarak; Önemli olan zayıf veya güçlü olmak değil, doru istikamette olmak, doğru muhakeme yapmaktır. Doğru muhakeme yeteneğini kaybetmek, tüm tehlikeleri de beraberinde getirir ve yok oluşa götürür.
Rabbim, normal olanın, ona yönelmek olduğunu bilenlerden, şeref ve izzetin, galibiyetin onun yanında olduğunu bilenlerden, zalime karşı mazlumun yanında durmayı tercih etmiş olanlardan, hakkıyla ‘Allah’ı, peygamberini ve iman edenleri’ velî edinen gerçek galibiyete ve kurtuluşa yönelen izzetli müminlerden kılsın.
Küresel muktedirlerle, bunca güç dengesizliklerine rağmen, boyun eğmeden mücadele eden ümmetin yüz akı tüm mücahitlerin ayaklarını sabit kılsın.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *