Hayret! O kutlu Resul’ün (as) namazını, orucunu, giyim kuşamını, şemailini örnek almayı ibadet kabul eden Müslümanlar, O’nun siyasi sünnetini, ilkeli duruşunu örnek almazlar…
Süleyman Arslantaş / Her Taraf
Peygamberler yegane örnek kimselerdir. Hz. Muhammed (as) tüm inananların başöğretmenidir. Bu başöğretmenin en önemli özelliklerinin başında konjonktürel davranışlar değil, ilkeli duruş, inanış ve davranış gelir.
Kur’an ifadesiyle O’nun en önemli sünneti: ‘emrolunduğu gibi dosdoğru’ olmaktır. (Hud 112) Bu temel inanç ve ilkeler doğrultusunda tüm gelmiş-geçmiş Enbiya, Nebi ve Resuller örnek kişiliklerinde başarılı olmayı değil, ilkeli olmayı öncelemişlerdir. Dolayısıyla tüm geçmiş Enbiya, Nebi ve Resullere iman eden Müslümanlara düşen görev Hz. Resul’ün (as) ilkeli duruşunu-sünnetini dikkate almak ve ona uymaktır.
Hayret! O kutlu Resul’ün (as) namazını, orucunu, giyim kuşamını, şemailini örnek almayı ibadet kabul eden Müslümanlar, O’nun siyasi sünnetini, ilkeli duruşunu örnek almazlar.
Efendim! Bu girizgahı niçin yaptım. Şunun için: Dikkat edilirse son zamanlarda İslam’a, İslami değerlere ve Kur’an’a yönelik saldırılar devam ediyor. Neredeyse İsveç başta olmak üzere birçok batı ülkelerinde Kur’an’a saldırılar yoğunlaştı. Bunun yanısıra İsrail, Cenin başta olmak üzere Batı Şeria’da sürekli Filistinlilere saldırılar gerçekleştiriyor. Cenin, Nablus ve tüm Batı Şeria adeta saldırı hedefi haline geldi. Ve tabi ki LGBT aymazlarının çılgınlığı da ayrı bir felaket olarak devam ediyor. Tüm bunlar olurken İslam coğrafyasının parlayan yıldızı Türkiye çeşitli maslahatlar ve beklentiler uğruna bu edepsizliklere, ahlaksızlıklara dur demiyor. Aksine, Avrupa Birliği rüyası hatırına edilgen bir politika ortaya koyuyor. Nitekim son NATO zirvesinde İsveç’in NATO’ya girmesi için yeşil ışık yakması da bunun somut bir göstergesidir. Ortaya konulan bu yaklaşım belki de Türkiye’nin çıkarlarına uygun olabilir. Ama çıkar elde etmek onurlu olmayı beraberinde getirmeyebilir. NATO zirvesinin teri soğumadan İsveç yine yapacağını yapıyor ve adeta Kur’an yakılması ya da çiğnenmesi konusunda demokrasi adına ortaya koyduğu müsameha devam ediyor. Eğer demokrasi, İnsan Hakları ve özgürlük dedikleri şey insanların kutsal değerlerine saldırı izni veriyorsa, sizin demokrasiniz de, insan hakları yaklaşımlarınız da özgürlük anlayışınız da yerin dibine batsın.
Efendim! Türkiye Cumhuriyeti Devleti 25 Temmuz’da Filistin Devlet başkanı Mahmud Abbas’ı ağırlayacak. Keza 28 Temmuz’da da İsrail başbakanı Netanyahu’yu kabul edecek.
Merhum Şehid Seyyid Kutub hapisteyken FUK (Filistin Ulusal Konseyi) kurulmuştu. (1964) Bunu müjdelemek için bazı arkadaşları Seyyid Kutub’u hapishanede ziyaret ederek FUK’un kuruluş müjdesini verirler. Kutub, Filistin mücadelesinde tarihe geçen şu ifadeleri kullanır: ‘FUK, Filistin tabutuna çakılan son çivi’ der. Soruyorum, 1964’den bu yana FUK, El-Fetih ve yan kuruluşları bugüne kadar hangi ilkeli başarıya imza attılar? Arafat Filistin halkının ilkeleri, hakları ve toprakları uğruna hangi onurlu bir davranış ortaya koydu?
13 Eylül 1993’deki Oslo Mutabakatı doğrultusunda Washington Anlaşması’na imza atan Muhmud Abbas değil miydi? O anlaşma ile İsrail karşıtı tüm Filistinli örgüt, şahıs ve silahların takibi, imhası El-Fetih’e, Arafat’a, Mahmud Abbas’a verilmemiş miydi?
İsrail, kuruluşundan günümüze kadar neredeyse her fırsatta işgal ettiği toprakları genişletiyor. İşgale karşı direnen her Filistinliyi yok ediyor. Mescid-i Aksa başta olmak üzere neredeyse tüm İslami değer ve yapılara saldırılarını sürdürüyor. Cenin’de, Nablus’da ve diğer işgal altında kalan yerlerde, Batı Şeria’da sürekli katliamlar gerçekleştiriyor ve Türkiye tüm bu olanlara rağmen katil Netanyahu’nun elini sıkmaya hazırlanıyor. Bu ne anlama gelir biliyorsunuz değil mi? Yani Netanyahu eline sağlık, yaptığın işgal ve katliamlardan dolayı seni tebrik ederiz. Oysa dün, İkinci Abdülhamit, Han Thedor Herz’in Filistin topraklarından Yahudi Devleti için toprak talep ettiğinde: ‘Bu topraklar bana ait değil, milletime aittir. Bu imparatorluğun hiçbir parçasını hiçbir kimseye veremem. Canlı vücuttan parça koparılmasına müsaade edemem’ demişti. Şimdi Abdülhamid’i öven, sevenlere sesleniyorum. Sizin Abdülhamid sevginiz demek ki özde değil, sözdeymiş…
Hiçbir başarı ilkeli olmaya dayanmadıkça muteber değildir. Evet İsrail bir devlet olabilir ve BM’ye göre de devlettir. Uluslararası hukuk ve kabuller de İsrail’i devlet olarak tanıyabilir. Bu tanıma onların en azından İslam coğrafyası ve bu coğrafyanın sakinleri açısından meşru olduğu anlamına gelmez. Bakınız, İsrail’in devlet olması BMGK’nın 1947’de almış olduğu 242 sayılı kararla tescil edildi. Ancak bu karar İsrail’e meşruiyet kazandırmadı.14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail, meşruiyetini Osmanlı bakiyesi TC’nin ve CHP döneminin son başbakanı Şemseddin Günaltay zamanında 28 Mart 1949’da tanıması ile meşruiyet kazandı. Demokrat Parti döneminde bu tanıma ete-kemiğe büründü. Özellikle Menderes-Ben Gurion ilişkileri Ortadoğu’nun bağrına saplanan Siyonizm’i neredeyse meşrulaştırdı. İsrail’in kuruluşundan bu yana çeşitli anlaşmalar, mutabakatlar, işbirlikleri oldu. Mesela Kasım 1993 İsrail İstihbaratı ile MİT arasındaki yapılan 12 maddelik istihbarat anlaşması (Hikmet Çetin imzalı) ve 7 Kasım 1994’de Tansu Çiller’in Kudüs ziyareti. Yani King David Otel’de onuruna verilen yemekte ‘kadehimi İsrail halkının tüm umut ve rüyaları için kaldırıyorum.’ Dediği ziyaret. Ve yine 23 Şubat 1996’da Çevik Bir’in imzaladığı ‘Türkiye-İsrail Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması.’
Tüm bunların yanı sıra dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 29 Ocak 2009’da İsrail’in en duayen siyasetçisi Şimon Perez’in yüzüne karşı Davos’ta ‘siz katilsiniz’ dememiş miydi? Dedi.
Ve İsrail o gün Türkiye nezdinde yani 1949’da kendisine meşruiyet kazandıran Türkiye’nin bir başka başbakanının sözleriyle meşruiyetini kaybetti.
Halen de meşruiyet krizi yaşamakta.
Soruyorum, ne değişti de bugün eli kanlı Netanyahu’nun elini sıkmaya karar verdiniz?
(21.7.2023)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *